05 Tem 2010 17:20
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:26
''EN FAZLA HORASANLIYIZ!'' AHMET TULGAR'DAN ÇARPICI BİR KEMAL KILIÇDAROĞLU YAZISI.
Medyaradar'ın usta röportajcısı Ahmet Tulgar Birgün'de yayınlanan yazısında Kılıçdaroğlu'nu nasıl eleştirdi?
Bir kez daha Kılıçdaroğlu
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olduğunda da yazmıştım. Seçmenlere Mitterand’dan ödünç ’Sakin Güç’ kampanya lakabı ile lanse edildiğinde. Olmayacağını, İstanbul gibi dinamik, gündelik hayattaki dinamizminin Türkiye demokratikleşmesine kuvvetle etkidiği, etki yaptığı, sürecin entelektüel öncüsü bir kente onun mali bürokrat donukluğunun, durgunluğunun uymayacağını, kazanırsa sonunda başarılı olamayacağını bilse de bu kentteki hareketliliği durdurmayı denemekten bıkmayacağını, böylesi bir hareketliliğin, dinamizmin onu rahatsız edeceğini, hatta korkutacağını. Seçilemedi.
Ama işte sonra CHP Genel Başkanı oldu. Ve şimdi, tam da Türkiye’nin bir an bile kaybetmeden sorunlarını çözmek için cesur, kapsamlı ve kararlı adımlar atması, mutabak içinde demokrasi ve barış için projeler, eylem planları ortaya koyması gerektiği bir dönemde muhalefet yakasından sinik ve başkasının kaybından mutluluk duyan, ’Schadenfreude’ içinde bir edayla, sinir bozucu eğretilikte bir özgüvenle ülkenin bütün sorunlarının çözümünün kendisinde mahfuz olduğunu, tasarrufu onda bu çözümleri seçimleri kazanana kadar vadeli mevduat hesabında tutacağını, gizli formüllerini ancak seçmenler kendisini başbakan yaparsa paylaşacağını imaen değil, açık açık söylüyor, rüşvetçilerin amansız düşmanı olarak kendisine mesleki ve siyasi olarak giydirilmiş imgeden sıyrılıp acılı bir ülkeye, acısından istifade rüşvet teklif ediyor. Aslında hayattan duyduğu korkunun, kariyer ihtirasının, bu kariyeri korumak için bütün risklerden uzak durma kararının maskesi olan bir gizemin altında sahiden de çözüm önerileri, projeleri, planları olduğuna inanmamızı istiyor ciddi ciddi.
Türkiye’nin tam da cesur siyasetçilere ihtiyacı olduğu bir dönemde nasıl bir şanssızlık bu. Yani halk için, halklar için. Birileri için de biçilmiş kaftan olmalı ama.
Hazırlıksızlığı, mesnetsiz ihtirası, takınılmış çelebiliği, çağdaşlık, çağdaşlaşmanın gereği olarak sunduğu ama korkaklık olduğu aşikâr bir asimile yurttaşlık iddiası onu şarkı, türkü, sinema ya da spor alanlarının kitle kültürü figürlerine benzetiyor. Bir kitle kültürüne dönüştürüyor. Hani tuttukları futbol takımının adını bile mazhar oldukları ilgiye, alâkaya halel getirmemek için vermekten imtina eden o samimiyetsiz tipolojiye.
Türkiye’nin bütün mağdur kimlik ve toplulukların hak ve özgürlükleri için, hukukları için mücadele ettiği, bir toplum olarak devam etmemizin ancak bu hukukun tesisi ile mümkün olduğunun anlaşılmaya başlandığı bir dönemde hoş bir mutabakat figürü, bir kitleselleşme-kitleselleştirme odağı.
Bütün bu özelliklerinin ve rollerinin arasında beni en fazla rahatsız eden yine de sinik acımasızlığı, o çoğu burjuva siyasetçisinde bir nebzeden daha fazla bulunması gereken acımasızlığını faziletle ambalajlamaya çalışması. Kendisini gülünç, kendi çalıp kendi oynadığı bir rekabetin sonucunda, birkaç saniyeliğine, birkaç deklanşör anı boyunca bir tehlikenin en hafifletilmiş, en eskorte, mümkün mertebe en denetim altına alınmış haline maruz bırakıp, bu poze cesaret gösterisinin karşılığında bu ülkenin yoksul gençlerinden kat be kat büyük bir tehlike ile aylarca yaşamayı, sorgusuz sualsiz ölmeyi talep etmesindeki acımasızlık mesela.
Bir yandan da CHP geleneğine nasıl da denk düşüyor. Halk yerine kitle. Meraksız. Sorusuz. Her konuda. Çözümün ne tarafı ne aktörü. Sadece talepkârı ve tabisi. En fazla şunu sorar. "Nasıl çözeceksiniz?" "Seçilelim biz çözeriz. En iyi biz çözeriz. Onu da en iyi biz çözeriz."
"Peki, siz kimsiniz?" "Biz mi, biz Horasanlıyız"
Ülke sorunlarına ilişkin hayati sorulara cevap vermezken, vermeye gerek duymazken, kendisine ilişkin geçerken ama bazen de haince sorulan her soruyu telaşla, içselleşmiş bir suçluluk duygusuyla uzun uzun, adeta onay talep ede ede, sanki utana sıkıla ama bu duygunun, bu utancın devlet adamlığının gereği olmasa da bedeli olduğunu hemen kabul etmişçesine cevaplıyor da cevaplıyor. "En fazla Horasanlıyız."
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olduğunda da yazmıştım. Seçmenlere Mitterand’dan ödünç ’Sakin Güç’ kampanya lakabı ile lanse edildiğinde. Olmayacağını, İstanbul gibi dinamik, gündelik hayattaki dinamizminin Türkiye demokratikleşmesine kuvvetle etkidiği, etki yaptığı, sürecin entelektüel öncüsü bir kente onun mali bürokrat donukluğunun, durgunluğunun uymayacağını, kazanırsa sonunda başarılı olamayacağını bilse de bu kentteki hareketliliği durdurmayı denemekten bıkmayacağını, böylesi bir hareketliliğin, dinamizmin onu rahatsız edeceğini, hatta korkutacağını. Seçilemedi.
Ama işte sonra CHP Genel Başkanı oldu. Ve şimdi, tam da Türkiye’nin bir an bile kaybetmeden sorunlarını çözmek için cesur, kapsamlı ve kararlı adımlar atması, mutabak içinde demokrasi ve barış için projeler, eylem planları ortaya koyması gerektiği bir dönemde muhalefet yakasından sinik ve başkasının kaybından mutluluk duyan, ’Schadenfreude’ içinde bir edayla, sinir bozucu eğretilikte bir özgüvenle ülkenin bütün sorunlarının çözümünün kendisinde mahfuz olduğunu, tasarrufu onda bu çözümleri seçimleri kazanana kadar vadeli mevduat hesabında tutacağını, gizli formüllerini ancak seçmenler kendisini başbakan yaparsa paylaşacağını imaen değil, açık açık söylüyor, rüşvetçilerin amansız düşmanı olarak kendisine mesleki ve siyasi olarak giydirilmiş imgeden sıyrılıp acılı bir ülkeye, acısından istifade rüşvet teklif ediyor. Aslında hayattan duyduğu korkunun, kariyer ihtirasının, bu kariyeri korumak için bütün risklerden uzak durma kararının maskesi olan bir gizemin altında sahiden de çözüm önerileri, projeleri, planları olduğuna inanmamızı istiyor ciddi ciddi.
Türkiye’nin tam da cesur siyasetçilere ihtiyacı olduğu bir dönemde nasıl bir şanssızlık bu. Yani halk için, halklar için. Birileri için de biçilmiş kaftan olmalı ama.
Hazırlıksızlığı, mesnetsiz ihtirası, takınılmış çelebiliği, çağdaşlık, çağdaşlaşmanın gereği olarak sunduğu ama korkaklık olduğu aşikâr bir asimile yurttaşlık iddiası onu şarkı, türkü, sinema ya da spor alanlarının kitle kültürü figürlerine benzetiyor. Bir kitle kültürüne dönüştürüyor. Hani tuttukları futbol takımının adını bile mazhar oldukları ilgiye, alâkaya halel getirmemek için vermekten imtina eden o samimiyetsiz tipolojiye.
Türkiye’nin bütün mağdur kimlik ve toplulukların hak ve özgürlükleri için, hukukları için mücadele ettiği, bir toplum olarak devam etmemizin ancak bu hukukun tesisi ile mümkün olduğunun anlaşılmaya başlandığı bir dönemde hoş bir mutabakat figürü, bir kitleselleşme-kitleselleştirme odağı.
Bütün bu özelliklerinin ve rollerinin arasında beni en fazla rahatsız eden yine de sinik acımasızlığı, o çoğu burjuva siyasetçisinde bir nebzeden daha fazla bulunması gereken acımasızlığını faziletle ambalajlamaya çalışması. Kendisini gülünç, kendi çalıp kendi oynadığı bir rekabetin sonucunda, birkaç saniyeliğine, birkaç deklanşör anı boyunca bir tehlikenin en hafifletilmiş, en eskorte, mümkün mertebe en denetim altına alınmış haline maruz bırakıp, bu poze cesaret gösterisinin karşılığında bu ülkenin yoksul gençlerinden kat be kat büyük bir tehlike ile aylarca yaşamayı, sorgusuz sualsiz ölmeyi talep etmesindeki acımasızlık mesela.
Bir yandan da CHP geleneğine nasıl da denk düşüyor. Halk yerine kitle. Meraksız. Sorusuz. Her konuda. Çözümün ne tarafı ne aktörü. Sadece talepkârı ve tabisi. En fazla şunu sorar. "Nasıl çözeceksiniz?" "Seçilelim biz çözeriz. En iyi biz çözeriz. Onu da en iyi biz çözeriz."
"Peki, siz kimsiniz?" "Biz mi, biz Horasanlıyız"
Ülke sorunlarına ilişkin hayati sorulara cevap vermezken, vermeye gerek duymazken, kendisine ilişkin geçerken ama bazen de haince sorulan her soruyu telaşla, içselleşmiş bir suçluluk duygusuyla uzun uzun, adeta onay talep ede ede, sanki utana sıkıla ama bu duygunun, bu utancın devlet adamlığının gereği olmasa da bedeli olduğunu hemen kabul etmişçesine cevaplıyor da cevaplıyor. "En fazla Horasanlıyız."