ELİF ÇAKIR'DAN ORAY EĞİN'E BOZUK SAAT BENZETMESİ!
Star Gazetesi yazarı Elif Çakır, Oray Eğin ve Yılmaz Özdil'i çok ağır ifadelerle eleştirdi..
Böyle olur yandaşın sonradan dönmesi!
Hani bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir misali, Oray Eğin de “Bu bir Erdoğan güzellemesi değildir” başlıklı geçen günkü yazısında Başbakanın hakkını teslim etme gereği hissetmiş! (Laf aramızda, bozuk saatlere “ayarı bozuk” saatlerden daha fazla güvenirim. Çünkü bozuk saati bilirsiniz ve ona göre bir program yapmazsınız, ama ayarı bozuk saatler hiçbir zaman doğruyu göstermedikleri için daha tehlikelidir! Bu da bir Oray Eğin güzellemesi değildir!)
Tıpkı Oray’ın eleştirdiği Sebahattin Önkibar’ın komplo teorisi gibi. Güya, Başbakanın okuduğu şiir yüzünden hapse girmesi de bir Amerikan projesiymiş de, bunu 28 Şubat generalleriyle birlikte planlamışlar!..
İnsanın aklının ayarı bozulunca nasıl uçsuz bucaksız vadilerde sermest dolaştığına en büyük delil bu olsa gerek.
Bu kadarını Oray bile kaldıramamış ki, “Bütün bunları doğru kabul etsek bile bugün Türkiye tarihinin en önemli figürlerinden biri olmasında Erdoğan’ın bireysel başarısını da görmezden gelemeyiz.” diyerek kendisini Başbakanın bir hakkını teslim etmek durumunda hissetmiş. Hatta hakkı teslim etmekten ileri geçip, “üçüncü kez ve rekor oyla” iktidara geleceğini ilan bile etmiş. Demek ki o da, “yürü be Gandi kim tutar seni” haykırışlarına pek inanamamış.
“Bunu yapabilecek güce erişmek sadece dış dinamiklerle mümkün değil...” diyor Oray Eğin, gayet haklı olarak, sonra da Başbakanın özelliklerini sıralıyor:
“Çok iyi konuşuyor, uzun boylu, fit ve enerjik, zeki ve esprili... Çalışkan, disiplinli...”
“... Dahası, onun liderliği için bir Amerikan planına da gerek yoktu.”
Tamam, bütün bunları Oray’ın yazdığı gibi “Erdoğan güzellemesi” olarak değerlendirmeyelim de, ben bir aralar kendisinin yazdığı “yandaş gazeteciler sınıflamasını” hatırladım yine de.
“Yüzde yüz yandaşlar”, “rafine yandaşlar”, “gizli yandaşlar” olarak tasnif etmişti...
İlk ikisindeki tanımları kolay anlaşılıyordu ama, ben şu üçüncüde tarif ettiği tipleri pek anlayamamıştım:
“Gizli yandaşlar: Onları muhalif, iktidarın üzerini çizdiği yazarlar zannederiz. Genellikle Başbakan’ı, hükümeti, icraatları eleştirirler. Kendilerine göre bir hesapları vardır: Yüzde 80 eleştiri, yüzde 20 övgü... Ama o yüzde 20 yok mu... En kritik anlarda verdikleri destek yüzde 80’lik eleştirilerini unutturur bile.”
Oray’ın da içinde bulunduğu çetenin “kanka devşirme yöntemi” olarak da kullandıklarını bildiğim bu yöntem, aslında bütün zamanların en iyi yöntemidir de, artık deşifre oldunuz.
Ha birde bu kadar hızlı geçişler baş döndürür benden hatırlatması!
Sağlam kalem, sağlam kafa!
Ben ciddi anlamda “muhalif” olmayı önemseyen “muhalif zihinleri” dikkate alan birisiyim.
Ancak muhalif olmak “çarşı herşeye karşı” mantığı demek değildir.
Adı ister Bekir olsun, isterse Emin ya da Yılmaz... Toplum nezdinde varsa bir karşılığı, okurlar kendi vicdanlarında mahkum etmediği sürece, yok saymadığı sürece, kendilerini okuyan üç kişi bile olsa, gazete patronları da bu üç kişiyi önemseyerek gazetesinde iş veriyorsa, yazdırıyorsa saygı duyarım.
Fakat kimileri var ki, hayatını baştan aşağı kuşatmış faşist zihinlerini, ırkçılıklarını, sıraladıkları doğruların içine bir cümlede döküveriyorlar. Kalemleri ellerinde silaha dönüşüyor, cümleleri küfre.
Çünkü onlar rakiplerini hep “kafadan vurmak” eğilimindedirler. Fikir mücadelesi gibi görünen satırlarının altında hep aynı faşist “yok etme” duygusu vardır.
Bakınız işte, Hürriyet gazetesinin üçüncü sayfa yazarına... Kendisi küfürlerden, aşağılanmalardan beslendiğinden olsa gerek kafaları başka türlü çalışmıyor.
Yoksa, hangi kafası sağlam birisi, tutup da, ölüm kalım savaşı veren, çocuğu “şimdi değil baba” diye gözyaşı dökerken, herşeyden önce bir insan için “kafadan vurdular, ki belki dank eder” yazabilir ki!
Elif ÇAKIR / www.stargazete.com