"ELİF ÇAKIR HAKLIYDI,LAİK CEHALETİMİZDEN UTANDIK!.." YASEMİN ÇONGAR'DAN TARAF'A "AKVARYUM" BENZETMESİ!..
Taraf'ın "Tanrı dinlenirken" ve "Hac dönüşü domuz gribi paniği" manşetleri gazete yazarı Elif Çakır'ı çileden çıkartmıştı.Çakır'ın dünkü yazısına genel yayın yönetmen yardımcısı Yasemin Çongar bugün cevap verdi.
Atatürk, Tanrı, Gülsüm vesaire...
Teras kapısının ardına kadar açık kaldığı sıcak gecelerin sabahında, genellikle uzaklardan gelen gemiler uyandırıyor beni; Boğaz´a girmeden önce, kıçlarını Marmara´ya verip şehri süzerek siren çalıyor bazısı, bazısı da Karaköy´e demirlemeye hazır olduğunu haber veriyor sabırsızca.
Dün bütün bir geceyi ayakta geçirip ancak şafak vakti uyuyunca gemileri de es geçmişim; kasıtsız bir kanon halinde söylenen marşların kakofonisine biraz geççe uyandım ki, kızım terastan aşağı yarı beline kadar sarkmış alt sokaktaki Cihangir İlköğretim Okulu´nun 19 Mayıs törenini seyrediyor...
Onu, terasın kenarından uzaklaştırmak için telaşla hamle yaptığımı görünce, "Bak anne" dedi hemen, "Çocuklar Günü´nün adamıyla ilgili bir şeyler söylüyorlar yine."
Öztürkçeleştirilmiş ve bu sayede, bu tür bütün ezberler gibi kelimelerinin anlamına değil sadece, sesine de yabancılaşarak tekrarlanması garantiye alınmış bir "Gençliğe Hitabe" uğultusu yükseliyordu aşağıdan.
Güldüm.
Atatürk´ün, kızım için, son 23 Nisan´da çat pat duyduklarından mülhem bir "Çocuklar Günü´nün adamı" olarak kalmasına itirazım yok şimdilik.
Kurtuluş Savaşı´nın parça parça uydurulmuş hikâyesini, Atatürk´ün gerçekleri parça parça unutturulmuş hayatını, "inkılâp tarihi" adı altında öğrenip de gerçek sanmasın varsın.
Taze aklı, en azından bir süre daha, cehaletin özgürleştirici etkisinde kalsın.
***
Zihnimizin o en başlardaki "tabula rasa" halinden daha özgür bir evremiz oldu mu ki bizim?
Gerçeğin ideolojiyle işlenip tanınmaz hale getirilmiş bir versiyonu olan "bilgi" ile henüz kirletilmemiş o "boş levha" cehaleti içinde daha yaratıcı değil miydi zihinlerimiz?
Bilmeyen, eğitilmemiş cahiller olmaktan yanlış bilen zira iyi eğitilmiş cahiller olmaya uzanırken nasıl da daralıp kaldık; görmüyor musunuz, bunalmıyor musunuz?
Devletin makbulünü "matah" sanmaktan, resmî tarihi "olmuş" sanmaktan, bizi içine soktukları kalıbı "kâinat" sanmaktan sıkılmıyor musunuz?
Öyle Türk, öyle Sünni, öyle laik bir kalıp ki bu, bir köşesinden taşsak, diğer köşesine sıkışıyoruz.
Mesela dün, dindarlığını devletin emrettiği gibi yaşamama cesaretini ve becerisini göstermiş bir arkadaşımız, laik cehaletten kurtarabildiği kafasıyla uyarıyordu bizi; ona "hac" denmez, "umre" denir; hac dediğin Kurban Bayramı´na denk düşer diye.
Elif Çakır haklıydı, tabii; yazıişlerinde kalıbın laik köşesine fena sıkışmıştık, laik cehaletimizden utandık.
Ama ben, Elif´le aslında aynı kaderi paylaştığımızı da hissettim, yazısını okurken.
Anladım ki, kalıbının laik köşesini esnetme başarısını gösterirken, Sünni köşesine sıkışınca insan, Tanrı´nın altı gün çalışıp yedinci gün dinlenmesine de "hurafe" deyip geçebiliyor.
"İslam´da yeri yoktur" demek başka...
Elif böyle deseydi, yerden göğe haklıydı, tabii.
Ama İslam´ın da "kutsal kitap" saydığı Tevrat´ın / Eski Ahit´in "Rab gökleri ve yeri altı günde yarattı ve yedinci gün de rahat etti ve dinlendi" diye yazmasını yok sayıp "bir kısım insanlar söylemişlerdi, söylenti yayıla yayıla hurafe oldu, zaten o dinlerin miadı da bu yüzden doldu" diye yazması, duraksattı beni...
"Sünni" bir gazetenin "Sünni" reflekslerine bağlı olmama özgürlüğümüzün kıymetini hatırlattı.
***
Taraf, "Türk, Sünni ve laik" cenderesini zorlayabildiği için farklı bir gazete.
"Türkiye Türklerindir" sanan gazetelerin milliyetçi reflekslerinden âzâde olma ayrıcalığına sahibiz biz.
Atatürk büstünü kırdı diye Gülsüm İnek´i sürgüne gönderen zihniyeti 19 Mayıs´ta sürmanşetten sorgulayabilmemiz bu sayede mümkün.
Kürtleri, gayrımüslimleri "birinci sınıf" vatandaş addetmeyen Anayasa´nın "değişmez" denen maddelerinin değişmesini bu sayede talep edebiliyoruz.
"Tanrı dinlenirken" diye manşet atıp, altına "bazı dinlerin inancına göre" yazmaktan yüksünmememiz de bu sayede.
***
Dün Danimarka´dan, kalabalık bir grup genç gazeteci gelmişti Taraf´a; konuşuyorduk.
"Bu kadar milliyetçi bir medyanın ortasında, milliyetçi olmamayı nasıl başarıyorsunuz" diye sordular.
"Kemalizmi `din´e, Atatürk´ü `tanrı´ya dönüştürmüş bir rejimde, hem İslamcı hem kemalist olmamayı nasıl başarıyorsunuz" diye sordular.
Sonra içlerinden biri; "Taraf´ın yazıişlerinde çalışanların dünya görüşleri, dinsel inançları hep aynı mı" diye sordu.
Aklımdan sayarak cevap verdim:
"Bütün arkadaşlarımız genelde daha fazla demokrasi, daha geniş özgürlük ister. Ama içimizden iki kişi inanmış Müslüman; birimiz inanmış Hıristiyan. Aramızda, Tanrı´ya inandığını söyleyen ama ziyadesiyle laik ve dinden kopuk bir `kemalist´imiz de var; iki adet Tanrı´ya inançsız anti-kemalistimiz de."
Akvaryumdaki farklı balık türlerini saydığım hissine kapıldım sonra; gülüverdim.
Danimarkalı gazeteciler de güldüler.
Böyle karşılıklı gülerken anlamadığımı, onlar gidip de Rengin Soysal´ın dünkü Taraf´ta yayımlanan o çok yerinde "melezliğe övgü" yazısını okurken anladım:
Resmî eğitimle kazanılmış cehaletlerimizi herbirimiz farklı yerlerden kırmaya çalışırken birbirimizin cehaletini daha iyi fark edebiliyor, bu sayede kendi cehaletimizle daha kolay yüzleşebiliyoruz sanırım.
Zira "melez" bir gazeteyiz biz.
Ve hayatın başlangıcındaki cehalet gibi, melezliğin de özgürleştirici bir yanı var.
Yasemin Çongar/TARAF