18 Eki 2010 08:13 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:43

EKREM DUMANLI VATAN YAZARINI DİLİNE DOLADI! BAKIN NELER SÖYLEDİ?

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, "Cumhurbaşkanı'nın konvoyu" haberi nedeniyle Mustafa Mutlu'yu diline doladı.

Gazetecilik duvara toslayınca!

Gerçekten de ibretlik bir hadisedir yaşanan. Bir köşe yazarı (Mustafa Mutlu), bir e-mail alıyor ve olayın aslını araştırmadan kamuoyuyla paylaşıveriyor. Anlatılanlar çok vahim. Güya annesi ambulansta olan bir kişi, trafik kesildiği için hastaneye yetiştirilemiyor ve hayatını kaybediyor. Yazıda yer alan iddiaya göre o saatlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve konvoyu oradan geçiyor. Bu acıklı haber bomba gibi gündeme oturdu. Ancak, meselenin üzerine gidildikçe görüldü ki medya tarihimizin en büyük yalanı pazarlanmıştı. Çünkü o saatte Cumhurbaşkanı Gül, Huber Köşkü’ndeydi ve öyle bir konvoy ortada yoktu.

Daha da feci bir durum çıktı ortaya. Öyle bir hasta da yoktu, öyle bir olay da yaşanmamıştı. İşte alelacele yapılan haberlerin, kaleme alınan yazıların vardığı son cinnet noktası bu. Daha doğrusu gazeteciliğin bitiş çizgisinin başladığı nokta da tam burası!

E-mail yoluyla gelen feci bir bilgiye dayanarak yol açtığın felaketi, "İnanmıştım..." diyerek başından savabilir misin? Maalesef köşe yazarının olay öncesi tavrı da vahim bir hata, olay sonrası soğukkanlı açıklamalar yapıyor gibi görünüp "Amacına ulaştı!" tarzında yaklaşımı da. Özür diliyor gibi yapıp insanlara hâlâ nasihat etmeye çalışmak, en kibar tabiriyle, gazetecilik mesleğini hafife almak ya da işi pişkinliğe vurmaktır.

Dünyanın gelişmiş bir ülkesinde böyle bir olay, ya istifa sebebi olur ya da işten çıkarma vesilesi. İkisi de olsun istemem; ancak bu vahim hatadan dolayı samimi bir irkilme, sarsılma ve kendine gelme yaşanmalı ki bu korkunç hatanın kefareti ortaya konmuş olsun.

Daha açıkçası; alelacele yapılan gazeteciliğin nasıl vahim sonuçlar doğurabileceğine dair yaşanan bu olay, Türk medyası için bir milat sayılmalı. E-maille, mektupla, telefonla gelen bilgileri köşesine anında taşıyan gazeteciler, haberciler var bu ülkede. Araştırmadan, soruşturmadan, çapraz kontrollere başvurmadan yapılan gazetecilik duvara çarptı; ne tampon kaldı, ne motor. Olacağı buydu. Umarız bu feci kaza herkese ders olur...

Avcı’nın mumu

Medya yöneticileriyle toplantı yapan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na Hanefi Avcı da soruldu. Kısa cevap vermekle yetinen Genel Başkan, Hanefi Bey’in ofisinde çıkan kasetlerin sonradan oraya konduğunu, ’boşaltılmış bir ofis’te o kasetlerin bulunmasının mantıksız olduğunu söyleyiverdi. Demek ki, ’Avcı’nın gazeteci dostları’ndan etkilenmişti Genel Başkan. Bu kadar net konuştuğuna göre...

Normal sayılabilecek bir durum; çünkü bazı gazeteler ısrarla şöyle diyordu: "Odasını 28 gün önce boşaltmış ve hayatını istihbaratçılıkla geçirmiş bir polis şefi, 15 yıl önceki ses kayıtlarını hiç ofisinde bırakır mı?" Kulağa mantıklı bir savunma gibi geliyor bu cümle.

Ne var ki gerçek, hafta sonunda bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Nasıl mı? Devletin yaptığı arama tutanakları, cumartesi günü Star Gazetesi’nde manşet olunca Hanefi Bey ve dostlarının kamuoyunu yanılttıkları belgelenmiş oldu. Çünkü, "İşyeri arama - el koyma - muhafaza altına alma tutanağı" adı verilen resmî belgeye göre Avcı eşyalarını toplamamıştı. 85 parçadan oluşan ve tek tek listelenerek dökümü yapılan eşyalar arasında (10. maddede) siyah bir çanta içinden 24 adet teyp kaseti çıktığı yazıyordu. Üstelik resmî arama işlemi kamera kayıtları gözetiminde yapılmıştı.

Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan aramanın resmî tutanağı ortaya çıktığına göre, ofisin boş olduğuna dair propagandanın asılsız olduğu da anlaşıldı. Demek ki hukukî bir süreç devam ederken propagandalara kapılıp keskin laflar sarf etmemek gerekiyor. Kılıçdaroğlu, büyük ihtimalle, bazı gazeteleri okuduğu için bu hatayı yaptı. Peki, bu yanlışı temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp televizyon ekranlarında aşçılığa soyunan meslektaşlarımız niçin böyle davranıyor? Bir istihbaratçının psikolojik harp taktiklerine teslim olarak yürütülen gazeteciliğin varacağı nokta budur. Hanefi Bey’in hilafı vaki beyanlarına inanarak akıl yürütmelerin de kapasitesi ancak bu kadardır. Bakalım daha neler göreceğiz. Şimdiden anlaşılan o ki gerçekten bu mum, yatsıyı görmeyecek...