Ekrem Dumanlı'dan orduya kumpas cevabı
Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, cemaate yönelik ağır suçlamalara tepki gösterdi.
Paralel devletin orduya kumpas kurduğunu söyleyen Başbakan
Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan, Zaman'ın tepe ismi Dumanlı'nın
hedefindeydi.
Kumpas söyleminin iktidarın, operasyonu gölgelemek için gündeme
getirmiş olabileceğini belirten Dumanlı, "kumpası bilip göz yummak
da o kadar korkunç bir suçtur ve sorumlular hesap vermelidir. "
diye yazdı.
İşte o yazının bir kısmı;
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kurulmuş. İddia bu. Üstelik bu
iddia Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanı tarafından dile getirilmiş.
Hal böyle olunca Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda mahkûm olmuş
askerlerin mağduriyeti söz konusu. Bu iddiayı dile getirenler
yıllardır meydanlarda, TV ekranlarında darbeciler ve cuntacılara
karşı mücadele edildiğini söylüyor, askeri vesayetin darbe davaları
yoluyla bitirildiğini ifade ederek halktan oy talep ediyordu. Şimdi
bir kumpastan bahsediyorlar. Ya yıllardır kamuoyuna söylenenler
yalandı ve halk aldatılmıştı; ya da bugün ortaya atılan kumpas
tezinin başka bir maksadı bulunmakta.
Eğer ortada bir darbe teşebbüsü söz konusu değilse ve mesele bir
kumpasa dayanıyorsa korkunç bir ihanet söz konusudur ve suçlular
bir an önce bulunup cezalandırılmalıdır. İddia doğru değilse, vahim
bir intikam duygusu ve feci bir iftira var ortada. İma yoluyla
yapılan göndermeler de büyük bir vebaldir ve korkunç bir hatadır.
Yok bütün bunlar sadece rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının üstünü
kapatmak için bir sansasyon oluşturmaya matufsa, değmez.
Kumpas iddiasına inanan ve bunu dile getirenleri bekleyen iki konu:
1- Kumpas vardı, biliniyordu ve sessiz kalınıyordu ise suça ortak
olunmuş demektir. “Peygamber ocağı”nda suça karışmamış, darbecilik
cuntacılık gibi suçları işlememiş insanlara pusu kurmak nasıl feci
bir suçsa, kumpası bilip göz yummak da o kadar korkunç bir suçtur
ve sorumlular hesap vermelidir. 2- Madem bazı komutanların suçsuz
olduğunu düşünüyorsunuz, neden hukuki düzenleme yapıp bu insanları
kurtarmıyorsunuz? Madem istediğiniz zaman kişiye özel yasalar
çıkarıyorsunuz, masum olduğunu ifade ettiğiniz insanlar için de
bunu yapın. Yaşını başını almış, bir dönem devletin önemli
kademelerinde görev yapmış insanlar, o şerefli üniformayı taşırken
darbe suçlarına bulaşmamış ve suç işlememiş ise onlarla ilgili de
yasa çıkarın. Bu tür basit adımlar atmadan başkalarını zan altında
bırakmak en hafif tabiriyle ayıptır.
Dil ve üslup bu mu olmalı?
Son dönemde kullanılan dil ve üsluba bakın lütfen; zerre kadar
insanî bir değer bulamayacaksınız. Bu kışkırtıcı üslubu “İslamcı”
olmakla övünen yazar/çizerlerin tercih etmesi daha bir yaralayıcı.
Dinde de yeri yok bu saygısız lafların, gazetecilikte de. Bir gün
“içerik analizi” yapan araştırmalar “İslamcı basın”ın kullandığı
kelimeleri alt alta sıralayacaktır. O bilimsel araştırma
yapıldığında, bilmem ki bazı meslektaşlarımız mahcup olacak mı?
Bu kadar sert bir dil kullanılmasında Sayın Başbakan’ın kullandığı
keskin ve yaralayıcı üslubun da etkisi var kuşkusuz. Son günlerde
Başbakan’ın kullandığı lügatçeden kısa bir derleme: Çete, casus,
alçaklar, indekiler, inlerine gireceğiz, kirli örgüt, ellerini
kıracağız, paralel yapı, odaklar, kirli komplonun maşaları, ranta
dönüşen vatana ihanet, taşeronlar, devlet içinde maşalar, tezgâh,
İslam kisvesine bürünenler, faiz lobisi, İsrail bağlantısı, alçak
proje taşeronları… Yargıya karşı söylediği zehir zemberek sözler
küçük bir lügatçeye sığmaz. Daha düne kadar beraber çalıştığı;
ancak istifalarını sunan milletvekillerine ve bakanları için sarf
ettiği sözler yenilir yutulur cinsten değil.
Keskin dilin, kırıcı üslubun bıraktığı tortu ve hasar, bugün
yaşanan hadiselerden daha feci ve daha kalıcı bir iz bırakabilir.
Yüz yüze bakmaya mecburuz. Bu ülkede yaşamanın omuzlarımıza koyduğu
bir sorumluluk var. Hiç kimse birileri istiyor diye buharlaşacak
değil; sosyal gerçekliğe de aykırı. “Kökünü kazısak ülke düzelir”
diye kurulan bütün cümleler geçmişte boşa çıktı. Aleviler, Kürtler,
dindarlar, milliyetçiler… Herkes için bir dönem devlet imkânları
kullanılarak “bitirme planları” yapıldı. Hiçbiri de muvaffak
olamadı; çünkü sosyal gerçeklik, baskıyla yok edilemez. Madem
yarınlarda yüz yüze bakacağız, dil ve üslubumuzu doğru seçmeli,
ileride mahcup olmamalıyız. Bize yakışan budur…
Aynı risk ‘cemaat’ için de geçerli. Kitleleri radikalize edercesine
ölçüsüz sözler, sosyal medya dâhil, kardeşlik hukukuna da insan
haklarına da aykırıdır. Demokratik hak ve taleplerde mert ve dürüst
bir üslup kullanmak ayrı, kırıcı, kışkırtıcı, aşağılayıcı bir dile
yönelmek ayrı. Doğru olan, hakperestlikten ayrılmadan meramın doğru
ifade edilmesidir; gönüllerin kırılmasına vesile olmak değil…
Yazının devamını okumak için
tıklayın