09 Ara 2013 08:24
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:48
Ekrem Dumanlı'dan Baransu'ya destek! Önceki belgelere neden ses etmediniz?
Ekrem Dumanlı, Taraf ve Mehmet Baransu hakkında soruşturma açılmasını 'skandal' olarak değerlendirdi.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı da bugünkü
köşesine AKP - Cemaat gerginliğini ve Mehmet Baransu'yu taşıdı.
Dumanlı'nın yazısı şu şekilde:
İnsaf!
İnsaf!
Lütfen derin bir nefes alın ve çok kısa bir zaman dilimine
doğru seyahat edin.
AK Parti-cemaat kavgası’ adına ne hatırlıyorsunuz? Durumun net
anlaşılabilmesi için kısa bir not: Fethullah Gülen Hocaefendi
aniden rahatsızlanmış, ambulansla hastaneye kaldırılmıştı. Tam o
gün Hocaefendi’yi ziyaret ettiğim için aynen şöyle yazmışım: “İlk
arayanlardan biri Başbakan Tayyip Erdoğan’dı. Zarif bir ses tonuyla
‘geçmiş olsun’ dileklerinde bulundu. Hocaefendi de aynı zarafetle
Sayın Başbakan’ın hatırını sordu, ‘Zahmet buyurdunuz...’ dedi. Söz
sırası dualaşmaya gelmişti. İkisi de hem dua istedi birbirinden,
hem dua ettiler birbirlerine. Görülmeye, duyulmaya, düşünmeye değer
bir tabloydu. Uzaktan bu manzarayı izleyebilseydiniz, eminim, ‘Yahu
işgüzarlar! Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün!’
diyecektiniz. Öyle samimi, öyle halisane bir iletişim vardı
ortada...”
Bu tablodan hemen sonra Hocaefendi, iki sayfalık bir ilan
yayınlamış, kendisine geçmiş olsun dileklerinde bulunan devlet
adamlarına, siyasetçilere, iş dünyasına ve medya mensuplarına
teşekkür etmişti. O teşekkür belgesinde en göze çarpan kişi, hiç
kuşkusuz Sayın Başbakan’dı. O günkü hava o kadar berrak, o kadar
duruydu. Peki ne oldu da her şey bir anda altüst oldu?
Dershanelerin kapatılmasına matuf bir taslak ortaya çıktı.
Allah şahittir ki bu taslağın tadil edilmesini çok arzu ettik. İlk
gün birileri çıktı ‘haber yalan’ dedi. Keşke yalan olsaydı da fitne
ateşi büyümeseydi! Taslağa yalan diyen yetkili ağızlar konuştukça
mesele daha net anlaşıldı ki karşımızda vahim bir durum var.
Hükümet içindeki yetkili organların dahi bilmediği, sektördeki
paydaşların fikrinin alınmadığı bu hazırlığın demokrasi ve hukuk
devleti ilkeleriyle telif edilmesi mümkün değildi.
Kanun zoruyla dershanelerin kapatılmasına karşı çıktık; hâlâ
da karşıyız. Sebebi gayet açık: Hükümet Sözcüsü’nün de alenen beyan
ettiği gibi, “Dershane kapatmak anayasaya aykırı. Hür teşebbüs
ilkesi bakımından da kabul edilemez.” Aynen öyle. Hatta bir adım
ötesini de söylemek zorundayız: Demokratik hukuk devletinde kanun
zoruyla özel işletmeleri ‘kapatmak’ mümkün olmadığı gibi
‘dönüştürmek’ de mümkün değildir. Kelime değişince hakikat
değişmez. Sen eğitimin standartlarını artırırsın, sınav için
takviye dersleri almaya gerek kalmaz ve sonunda vatandaş, artık
dershaneye ihtiyaç duyulmadığı için müessesesinin kapısına kilit
asar. Ama asla zorla kapatamazsın, dönüştüremezsin.
Ne acıdır ki dershane tartışmasında ikna edici hiçbir delil
getiremeyen birileri, ısrarla başka konulara dalarak hak arama
mücadelesini sulandırmak istiyor. Oysa biz ilk günden beri konuya
demokratik bir hak talebi olarak baktık. Hâlâ da o noktadayız. Bu
tavrımızı anlamayan; ya da meseleyi başka mecralara sürükleyerek
ikbal davası güden insanlara birkaç hususu belirtmekte fayda
var.
Boşuna uğraşmayın beyler! Ortada ‘siyasî bir mücadele’ yok;
zira ‘cemaat’ diye her gün kötülemek istediğiniz yapı siyasî bir
hareket değil. ‘Bilek bükme yarışı’, ‘iktidar kavgası’ gibi laflar
meseleyi sadece mecrasından çıkarır, insanları derin bir hayal
kırıklığının ortasına atar. Ta ilk günden beri en üst makamlara
iletilen duruş şudur: “Bu ülkeyi siz yönetiyorsunuz. Biz sizlere
(bütün hükümetlere olduğu gibi) duacıyız. Her kim sizden bizim
adımızı kullanarak bir mevki talep ederse, bizimle alakası yoktur;
varsa da artık kalmamıştır. Ancak, camiaya nispet edilerek
birilerine haksızlık yapılırsa, bilin ki, kalbimiz burkulur; ama
duaya devam ederiz.” Bu duruştan bir milim geri adım atılmamış,
idarî tasarrufa saygı duyulmuş, herhangi bir makam-mevki derdine
düşülmemiştir...
Ne var ki ilişkilerin en iyi olduğu dönemlerde bile birileri
sürekli ara bozuculuk yapmış, insanlar hakkında dedikodu üretmiş,
aslı faslı olmayan hikâyelerle etrafa vehim salmıştır. Daha yakın
zamana kadar devleti her türlü kötülüğün anası gibi gören ve
ideolojik söylemi gereği onu iblisleştiren, ona Tağut diye hitap
eden, hançeresi yırtılırcasına “Yıkılacak elbet!” diye haykıran o
kişiler, bugün devleti kutsadıkça kutsuyor ve onu adeta
ilahlaştırıyor. Hal böyle olunca o sinsi telkin hükmünü icra
ediyor, devlet dışındaki sosyal bütün paydaşlar ‘potansiyel
tehlike’ gibi görülüyor. Oysa sivil toplum kuruluşları, iş dünyası,
medya gibi sivil unsurlar katılımcı demokrasinin vazgeçilmez birer
parçasıdır; kurulu düzenin tehdidi değil...
Yönetme şehveti kışkırtıldıkça Türkiye yönetişim kültüründen
uzaklaşıyor ve her kitle ‘paralel yapı’ gibi algılanıyor. Bu bakış
açısına göre hareket eden bazı kişiler, bugün ‘cemaat’i halletse
yarın başka bir cemaati düşman hale getirecek. Halihazırdaki durum
bile vahimdir. Cemaatleri birbirine düşman hale getirmek için
kollarını sıvayan, bir cemaati kötülemek ve yalnızlaştırmak için
özel ekipler kuran, ihtilafı körüklemek için hususi stratejiler
oluşturan ve devlet eliyle yeni cemaat kurma teşebbüsünde bulunan
bir yapının sürdürülebilir bir faaliyet içinde olduğunu söylemek
çok zor. Cenab-ı Mevla da razı olmaz planlardan kulları da; çünkü
insanî de değildir, İslamî de...
Onca sisin dumanın arasından ehli insafı, gerçekleri bir kez
daha görmeye davet ediyoruz. Bir gün, belki de çok yakında, bu
fitne havası dağılır, yine yüz yüze bakmaya mecbur oluruz. Birileri
memnun ve mutlu olsun diye hiç kimse buharlaşacak değil bu ülkede.
Veya birileri telkin ediyor diye yeni bir Kerbela yaşanacak ve
müminlerin ‘kökü kazınacak’ değil ya. İnsaflı olmak lazım. Haddini
aşan, hangi cenahtan olursa olsun, ma’şeri vicdana çarpıp tarih
huzurunda hesap verecektir. Daha ötesini zorlamak, gerçekten, fitne
ateşini körüklemektir; ki vebali çok büyük olacaktır...
RAPORLAR, FİŞLEMELER, ENDİŞELER
Dershane tartışmaları sürerken Taraf’ta 2004 MGK belgesi
neşredildi. Zaman Gazetesi olarak bu tabloya üzüldüğümüzü
ekranlarda söyledik; zira çok doğru bir şeklide sürdürülen hak
arama mücadelesine gölge düşürebilirdi bu gelişme. Üstelik şu
yorumu da kamuoyuyla paylaştık, “Keşke böyle imzalar atılmasaydı;
çünkü söz uçar, yazı kalır. Buna rağmen o yıllardaki şartların ne
kadar ağır olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla bu belgeye çok büyük
mana yüklemek ve insanları birbirine düşürmek yanlış olur.”
Tam orada durduk; yani ‘keşke olmasaydı’ ile ‘o günkü zor
şartların dayatması’ arasında. Ne var ki dershane kapatma
konusundaki aşırı ısrar, 2004 MGK’sındaki kararların uygulamada
olup olmadığına dair şüphe oluşturmaya başladı. Nitekim Fethullah
Gülen Hocaefendi de, “Hüsnüzanda zorlanıyorum...” diyerek, bu
tereddütleri dile getirdi.
Ne yazık ki 2013 yılına dair bazı fişleme dokümanları ortaya
çıktı. Bu, gerçekten de açıklanması gereken yeni bir durumdu.
Şahsen öyle dua ettim ki yetkili birileri çıkar, yüreklere su
serpecek mahiyette bir açıklama yapar ve gönül dolusu bir ‘oh’
çekeriz. Hatta konu ile ilgili bir yetkili telefonda, “Açıklama
yapacağız.” deyince çok sevindim ve arkadaşlara, “Bir açıklama
yapılacakmış, güzel görelim, bu fitne fesat işler yatışsın...”
dedim. Öyle bir açıklama maalesef, onca zaman geçmesine rağmen,
gelmedi. Bu arada Hüseyin Çelik Bey’in ilkesel yaklaşım içindeki
açıklaması güzel, hoş oldu; ancak bazı teknik detayları izah
edemiyor. Buna rağmen Çelik’in açıklamalarını yan manşet yaptık ki,
ilke babında bile olsa fişlemelerin kabul edilemez olduğu gerçeği
hükümetimiz aracılığıyla da beyan edilmiş olsun...
Sonra hava bir daha değişti ve belgeleri yayımlayan Taraf
Gazetesi ve gazeteci Mehmet Baransu hakkında ağır ithamlar
yapılmaya başlandı. Devletin üç kurumu birden mahkemeye başvurdu,
Başbakan Erdoğan mahkemeleri harekete geçmeye davet etti ve ‘vatan
hainliği’ suçlamasında bulundu. Oysa bahsi geçen gazete ve
gazeteci, ilk defa belge yayımlamıyordu. Benzer yayınlar askerî
vesayet konusunda onlarca kez yapıldığında tek bir satırla Taraf’ı
hedef tahtasına koymayan hatta bunu çok büyük bir gazetecilik
başarısı olarak gören meslektaşlarımızın bir kısmının da ‘ihanet’
söylemine sahip çıkması, düşündürücü ve üzücü bir gerçeği ortaya
çıkarıyor.
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN