Ekrem Dumanlı'dan sansür ve baskı isyanı: Zaman'ı durduramazsınız!
FKM’de gazete okurlarıyla yazarları bir araya getiren ve deyim yerindeyse Zaman'ın gövde gösterisi olan etkinlik sonrasında Dumanlı bugün köşesinden "Zamanı durduramazsınız" dedi...
"İçini boşaltın bu gazetenin!" Böyle ferman edildi. İstendi ki
yazarları birer birer kopup gitsin gazeteden. Editörler terk etsin
Tefekkür Burcu'nu. Muhabirler ardına bakmadan uzaklaşsın çeyrek
asrı aşan düşünce merkezinden. Teklifler yapıldı, taltifler
sunuldu, teşvikler devreye sokuldu; bu tarz çalışmalar sonuç
vermeyince tehditler savruldu, takbihler yapıldı."
Zaman genel yayın müdürü Ekrem Dumanlı bugün
köşesinden böyle seslendi okurlarına. Geçen hafta üç gün boyunca
FKM’de gazete okurlarıyla yazarları bir araya getiren ve deyim
yerindeyse Zaman'ın gövde gösterisi olan etkinlik sonrasında
Dumanlı "Zamanı durduramazsınız" yazdı köşesinde.
"Devlet zırhına bürünmüş despotluk" diye adlandırdığı hükümetin
gazetesine karşı baskı uyguladığını, sansür dışında okurun gazesini
almasına engel olunduğunu ileri süren Dumanlı, köşesinden kelime
oyunu yaparak, "millet vicdanına mal olmuş Zaman'ı durdurmak mümkün
değil; tıpkı zamanı durdurmanın imkânsızlığı gibi. Zamanı durdurdum
diyen, olsa olsa saatini durdurmuştur. Oysa zaman kişilerin keyfine
ve talebine bağlı olarak durmaz; o hep akıp gider." demeyi de ihmal
etmedi.
İşte Dumanlı'nın yazısından çarpıcı bir bölüm:
Kimi kendini o kadar coşkun bir söyleme râm etmişti ki, canlı
yayınlarda, "Bu gazeteden kopuşlar yaşanacak, yakında yazarların
Zaman'ı terk etmesini bekliyorum..." mealinde laflar sarf etti.
Şahsî bir öngörü gibi paketlenen ve sağından solundan gevelenerek
ifade edilen beklenti sıradan bir müneccimlik değil, toplumsal bir
mühendislik ifadesiydi. Kapalı kapılar arkasında baş başa veren ve
yukarıdan gelen her buyruk karşısında serfurû eden bir ekip,
Zaman'ı parçalamak, bölmek, yalnızlaştırmak istiyordu. Daha doğrusu
onlara öyle söylenmiş, bazılarına goygoyculuk rolü tevdi
edilmişti.
Gerçekleri eğip bükmeden yazan, yazarken de rafine bilgilerle
tefekkür namusundan taviz vermeyen bir gazete onları rahatsız
ediyor, uykularını kaçırıyordu. Birkaç sarsıntı sonunda
yazar-çizerlerin gemiyi terk edeceğini, editör ve muhabirlerin o
korkunç fırtınadan endişe duyarak bir bota atlayıp kaçacağını
sandılar. El Hak öyle davranan da oldu. Ne var ki bu ülkenin akl-ı
selimini, fikr-i selimini, hatta zevk-i selimini temsil eden ve
millet vicdanına mal olmuş bir gazetenin bırakacağı boşluğun bir
daha doldurulamayacağını aklı olan herkes kavrıyordu. Nitekim öyle
de oldu. Fikrin namusuna, düşüncenin şerefine inanan Zaman
sevdalıları sabitkadem bir duruş sergiledi ve tarih yazdı...
Ya okurlar?
Gerçek bir kahramanlık destanı yazdı Zaman okuru. Meydanlarda
alenen hakarete maruz kaldı gazeteleri. Zabıta eşliğinde abonelerin
gazetelerine müdahale edildi, suç işlendi. Ücreti ödenmiş
gazetesinin her sabah posta kutusuna bırakılmasını hazmedemeyenler
"iletişim özgürlüğüne müdahale" suçu işledi, "Bunu bir daha iş
yerine getirirsen..." diye başlayan tehdit cümleleri ile karşı
karşıya geldi. Despotluğa boyun eğmedi Zaman okuru. Gazetesini bir
şeref nişanı gibi taşıdı yanında. Dükkânını besmeleyle açarken
gazetesini masasından eksik etmedi. Hoyratça ve külhanbeyce yapılan
baskınları çoğu kez acı bir tebessümle karşıladı; okumaya devam
etti. El hak; bu noktada çekinen, baskı karşısında endişe duyan da
oldu; ama kahir ekseriyet Zaman'ın gürül gürül haykırması, fikir
özgürlüğünün yaşatılmasını istedi; tercihini gazetenin
yaygınlaşmasından yana kullandı.
Sonuçta ne Zaman çalışanları boyun eğdi baskıya; ne Zaman okurları.
Değer üretmeyen; üretemedikçe de kıymetli hükümleri yiyip bitirmeyi
tercih edenler başka bir sinsiliğe başvurdular. Bir yandan elleri
altındaki kamu, yarı kamu kuruluşlarının reklam imkânlarını
müfterilerin düşünce merkezine akıttı; diğer yandan ülke birliğinin
pusulası olan bu gazeteyi reklamsız bırakmak için piyasaya baskı
yaptı. Devlet zırhına bürünmüş despotluğu içselleştiren birileri
koşar adım o haksızlığa râm oldu. Birileri ise hakkaniyetten
ayrılmamak için direndi, direniyor. Neden? Çünkü herkes şahittir ki
bu gazete zalimlerin kılıcı olmayı değil, mazlumların zırhı olmayı
tercih etti. Bu haliyle demokrasinin, insan haklarının, düşünce ve
ifade özgürlüğünün muhkem kalesi haline geldi.
Devlet imkânlarını yanlış istikamette kullanmayı huy haline
getirenler ve keyfî yönetimi davranış şekline dönüştürenler her
alanda akreditasyon uygulamayı denedi, deniyor. Hiçbir kıymeti yok
bunun. Zira bu gazete, dünya standartlarında bir yayın haline
gelmeyi ve Türkiye gerçekleri üzerinden evrensel bir değere
dönüşmeyi yıllar önce kafasına koymuştu. Hâlâ da o yolda yürüyor.
Bu istikamette mesafe alırken kendisine uygulanan sansürlerin,
engellemelerin Zaman'a zarar vermesi mümkün değil. Daha önce askerî
yönetimler tarafından yıllarca akreditasyon adı altında anti
demokratik muameleye maruz kalmış ama asla boyun eğmemiş bir
gazete, şimdi aynı ilkel ve hukuk dışı uygulamalarla karşı karşıya.
Boyun eğecek mi? Tabii ki hayır. Hiçbir objektif kritere
dayanmaksızın yapılan akreditasyon, bu baskıya maruz kalanlar için
değil, bu keyfî davranışı sergileyenler için utanç vesilesidir.
Zaman'ı bitirmek, yalnızlaştırmak, ötekileştirmek,
marjinalleştirmek isteyenler (her kim olursa olsun), kurdukları
tuzağın ağlarına yapışıp kalmaya mahkûmdur. Zira millet vicdanına
mal olmuş Zaman'ı durdurmak mümkün değil; tıpkı zamanı durdurmanın
imkânsızlığı gibi. Zamanı durdurdum diyen, olsa olsa saatini
durdurmuştur. Oysa zaman kişilerin keyfine ve talebine bağlı olarak
durmaz; o hep akıp gider. Ve zamanın ruhunu kavrayamayanlar kendi
kendini marjinalleştirir; tıpkı Zaman'ın ruhunu anlayamayanlar
gibi...
Yazının tamamını okumak
için tıklayınız