EMİNE AYNA KENDİSİNDEN 'NEFRET EDEN' AHMET HAKAN İÇİN NE SÖYLEDİ?
Kürt siyasetinin 'şahinlerinden' sayılan Emine Ayna gerçekte öyle bir kişi olmadığını söylüyor. Peki kendisinden 'nefret ettiğini' söyleyen Ahmet Hakan ile ilgili neler söyledi?
Devlet beni şahin diye pazarlıyor
"Devletin bunu bilinçli olarak pazarladığını biliyorum" diyen Ayna’ya göre, hedefe konulmasında kadın olmasının da payı var.
Silvan olayını DTK’nın ilanından önce mi sonra mı öğrendiniz?
Akşam, toplantıdan çıktıktan sonra öğrendim ve eyvah dedim. Hem 13 insanın canı için, hem de demokratik özerklik ilanıyla aynı güne denk gelmesinin nedenini anladığım için.
Böyle bir durumda ilk, kalbinizle mi beyninizle mi tepki veriyorsunuz?
İlk başta aklıma gelen ölen insanların canıydı. Ben asker öldüğünde de gerilla öldüğünde de üzülüyorum. Ama bunu siyaseten söylemiyorum.
Niye?
Savaş ölüm demektir. PKK de, gerilla da, Türkiye devleti de savaşırken bunu biliyor. Ama asker bilmiyor. Çünkü 19-20 yaşındadır ve zorunlu olarak askere alınır. Acemi birliğe geldiği zaman biraz fark ettiğinde dua eder; inşallah ‘oralara’ düşmem diye. Ama gerilla savaşa gittiğini bilerek gidiyor, bu yüzden ben ikisi için de üzülüyorum. Bir buçuk ay önce operasyon sonucunda 12 gerilla öldü. Cenazelerine gittim. Oradaki ruh hali neydi biliyor musunuz? Beklentisizlik! Yani bir yandan devlet Öcalan’la görüşüyor, diğer yandan gelip benim çocuğumu öldürüyor. O zaman bu görüşmenin bir anlamı yoktur diyorlardı. Savaş o evlerde meşrulaşıyor. Aynı şekilde biliyorum ki benzer bir hissiyat Silvan’daki olaydan sonra Türk ailelerinde yaşanıyor.
Hiç şehit cenazesine gittiniz mi?
Gitmedim çünkü karşılaşacağım tepkinin farkındayım. Bana ‘Sen öldürüyorsun’ diyecek çünkü devletin ve medyanın yarattığı algı bu. Kürt ailelerinin neredeyse hepsinde bir cenaze, acı vardır. Buna rağmen Türklere karşı kin beslemiyorlarsa, 12 gerilla öldüğünde şehrindeki bir Türk’ten hıncını almaya yönelmiyorsa, nedeni bizlerin gittiğimiz cenazelerde barışı öne çıkarmamızdır. Hiçbir zaman ayrılmayı, kopmayı, kini körüklemedik. Ne askere karşı ne de Türk halkına karşı. Ama askerlerin cenazesinden sonra basın ve siyasiler kini, nefreti körüklüyor.
Ben iki cenazeye de katıldım; ikisinin de sloganı ‘Şehitler Ölmez’… Mesaj aynı değil mi?
Hayır, şehit cenazelerinden sonra Ahmet Kaya dinleyen Kürtler dövülür, bir inşaatta mahsur kalan Kürt işçilerin etrafı sarılır. Çünkü nefret ortamı yaratılır. Kürt ölümlerinden sonra bu yoktur.
Türklerin hassasiyetleri sizi ne kadar ilgilendiriyor? Demeç verirken bunu hesaba katıyor musunuz?
Türk hassasiyeti yok, devlet hassasiyeti var. Bugün sokaktaki bir Türk’e “Senin anadilde eğitim hakkın var, bir Kürt’ün de olsa” deseniz, eminim olsun der. Eğitim sistemi devletin bekası ve devamlılığı üstüne kurulduğundan bir mühendis ya da doktor da böyle şekillenir. O zaman da nereye gidersen git karşına çıkan algı Türk hassasiyeti değil devlet hassasiyetidir. İnsanları sokağa döken de budur. Devlet zihniyetini değiştirir, tüm psikolojik savaş aygıtlarını çözüm aygıtlarına dönüştürürse 1 hafta içinde her şey değişir. 1 hafta diyorum!
Cenazelerin ertesinde özerklik hakkımız diyorsunuz, DTP kapatıldıktan sonra taban dağa çıkın mesajı verdi diyorsunuz… Bunlar yangına körükle gitmek değil mi?
Bu duygu çok zor işte. Kapatılma sürecinde halk “Devlet çözümden, laftan anlamıyor, nedir siyaset, nedir Ankara” diyordu. Şimdi de boykotu destekliyorlar. Ben bunları herkesin kulağı duysun diye söylüyorum, illa dikine gitmek için değil. Çünkü Ankara’nın değil, sadece benim kulağım duyduğunda bir şey ifade etmiyor. Vekilliğin düşürülmesi ya da tutuklu vekillerin halkta yarattığı tepkiyi göstermek istiyorum. Tabii ben böyle konuşunca devlet de bunu istediği gibi kullanıyor. Savaş devlet açısından sadece askeri yöntemlerle değil, basın yoluyla, psikolojik yöntemlerle de yürütülüyor. Madem öyle, ona göre konuş diyeceksin. Ben gerçekleri söylediğim, bir durumdan haber verdiğim için geri durmam.
19 yaşında ölen PKK’li Mazlum’un cenazesinde yine serttiniz. Siyasette ayakta kalmak için kabuk bağlayan kadınlardan mısınız?
Hayır. Benimle ilgili belli ki bir imaj oluşmuş ama şöyle yaparsam bu imajı değiştiririm gibi hesaplarla yaşayamam. Ben sorunun adını koyuyorum. Bu kimilerinin hoşuna gitmiyor. Sırf yumuşak görüneyim diye sokaklarda çocukları kucağıma alamam ki. Biliyor musun, ben Mazlum’un ölümünü duyduğumda çok ağladım ama cenazede değil. Çünkü dikkat ettiysen oradaki kadınların çoğu da ağlamadan duruyordu. Gözüme yaş gelse yine de ağlardım, sert görüneyim diye de çaba harcadığımı sanma. Gelmedi, ağlamadım. Böyleyim. Aksi rol olur.
Peki göründüğünüz kadar sert ve şahin misiniz?
Değilim, gerçekten. Devletin bunu bilinçli olarak böyle pazarladığını biliyorum. Bizim içimize bilinçli olarak oynadığını da. İçimizden birilerini iyi, birilerini güvercin, birilerini de şahin olarak göstermek istiyor. Bu bir parçalama taktiği. Çünkü Kürtlerin ortaklaşa irade göstermesini istemiyor. Bu oyunda şahin de ben olmuşum. Yadırgamadım.
Niye?
Çünkü kadına vurmak, kadını hedef göstermek daha kolaydır. Siyaset yapan erkekler daha rahat. Akşam olur basınla yemeğe gider. Kadın evine. Bu bireysel ilişkiler, kadının giremediği sosyal ağlar erkeğe vurmayı zorlaştırır. Erkekle ilgili bir eleştiri yazacakken diline dikkat ederler ama kadına gelince hiç… Çünkü onunla sosyal bir ilişkisi yoktur. Diğer bir yandan şu da var; aile ortamında da bulunduğum her yerde, göze çarpan, görünen biri oldum. Ha sen görünen biriysen, benim istediğim gibi konuş! Olur mu öyle şey. Ben devletin uygun göreceği şekilde konuşacaksam siyaseten niye varım? Silik de durmam, direnirim. Bunun karşılığı şahin olmaksa, ne yapayım.
Ahmet Hakan’ın Emine Ayna’dan nefretimin nedenleri yazısını okuyunca ne hissettiniz?
Cidden moralim bozulmadı. Belki sen yazsan bozulurdum! Çünkü biliyorum ki, Ahmet Hakan Roj TV’ye verdiğim röportajın tamamını izlemedi, benimle bugüne kadar hiç yüz yüze gelmedi, ortak mekânda bulunmadı. Buna rağmen benden nefret etmesinin onca sebebi varsa bir şey diyemem.
Duygusal açıdan yıpranmıyor musunuz?
İzin vermiyorum buna. Verirsem, psikolojim bozulur, siyaset yapamam. 30 yıldır süren bir savaş ve bunun yarattığı çeşitli devlet refleksleri var. Kürt cahildir, Türk Kürt’ü yönetir vs. Mesela Meclis’e girdiğimizde biz sekiz kadın vekille ilgili yazılan ilk şeyi asla unutamıyorum. Giyinmeyi bilen kadınlar olarak yazıldık. Şık anlamında filan söylemiyor. Alt metni şuydu: Bunlar nereden çıktı, Meclis’te konuşuyorlar, giyiniyorlar, Kürt kadınları bunu nasıl yapar? Bunların hepsiyle ilintili bana yaklaşım. Beni tanıyanlar lanse edildiği gibi bir kadın olmadığımı biliyor, o da bana yetiyor.
Marksist misiniz?
Hayır, kapitalist değilim. Özel mülkiyete karşıyım. Maaşımı yerim, asla yatırım yapmam. Bir ev, araba alayım demem.
Ömer Ayna’nın yeğeni olmak?
Öldüğünde dört yaşındaydım. Bir kez cezaevinde görüşe götürmüşlerdi, hayal meyal hatırlarım. Elbette aileyi şekillendirdi. Politik ve çok okuyan bir aileyiz. Annemle babamın başucunda hâlâ sıra sıra kitap dizilidir. Amcam hep konuşulurdu evde. Başından geçenleri bütün taraflarına sorarak, okuyarak öğrendim. Gençliğimde neredeyse bütün sol örgütlere girdim çıktım. Muhakkak hepsinde bir Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve Ömer Ayna resmi olurdu. Tuhaf bir gurur benim için. O günlerin çok faydası oldu siyasi derinlik açısından. Her fraksiyonun bana sempatisi olduğundan, ben hiç partizan olmadım. Mao’yu da okudum, Kıvılcımlı’yı da. Belki de bu zenginlik sistemi daha rahat çözmek ve bana yönelen saldırıların altyapısını görmek açısından yardımcı olmuştur.
Demokratik özerkliği DTK da netleştirmedi
Van’da dört gün kapanıp demokratik özerkliğin detaylarını mı konuştunuz?
Öne çıkarmamak koşuluyla şunu söyleyeyim: Demokratik özerkliği biz ilan etmedik.
DTK Kürdistan’daki bütün sivil toplum örgütlerinden ve halktan oluşan, 800 delegeli bir kongre. DTK’nın söyledikleri bize ters değil ve biz de o kongrenin çatısı altındaki siyasi partiyiz. Ama bize hiçbir zaman diktesi yoktur. Kimseye yoktur, sadece çağrıları olabilir.
Çünkü DTK bir coğrafyanın siyasal anlamda çatısını oluşturmaya çalışıyor. BDP bir siyasi parti olarak demokratik özerklik ilan ediyoruz diyemez. DTK’nın demokratik özerklik ilanını desteklememizin en önemli sebebi bunun Türkiye’nin bütünündeki demokratikleşmeye katkı sağlayacağını düşünmemizden.
Demokratik özerklik hangi illeri kapsayacak, nasıl işleyecek sorularının cevaplarını niye BDP vekillerinden net alamıyoruz?
Çünkü DTK da henüz bunu netleştirmedi. Önümüzdeki hafta genel kurulu yapılacak, eminim ki orada bu tartışmalar daha da somutlaşacak.
Ben ilanı siyasal anlamda bir ilan olarak alıyorum. Teknik ve vergi gibi idari boyutlarını irdelemenin daha vakti var. Şu anda mahalle ve halk meclislerini kurarak halkı siyasete dahil etme projesi bu. DTK’nın yaptığı Ankara’nın tekçiliğine bir cevaptır.
Sen eğer anayasa yapma sürecine beni katmayacaksan kendim yapıyorum diyor. Bu Ankara’ya söylenen bir sözdür. Demokratik özerkliğin elbette içeriği tartışılır, Ankara’yla tartışmadan nasıl yasallaşacak, içeriği nasıl oluşacak zaten.
Ama siz ‘Talep etmiyoruz, hakkımızı alıyoruz’ dediniz. Bu tartışmaya meyilli bir tavır mı?
Kültürel haklar verelim diyorlar ama bu yönetime ortaklık anlamına gelmez ki. Beş ailenin ortak kurduğu bir şirket düşünün. Sonra bir aile çıkıyor, bu şirket benim, siz işçisiniz diyor. Eğer birlikte kurduysak birlikte yöneteceğiz.
Siz BDP olarak Meclis’te birlikte yönetmiyor musunuz?
Öyle olmuyor. Şirket örneğine devam edersek... Özerklikteki amacımız şu: Sahibi ne Türk ailesi ne de Kürt ailesi görünsün. Çünkü bu, diğer kurucu aileleri yok sayar. Sahibi bölümüne demokratik ulus diyelim. Ulus kavramını soya bağlamayalım.
Ezgi Başaran/ Radikal