19 Mar 2012 11:43
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:27
EMRE USLU'NUN 'GAZETECİ YEŞİL' DEDİĞİ SABAH YAZARINDAN SERT YANIT!(MEDYARADAR/ÖZEL)
Sabah yazarı ve özel istihbarat editörü Ferhat Ünlü, kendisine ve Sabah Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek'e "Gazeteci Yeşil" diyen Taraf yazarı Emre Uslu'ya cevap verdi.
EMRE USLU’NUN YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
İŞTE ÜNLÜ’NÜN O AÇIKLAMASI:
“Ex-polis, ‘non-gazeteci’ ve ‘non-yazar’ Emre Uslu (ya da pek hatırlamak ve hatırlanmak istemediği adıyla Emrullah Uslu) dün kendi web sitesinde ben ve SABAH Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek’le ilgili bazı iddia ve ithamlarda bulundu. Medya sitesi kılığına girmiş bir Postmodern Psikolojik Propaganda (PPP) sitesi ile kimi medya siteleri de Uslu’nun iftiralarını bizim cevabımızı dinlemeksizin alıntılayıp yayınladı.
Esasında Uslu’nun iddia ve ithamları normal koşullarda bir cevabı bile hak etmiyor. Ancak şu sıralar ülkenin içinde bulunduğu ‘özel’ koşullar bir açıklama yapmayı zorunlu kılıyor. Böylelikle hem mahallemize sonradan sonraya gelip meslektaşlarımıza çamur atan, onları yargıya hedef gösteren bu ‘çift meslekli’ zatın Venedik’te bir festivalde arakladığı çirkin ve habis maskeyi düşürmek, hem de cezaevine konulmadan önce haklarında kara propaganda yürütülen gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’a yapılanın bir benzerinin bize de yapıldığını duyurmak istiyorum. Bu açıklama yalnızca benim görüşlerimi içeriyor. Abdurrahman Şimşek, Uslu’ya yayınlayacağı belgelerle cevap vereceğini söyledi. “Ben belgeli konuşacağım,” dedi.
Şener ve Şık için ‘Ergenekon terör örgütüne yardım ettikleri’ iddiasını dillendirenlerden biri olan Uslu’nun -o bayağı kurgu yeteneğiyle- bizim için ima ettiği şey ise MİT’e yardım etmek. Uslu, ispat etmekle mükellef olduğu (Malum, müddei iddiasını ispatla mükelleftir) ve hiçbir zaman ispatlayamayacağı bu imasını/iddiasını kendi imgeleminden pek beklenmeyecek bir ‘buluş’ yaparak ‘Gazeteci Yeşil’ler alegorisi ile de süslemiş.
Madem Yeşil diyor, öyleyse Yeşil’le başlayalım. Türkiye tarihinde Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yapıp ettikleriyle ilgili en çok haber, yazı yazan, belge yayınlayan gazetecilerden biriyim. Bu yüzden Yeşil’in, muhtemelen halen CZ 75 tabanca (Onu yakından tanıyan birinin verdiği bilgiye göre kullandığı silah buymuş) ile birilerini infaz ettiği ve ıssız yerlere ‘paket’ bıraktığı bir dönemde onun adamları tarafından ölümle tehdit edildim. O zaman eli silah tutan Yeşil gibi bir ‘gladyatör’den korkmadık, şimdi kalem tutmasını bilmeyen Emre Uslu’dan mı korkacağız. Metalden korksaydık tayyareye binmezdik ki, Uslu sanırız bu dertten muzdarip. Zira bir uçağa atlayıp ülkemize teşrif etmiyor, edemiyor.
Hoş! Burada olduğu 28 Şubat sürecinde de memlekete polis ya da ‘non-yazar’ olarak ne tür bir hizmet verdiğini bilmiyoruz. Ben 28 Şubat sürecinden başlayarak en kritik dönemlerde MİT’i eleştirirken ve bu yüzden MİT yöneticileri tarafından ‘Teşkilat düşmanı’ ilan edilirken Emre Uslu nerede saklanıyordu? MİT, şimdi Uslu’nun pek sevdiği Özel Yetkili Mahkemelerin atası olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde hakkımda dava açtırırken Uslu ne yapıyordu? Hakkımda dava açan bir savcının hazırladığı iddianamede, “Cumhuriyet’i tehdit ettiği ileri sürülebilen bir gazetenin çocuk yaştaki bir muhabiri bu haberleri nereden almaktadır?” gibi absürt bir cümle bile yer alıyordu. Cumhuriyet düşmanı olarak görülen gazete, o dönemde çalıştığım Yeni Şafak’tı. O zaman 25 yaşındaydım, ama herhalde bu yaş, iddia makamı için gazetecilik açısından yeterli görülmemişti.
Bu, sadece bir örnek. Meslek hayatım boyunca yaptığım bütün haberler, yazdığım yazılar, kitaplar arşivlerde duruyor. Ben gazeteciyim ve aynı zamanda romancıyım. Gazeteci olarak öğrendiğimi yazarım. Romancı olarak da bilinçdışımdan gelenleri bilincimden süzerek yazıya dökerim. Yazı, kitap yazarım ama bunu hesapsız, kitapsız yaparım. Farzımuhal yazarken, masum insanları hedef göstermek, onları içeri attırmaya çalışmak gibi kalleşçe yollara başvurmam. Soyadlarında ‘us’ kelimesi geçtiği halde akıldan ve daha kötüsü vicdandan yoksun olanlar gibi başkalarının mağduriyeti üzerinden kendime ikbal üretmem.
Emre Uslu, şimdi bunu bizim için yapıyor. Peki, neden yapıyor, Uslu’nun bizi hedef göstermesine gerekçe olan tartışmanın asıl sebebi ne? Ex-polis, ‘non-yazar’ın, Kemal Sunal filmlerindeki kabadayılar gibi nasırına basılmışçasına bu kadar bağırmasına neden olan şeylerden biri yalnızca bir tweet. Daha doğrusu benim ‘retweet’ yaptığım, yani kendi takipçilerime gönderdiğim bir tweet. Benim değil, bir başkasının iddiasını aktardım. Twitter’ın yazılmamış kurallarından biri, “Bir cümleyi retweetlemek (RT) o cümledeki fikri paylaşmak anlamına gelmez”dir. İddiayı veya fikri ilginç bulabilirsiniz, bir karşı açıklamaya muhtaç olduğunu düşünebilirsiniz, doğru veya yanlış olarak yorumlayabilirsiniz. Bu, başka bir tartışmanın konusudur.
Benim takipçilerime gönderdiğim tweette Sefa Sar isimli kullanıcı, Uslu’nun 2007’de Stratfor Ortadoğu Sorumlusu Kamran Bokhari ile görüştüğünü iddia ediyordu. İddia doğru mu yanlış mı bilemem. Belki normalde görüşmesinde de bir tuhaflık yok. Sonradan sonraya ‘gazeteci’ olduğunu kabul edersek herkesle görüşebilir. Ama birileri hakkında “Gölge CIA Stratfor’la görüşüyor,” derken kendisinin görüştüğü ortaya çıkarsa bunun haber değeri vardır. Eğer teyit edilebilirse gazetelere de manşet olabilecek bir haberdir. Uslu, “Neden haber yapmıyorsunuz?” diyor. Biz gazeteciyiz, kendisi gibi psikolojik harekât yapmıyoruz. Teyit edilmemiş bir iddiayı haberleştirmeyiz.
Uslu bu konuda, “Ben ‘Stratfor’un adını Washington’da 2008’de duydum, kimse ciddiye almıyordu’ diye yazdım” diyerek kendini savunuyor. Sar, iddiasının arkasında durdu, Uslu yine ona cevap verdi ve tartışma böyle uzayıp gitti.
Uslu, bu tweetten dolayı herhalde parmaklarını iştahla çıtlatarak bilgisayar başına oturmuş ve çok iyi bildiği şeyi yapmış. Bizi hedef gösteren bir yazı yazmış. Bunu yaparken de “Bana saldırıyorlar,” diyor. “Saldırıda o kadar pervasızlaştılar ki, çok iddialı oldukları istihbaratı da bir kenara bırakıp, tamamen kara propaganda yöntemlerine başvurmaya başladılar.”
Birincisi kimsenin Uslu’ya saldırdığı yok. Ben zaten bir süredir Twitter’da Emre Uslu ile tartışmıyorum, tartışmayı gereksiz görüyorum. Bu durumda Uslu, Freud’un ‘zulüm görme paranoyası’ dediği şeyin bir benzerini yaşıyor olmalı. Ayrıca kara propaganda işi, bizim ihtisas alanımıza girmiyor. 1995’ten beri gazetecilik yapıyorum. Hiçbir meslektaşım hakkında iftira/karalama kampanyası yürütmedim. Böyle şeyleri sürekli yaptığı herkesçe malum ‘çift meslekli’ Emre Uslu, ‘yansıtma’ yapıyor. Yansıtma, psikolojide suçlunun veya kusurlunun kabahatini veya kusurunu gizlemek için büründüğü ruh halidir.
Uslu ayrıca yazısında bizi Oda TV’cilere de benzetmiş. Oda TV’ciler, vaktiyle Abdurrahman’a ‘şoför’, bana da ‘Fethullahçı’ demişlerdi. Tecellideki ironiye bakın ki 2007 yılında SABAH’ta MİT aleyhine bir yazı dizisi hazırladığım için ‘Fethullahçı’ olduğumu ima eden Cüneyt Özdemir (O zaman Oda TV’de Soner Yalçın’la çalışıyordu) şimdilerde cemaate ya da yeni adıyla camiaya gönül verenlerin sayısına ilişkin bence biraz fazla iyimser tahminlerde bulunuyor.
İşte bu yüzden Uslu, asla benzemeyeceğimiz kimselere ve çevrelere bizi benzetmesin. Hele kendisine hiç benzetmesin. Çünkü kendisi, kötü bir yazar, hatta yazar bile değil. Ama kötü yazıyor diye iftirasını görmezden gelmeyeceğiz. Öyle çamur atıp; 6-7 Eylül’de, Sivas’ta kitleleri galeyana getiren provokatörler gibi sıvışmak yok. İthamını ispat edecek. Şayet ispat etmezse onu ‘haysiyet fukarası’ ilan edeceğim.
Belki böylelikle -pek sanmıyorum ama- haber, yazı işçilerine saldırmadan önce durup birkaç kez düşünür. Bu haliyle haşhaş verilip suikasta gönderilen şuursuz Sabbahileri andırıyor çünkü. Kalemle gazeteci avına çıkıyor. Yani bizim silahımızla bizi vurmaya çalışıyor. Kalem senin neyine, hayatında kaç yazı yazdın, gazeteciliğin, yazının çilesini ne kadar çektin? Arsızca gelip, kendi mesleğini bize yamamaya ve işimizi bize öğretmeye kalkıyorsun. Üstelik biz seni ‘çift meslekli’ olduğun halde mahallemizde tolere ediyoruz. Kusurunu yüzüne vurmuyoruz. Biz sana hoşgörü gösterdikçe sen eline kalem verilince oturup alfabenin harflerini yazmaya çalışan efendi çocuklar gibi davranmak yerine, haylaz çocuklar misali defteri sadistçe delik deşik ediyorsun. O elindeki silah değil, kalem. Gerçi silah kullanmayı ne kadar biliyorsun, onu da bilmiyoruz. Mermiden bile korkmayan meslektaşların burada çatışmalara girip şehit olurken sen tayyare fobin olduğu için ülkene gelemiyorsun. Hadi gazeteci değilsin, yazar hiç değilsin. (Eğer sen yazarsan ben değilim.) Bari iyi bir polis olsaydın. Yeri geldiğinde ‘kötü polislik’ oynayan iyi bir polis olsan da kabulümüzdü. Ama meslektaşların da senden pek iyi bahsetmiyorlar. Biz de merak ediyoruz: Kaç tane suçlu yakaladın, kaç kriminal vaka çözdün? Bugüne kadar tek yaptığın, bizim mesleğimizi ve kendi meslektaşlarını kullanarak Nostradamus edasıyla felaketleri önceden bildirmek. Birkaç yerde haklı da çıktın. Bunu iyiye mi, kötüye mi yormalıyız onu bile bilmiyoruz. Senden kuşkulanıyoruz, sana güvenmiyoruz. Ama senden ve seni kullananlardan korkmuyoruz, korkmayacağız.
Artık eskisi gibi doğru terör falları açamadığın için bu aralar iyice öfkelenmiş durumdasın. Galiba seni sen yapan haber kanallarını, can damarlarını daralttılar. İşittiğimize göre kimse sana eskisi kadar bilgi vermiyormuş. Ya by-pass ameliyatı geçirip, daha mütevazı bir hayata razı olacak, kalbini yormadan yaşayacaksın ya da Drakula gibi dışarıdan kanla beslenmek gibi kötü yollara sapacaksın. Ama şunu bil: Bizim kanımızı ememezsin.
Fazla uzadı, son olarak geçtiğimiz hafta “Gömleği ‘manşet’li yayın yönetmeni” başlıklı yazımda mizahi bir dille eleştirdiğim Taraf Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’a bir çağrım var. Neticede biz gazeteciyiz, yazarız. Aynı işi yapıyoruz. Farklı düşünüyor olsak da birbirimizle o veya bu şekilde anlaşırız. Ama birine köşe açarken, bir romancı-yazar olarak işi biraz daha sıkı tutmasını rica ediyorum. Hiç olmazsa haberci/yazar adaylarına, “Haber değil, manipülasyon yaparsan ve kalemi doğru tutmaz da acemi kovboylar gibi sağa sola ateş edersen sana yazdırmam,” diye bir şart koşsun.
Çünkü kalem, kurşun gibidir. Ehil ellerde bulunmalıdır. Hatta öyle ki ruhsat, silah kullanmak için olduğu gibi kalem kullanmak için de zaruri olmalı. ‘Ex-polis’ Emre Uslu, bulunmaz bir silahı -kalemi- tecrübe ve adaptan yoksun biçimde kullanıyor. Ruhsuz ve ruhsatsızca…
Ferhat ÜNLÜ
MEDYARADAR/ÖZEL
İŞTE ÜNLÜ’NÜN O AÇIKLAMASI:
“Ex-polis, ‘non-gazeteci’ ve ‘non-yazar’ Emre Uslu (ya da pek hatırlamak ve hatırlanmak istemediği adıyla Emrullah Uslu) dün kendi web sitesinde ben ve SABAH Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek’le ilgili bazı iddia ve ithamlarda bulundu. Medya sitesi kılığına girmiş bir Postmodern Psikolojik Propaganda (PPP) sitesi ile kimi medya siteleri de Uslu’nun iftiralarını bizim cevabımızı dinlemeksizin alıntılayıp yayınladı.
Esasında Uslu’nun iddia ve ithamları normal koşullarda bir cevabı bile hak etmiyor. Ancak şu sıralar ülkenin içinde bulunduğu ‘özel’ koşullar bir açıklama yapmayı zorunlu kılıyor. Böylelikle hem mahallemize sonradan sonraya gelip meslektaşlarımıza çamur atan, onları yargıya hedef gösteren bu ‘çift meslekli’ zatın Venedik’te bir festivalde arakladığı çirkin ve habis maskeyi düşürmek, hem de cezaevine konulmadan önce haklarında kara propaganda yürütülen gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’a yapılanın bir benzerinin bize de yapıldığını duyurmak istiyorum. Bu açıklama yalnızca benim görüşlerimi içeriyor. Abdurrahman Şimşek, Uslu’ya yayınlayacağı belgelerle cevap vereceğini söyledi. “Ben belgeli konuşacağım,” dedi.
Şener ve Şık için ‘Ergenekon terör örgütüne yardım ettikleri’ iddiasını dillendirenlerden biri olan Uslu’nun -o bayağı kurgu yeteneğiyle- bizim için ima ettiği şey ise MİT’e yardım etmek. Uslu, ispat etmekle mükellef olduğu (Malum, müddei iddiasını ispatla mükelleftir) ve hiçbir zaman ispatlayamayacağı bu imasını/iddiasını kendi imgeleminden pek beklenmeyecek bir ‘buluş’ yaparak ‘Gazeteci Yeşil’ler alegorisi ile de süslemiş.
Madem Yeşil diyor, öyleyse Yeşil’le başlayalım. Türkiye tarihinde Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yapıp ettikleriyle ilgili en çok haber, yazı yazan, belge yayınlayan gazetecilerden biriyim. Bu yüzden Yeşil’in, muhtemelen halen CZ 75 tabanca (Onu yakından tanıyan birinin verdiği bilgiye göre kullandığı silah buymuş) ile birilerini infaz ettiği ve ıssız yerlere ‘paket’ bıraktığı bir dönemde onun adamları tarafından ölümle tehdit edildim. O zaman eli silah tutan Yeşil gibi bir ‘gladyatör’den korkmadık, şimdi kalem tutmasını bilmeyen Emre Uslu’dan mı korkacağız. Metalden korksaydık tayyareye binmezdik ki, Uslu sanırız bu dertten muzdarip. Zira bir uçağa atlayıp ülkemize teşrif etmiyor, edemiyor.
Hoş! Burada olduğu 28 Şubat sürecinde de memlekete polis ya da ‘non-yazar’ olarak ne tür bir hizmet verdiğini bilmiyoruz. Ben 28 Şubat sürecinden başlayarak en kritik dönemlerde MİT’i eleştirirken ve bu yüzden MİT yöneticileri tarafından ‘Teşkilat düşmanı’ ilan edilirken Emre Uslu nerede saklanıyordu? MİT, şimdi Uslu’nun pek sevdiği Özel Yetkili Mahkemelerin atası olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde hakkımda dava açtırırken Uslu ne yapıyordu? Hakkımda dava açan bir savcının hazırladığı iddianamede, “Cumhuriyet’i tehdit ettiği ileri sürülebilen bir gazetenin çocuk yaştaki bir muhabiri bu haberleri nereden almaktadır?” gibi absürt bir cümle bile yer alıyordu. Cumhuriyet düşmanı olarak görülen gazete, o dönemde çalıştığım Yeni Şafak’tı. O zaman 25 yaşındaydım, ama herhalde bu yaş, iddia makamı için gazetecilik açısından yeterli görülmemişti.
Bu, sadece bir örnek. Meslek hayatım boyunca yaptığım bütün haberler, yazdığım yazılar, kitaplar arşivlerde duruyor. Ben gazeteciyim ve aynı zamanda romancıyım. Gazeteci olarak öğrendiğimi yazarım. Romancı olarak da bilinçdışımdan gelenleri bilincimden süzerek yazıya dökerim. Yazı, kitap yazarım ama bunu hesapsız, kitapsız yaparım. Farzımuhal yazarken, masum insanları hedef göstermek, onları içeri attırmaya çalışmak gibi kalleşçe yollara başvurmam. Soyadlarında ‘us’ kelimesi geçtiği halde akıldan ve daha kötüsü vicdandan yoksun olanlar gibi başkalarının mağduriyeti üzerinden kendime ikbal üretmem.
Emre Uslu, şimdi bunu bizim için yapıyor. Peki, neden yapıyor, Uslu’nun bizi hedef göstermesine gerekçe olan tartışmanın asıl sebebi ne? Ex-polis, ‘non-yazar’ın, Kemal Sunal filmlerindeki kabadayılar gibi nasırına basılmışçasına bu kadar bağırmasına neden olan şeylerden biri yalnızca bir tweet. Daha doğrusu benim ‘retweet’ yaptığım, yani kendi takipçilerime gönderdiğim bir tweet. Benim değil, bir başkasının iddiasını aktardım. Twitter’ın yazılmamış kurallarından biri, “Bir cümleyi retweetlemek (RT) o cümledeki fikri paylaşmak anlamına gelmez”dir. İddiayı veya fikri ilginç bulabilirsiniz, bir karşı açıklamaya muhtaç olduğunu düşünebilirsiniz, doğru veya yanlış olarak yorumlayabilirsiniz. Bu, başka bir tartışmanın konusudur.
Benim takipçilerime gönderdiğim tweette Sefa Sar isimli kullanıcı, Uslu’nun 2007’de Stratfor Ortadoğu Sorumlusu Kamran Bokhari ile görüştüğünü iddia ediyordu. İddia doğru mu yanlış mı bilemem. Belki normalde görüşmesinde de bir tuhaflık yok. Sonradan sonraya ‘gazeteci’ olduğunu kabul edersek herkesle görüşebilir. Ama birileri hakkında “Gölge CIA Stratfor’la görüşüyor,” derken kendisinin görüştüğü ortaya çıkarsa bunun haber değeri vardır. Eğer teyit edilebilirse gazetelere de manşet olabilecek bir haberdir. Uslu, “Neden haber yapmıyorsunuz?” diyor. Biz gazeteciyiz, kendisi gibi psikolojik harekât yapmıyoruz. Teyit edilmemiş bir iddiayı haberleştirmeyiz.
Uslu bu konuda, “Ben ‘Stratfor’un adını Washington’da 2008’de duydum, kimse ciddiye almıyordu’ diye yazdım” diyerek kendini savunuyor. Sar, iddiasının arkasında durdu, Uslu yine ona cevap verdi ve tartışma böyle uzayıp gitti.
Uslu, bu tweetten dolayı herhalde parmaklarını iştahla çıtlatarak bilgisayar başına oturmuş ve çok iyi bildiği şeyi yapmış. Bizi hedef gösteren bir yazı yazmış. Bunu yaparken de “Bana saldırıyorlar,” diyor. “Saldırıda o kadar pervasızlaştılar ki, çok iddialı oldukları istihbaratı da bir kenara bırakıp, tamamen kara propaganda yöntemlerine başvurmaya başladılar.”
Birincisi kimsenin Uslu’ya saldırdığı yok. Ben zaten bir süredir Twitter’da Emre Uslu ile tartışmıyorum, tartışmayı gereksiz görüyorum. Bu durumda Uslu, Freud’un ‘zulüm görme paranoyası’ dediği şeyin bir benzerini yaşıyor olmalı. Ayrıca kara propaganda işi, bizim ihtisas alanımıza girmiyor. 1995’ten beri gazetecilik yapıyorum. Hiçbir meslektaşım hakkında iftira/karalama kampanyası yürütmedim. Böyle şeyleri sürekli yaptığı herkesçe malum ‘çift meslekli’ Emre Uslu, ‘yansıtma’ yapıyor. Yansıtma, psikolojide suçlunun veya kusurlunun kabahatini veya kusurunu gizlemek için büründüğü ruh halidir.
Uslu ayrıca yazısında bizi Oda TV’cilere de benzetmiş. Oda TV’ciler, vaktiyle Abdurrahman’a ‘şoför’, bana da ‘Fethullahçı’ demişlerdi. Tecellideki ironiye bakın ki 2007 yılında SABAH’ta MİT aleyhine bir yazı dizisi hazırladığım için ‘Fethullahçı’ olduğumu ima eden Cüneyt Özdemir (O zaman Oda TV’de Soner Yalçın’la çalışıyordu) şimdilerde cemaate ya da yeni adıyla camiaya gönül verenlerin sayısına ilişkin bence biraz fazla iyimser tahminlerde bulunuyor.
İşte bu yüzden Uslu, asla benzemeyeceğimiz kimselere ve çevrelere bizi benzetmesin. Hele kendisine hiç benzetmesin. Çünkü kendisi, kötü bir yazar, hatta yazar bile değil. Ama kötü yazıyor diye iftirasını görmezden gelmeyeceğiz. Öyle çamur atıp; 6-7 Eylül’de, Sivas’ta kitleleri galeyana getiren provokatörler gibi sıvışmak yok. İthamını ispat edecek. Şayet ispat etmezse onu ‘haysiyet fukarası’ ilan edeceğim.
Belki böylelikle -pek sanmıyorum ama- haber, yazı işçilerine saldırmadan önce durup birkaç kez düşünür. Bu haliyle haşhaş verilip suikasta gönderilen şuursuz Sabbahileri andırıyor çünkü. Kalemle gazeteci avına çıkıyor. Yani bizim silahımızla bizi vurmaya çalışıyor. Kalem senin neyine, hayatında kaç yazı yazdın, gazeteciliğin, yazının çilesini ne kadar çektin? Arsızca gelip, kendi mesleğini bize yamamaya ve işimizi bize öğretmeye kalkıyorsun. Üstelik biz seni ‘çift meslekli’ olduğun halde mahallemizde tolere ediyoruz. Kusurunu yüzüne vurmuyoruz. Biz sana hoşgörü gösterdikçe sen eline kalem verilince oturup alfabenin harflerini yazmaya çalışan efendi çocuklar gibi davranmak yerine, haylaz çocuklar misali defteri sadistçe delik deşik ediyorsun. O elindeki silah değil, kalem. Gerçi silah kullanmayı ne kadar biliyorsun, onu da bilmiyoruz. Mermiden bile korkmayan meslektaşların burada çatışmalara girip şehit olurken sen tayyare fobin olduğu için ülkene gelemiyorsun. Hadi gazeteci değilsin, yazar hiç değilsin. (Eğer sen yazarsan ben değilim.) Bari iyi bir polis olsaydın. Yeri geldiğinde ‘kötü polislik’ oynayan iyi bir polis olsan da kabulümüzdü. Ama meslektaşların da senden pek iyi bahsetmiyorlar. Biz de merak ediyoruz: Kaç tane suçlu yakaladın, kaç kriminal vaka çözdün? Bugüne kadar tek yaptığın, bizim mesleğimizi ve kendi meslektaşlarını kullanarak Nostradamus edasıyla felaketleri önceden bildirmek. Birkaç yerde haklı da çıktın. Bunu iyiye mi, kötüye mi yormalıyız onu bile bilmiyoruz. Senden kuşkulanıyoruz, sana güvenmiyoruz. Ama senden ve seni kullananlardan korkmuyoruz, korkmayacağız.
Artık eskisi gibi doğru terör falları açamadığın için bu aralar iyice öfkelenmiş durumdasın. Galiba seni sen yapan haber kanallarını, can damarlarını daralttılar. İşittiğimize göre kimse sana eskisi kadar bilgi vermiyormuş. Ya by-pass ameliyatı geçirip, daha mütevazı bir hayata razı olacak, kalbini yormadan yaşayacaksın ya da Drakula gibi dışarıdan kanla beslenmek gibi kötü yollara sapacaksın. Ama şunu bil: Bizim kanımızı ememezsin.
Fazla uzadı, son olarak geçtiğimiz hafta “Gömleği ‘manşet’li yayın yönetmeni” başlıklı yazımda mizahi bir dille eleştirdiğim Taraf Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’a bir çağrım var. Neticede biz gazeteciyiz, yazarız. Aynı işi yapıyoruz. Farklı düşünüyor olsak da birbirimizle o veya bu şekilde anlaşırız. Ama birine köşe açarken, bir romancı-yazar olarak işi biraz daha sıkı tutmasını rica ediyorum. Hiç olmazsa haberci/yazar adaylarına, “Haber değil, manipülasyon yaparsan ve kalemi doğru tutmaz da acemi kovboylar gibi sağa sola ateş edersen sana yazdırmam,” diye bir şart koşsun.
Çünkü kalem, kurşun gibidir. Ehil ellerde bulunmalıdır. Hatta öyle ki ruhsat, silah kullanmak için olduğu gibi kalem kullanmak için de zaruri olmalı. ‘Ex-polis’ Emre Uslu, bulunmaz bir silahı -kalemi- tecrübe ve adaptan yoksun biçimde kullanıyor. Ruhsuz ve ruhsatsızca…
Ferhat ÜNLÜ
MEDYARADAR/ÖZEL