20 Kas 2017 13:43
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 23:17
Ekranlara veda eden Nevşin Mengü konuştu: Ağlayan çocuk olmayı hiç sevmem!
CNN Türk'ten ayrıldıktan sonra Birgün'de yazmaya başlayan Nevşin Mengü, kimseye kırgınlığının olmadığını açıkladı.
Nevşin Mengü, CNN Türk’te anahaber bültenini sunarken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki görüşmenin çok kısa sürmesi üzerine yaptığı, “Girdisi çıktısı 23 dakika sürdü” yorumuyla ekrana veda etti. Ekrandan çekildikten sonra da istifa etti. Mengü yaşanan sürece ilişkin olarak, "Kimseye kırgınlığım yok, ağlayan çocuk olmayı hiç sevmem" dedi.
Cumhuriyet'ten Seyhan Avşar'ın sorularını yanıtlayan Mengü'nün açıklamları şöyle:
-CNN Türk’ten ayrıldığınız günlerde neler hissettiniz?
Ben bir profesyonelim. İnsanlar hep şöyle anlatırlar: “Spiker olmak istiyorum.” Benim öyle bir hayalim yoktu. Ben haberciyim. Ne bu işle var oldum, ne de bu işle biterim. Bu iş biter başka iş yaparım. Kamera arkası ve önünde çalıştığım için yeri gelir yazarım. CNN Türk’te güzel çalıştık. Güzel eğlendik. Güzel işler ürettik. Baktığım zaman gurur duyduğum bir sürü iş yaptık. İnsan hayatı böyledir. Geçmişe bakmayacaksın, her zaman ileri bakacaksın. Her şeyin bir süresi var. Yaptık ve bitti.
-Ekran karşısında olmayı özlüyor musunuz?
İlk ekrana çıktığımda da öyle çok büyülenerek çıkmadım. ‘Ekran olmasa ne yaparım’ diye düşünmedim Aslında içinde yaşadığımız yüzyıl öyle bir dönem ki, her yer ekran. Instagram’dasın, Twitter’dasın, istersen Periskop’dan kendi canlı yayınını yapabilirsin. Dolayısıyla istersen her zaman ekranda olabilirsin. Üniversitelere gittiğimde de bunu anlatıyorum. Herkes kendi televizyon olabilir. Hiçbir şeye ihtiyaç yok. Elinizde akıllı bir telefon varsa ve bir konuyla ilgili bilginiz varsa yapabilirsiniz.
-Zaman zaman iktidara yakın sosyal medya hesapların size yönelik saldırılar oluyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu hesaplar bir ordu gibi davranıyorlar. Hesaplardan bir tanesi hedef gösteriyor. Daha sonra troller ve gerçek hesaplar saldırıyor. Bu saldırılara gülüp geçiyorum. Bazen çok belden aşağı vuruyorlar. Hiç üzülmem. Çünkü kişi kendini bilir. Beni kimsenin onaylamasına ihtiyacım yok. Sosyal medyanın doğası bu. 21. yüzyılda bir takım insanlar sahte kimlikler arkasından saldırabilir.
-Birgün’de yazmaya başladınız...
Bavul dergisinde yazıyordum zaten. ‘Birgün’e de haftada bir yazar mısın?’ dediler. Kabul ettim. Daha yeniyim. Ama köşe yazmak çok keyifliymiş. Köşe yazarken yeni bir haber üretmiş oluyorsun, ayrıca yorum katıyorsun. Haber merkezinde muhabir veya sunucu olarak çalışırken bir ekibin parçasısın. Burada ise daha yalnızsın. Hangi bakış açısıyla istersen onu yazarsın. Sonuçlarına ise kendin katlanırsın.
-Çok sayıda gazeteci şu an cezaevinde... Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bunu bir basın özgürlüğü meselesi olarak değerlendiriyoruz ama bence bu konu basın özgürlüğü meselesi değil. Türkiye’nin bir hukuk devleti olmaması meselesi. FETÖ davası deniyor; binlerce öğretmen işten atıldı. Binlercesi tutuklandı. Hangi kanıtlara dayanarak bu insanları işten atıp, tutukladılar? Bizler Bylock’u gazeteciler üzerinden konuştuk. Ya gazeteci olmayan binlerce gariban insan ne olacak? Bu insanların Bylock kullandığı söyleniyor. Bu insanlar Bylock’u nasıl indirdi? Ne yazmış, ne çizmiş? Bunu biliyor muyuz? Konuşuyor muyuz? Bir yerde gazeteciler daha şanslı. En azından konuşuluyorlar. Bu süreçte farklı davaların iddianamelerini okuma şansım oldu. Bir sürü gencecik öğretmen kızları FETÖ’cü diye içeri atmışlar. Evet bir kısmı Fetullah Gülen’e ait yurtlarda kalmış. Ama şunu açıkça konuşalım. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Anadolu’da Fetullah Gülen’e bağlı olmayan yurt yaşatılıyor muydu? Başka yurtların var olmasına izin veriliyor muydu? Bu insanların hakları, hukukları ne olacak? Bu davaların iddianameleri, verilen ifadeler oturup konuşulmalı, tartışılmalı. Hatta geçen gün Medyascope TV’de bu davaların televizyondan canlı yayınlanması dile getirildi. Çok doğru. TRT’ye milyonlarca dolar harcanıyor. Bir tanesinde bunlar yayınlanmalı. Bizler de kamuoyu olarak bu davalarda ne konuşulduğunu ne tartışıldığını, kim ne diyor görelim. Bu bir hukuk meselesi. Hukuku kaybederseniz, basın özgürlüğünü sağlamanızın imkanı yok.
-Gazeteci olmak, ekrana çıkmak isteyen gençlere neler söylemek istersiniz?
Öncelikle televizyon anladığımız anlamda bir televizyon olmayacak. Televizyon evrim geçirecek. Aslında gençlerin elinde çok büyük bir kuvvet var. Sosyal medya, yeni medya araçları başlı başına bir kuvvet. Bu konuda biraz okuyan, araştıran gençler ellerinde nasıl bir gücün olduğunu farkındalar. Bu anlamda ben umutsuz değilim. Merkez medyanın sesini kesebilirler, orada haber yapamayabilirsin, ama her zaman sosyal medyadan sesini duyurabilirsin. Ama hukuk olmadığı zaman o alan da kapanıyor. Herkesin şunu anlaması lazım. Hukuk, hukuk, hukuk... Adalet, adalet, adalet.
-‘Gazeteci olma da ne olursan ol’ diyenlerden değilsiniz...
Bilgi çok hızlı ve geniş kitlelere yayılmaya başladı. Bunu analiz edecek, bu bilgiyi derleyip toplayacak insanlara ihtiyaç var. Medya dönüşüyor ama bir yandan da çalışma olanakları şekillenip artıyor. Gazeteci olun enformasyonun, kitlelere sağlıklı bir şekilde aktarılmasında aracı olun. Kesinlikle çok keyifli bir iş, hiç korkmayın. Evet Türkiye’de bugün koşullar böyle ama Türkiye dinamik bir ülke, günü gelecek koşullar değişecek. Ülke normalleşecek.
-Biraz da yeni kitabınızdan söz etsek... “Gazeteci sansürlese de asla unutmaz” diyorsunuz...
O dönemde Türkiye İran ilişkileri çok iyiydi. 2009’da meşhur, 'hile yapıldı' denilen seçimde, en önce Türkiye Mahmud Ahmedinejad’ı kutladı. Bunun üzerine Türkiye büyükelçiliği önünde İranlılar eylem yaptı. ‘Nasıl kutlarsınız’ diye. O günlerde bu protestonun haberi yapılmamıştı. O dönem İranlılar Güney Pars Doğalgaz Sahasını açıyor. O dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız geldi. Yıldız gazetecilere ha bire demeçler veriyor. “Efendim biz şöyle anlaşma imzaladık. Böyle anlaşma imzaladık...” Sözde anlaşma şu, Güney Pars doğalgaz sahasından doğalgazı biz çıkaracağız. Doğalgazı biz çıkardığımız için bizim hakkımız olacak ve İran’a satacağız. Yıldız’ın bu açıklamalarından sonra İran’da ortalık birbirine girdi. Ertesi gün Meclis'e gidip, Savunma Komisyonu üyeleriyle görüştüm. Bu İran Anayasası’na aykırı. Sen kaynağı çıkarsan da o kaynağa sahip olmazsın. İran’da devrim bu yüzden oldu. İran devriminin öncesinde petrolü İngilizler çıkarıyordu. Bu Türk gazetelerinde yazılmadı. Şimdi Taner Yıldız’a soralım.O günlerde anlı şanlı anlattığınız Güney Pars anlaşması ne oldu?
-“Türkiye mi İran’a benzeyecek, İran mı Türkiye’ye?” demiştiniz. 2009’dan günümüze dönüşüm nasıl oldu?
Bizde sol da beğenmez sağ da beğenmez. Aman Avrupa Birliği deyip burun kıvırırlar. Demorasi, hukuk devleti gibi üzerinde uzlaşılan prensipler o kadar önemli ki... 2009’da şunu diyordum. Yahu “İran İran diyorlar çadır devleti gibi...” Maalesef şu an Türkiye’ye baktığımda daha farklı bir manzara göremiyorum. Eskiden Kopenhag Kriterleri olmadı kendi kriterlerimizi koyar, devam ederiz. Şimdi bu noktadan çok daha uzağız. Brüksel’in sana sunduğu yapıya Kopenhag Kriterleri’ne burun büküyorsun. Bu noktaya dönüyorsun. Burada Avrasyacıların da kendini sorgulaması lazım. Putin, diyorsun, Çin diyorsun bunlar uzaktan kulağa hoş geliyor. Rusya’da gazetecileri tutuklamıyorlar bile, zehirleyip öldürüyorlar. Bizdeki solun da dönüp kendisine bakması gerekiyor.
Cumhuriyet'ten Seyhan Avşar'ın sorularını yanıtlayan Mengü'nün açıklamları şöyle:
-CNN Türk’ten ayrıldığınız günlerde neler hissettiniz?
Ben bir profesyonelim. İnsanlar hep şöyle anlatırlar: “Spiker olmak istiyorum.” Benim öyle bir hayalim yoktu. Ben haberciyim. Ne bu işle var oldum, ne de bu işle biterim. Bu iş biter başka iş yaparım. Kamera arkası ve önünde çalıştığım için yeri gelir yazarım. CNN Türk’te güzel çalıştık. Güzel eğlendik. Güzel işler ürettik. Baktığım zaman gurur duyduğum bir sürü iş yaptık. İnsan hayatı böyledir. Geçmişe bakmayacaksın, her zaman ileri bakacaksın. Her şeyin bir süresi var. Yaptık ve bitti.
-Ekran karşısında olmayı özlüyor musunuz?
İlk ekrana çıktığımda da öyle çok büyülenerek çıkmadım. ‘Ekran olmasa ne yaparım’ diye düşünmedim Aslında içinde yaşadığımız yüzyıl öyle bir dönem ki, her yer ekran. Instagram’dasın, Twitter’dasın, istersen Periskop’dan kendi canlı yayınını yapabilirsin. Dolayısıyla istersen her zaman ekranda olabilirsin. Üniversitelere gittiğimde de bunu anlatıyorum. Herkes kendi televizyon olabilir. Hiçbir şeye ihtiyaç yok. Elinizde akıllı bir telefon varsa ve bir konuyla ilgili bilginiz varsa yapabilirsiniz.
-Zaman zaman iktidara yakın sosyal medya hesapların size yönelik saldırılar oluyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu hesaplar bir ordu gibi davranıyorlar. Hesaplardan bir tanesi hedef gösteriyor. Daha sonra troller ve gerçek hesaplar saldırıyor. Bu saldırılara gülüp geçiyorum. Bazen çok belden aşağı vuruyorlar. Hiç üzülmem. Çünkü kişi kendini bilir. Beni kimsenin onaylamasına ihtiyacım yok. Sosyal medyanın doğası bu. 21. yüzyılda bir takım insanlar sahte kimlikler arkasından saldırabilir.
-Birgün’de yazmaya başladınız...
Bavul dergisinde yazıyordum zaten. ‘Birgün’e de haftada bir yazar mısın?’ dediler. Kabul ettim. Daha yeniyim. Ama köşe yazmak çok keyifliymiş. Köşe yazarken yeni bir haber üretmiş oluyorsun, ayrıca yorum katıyorsun. Haber merkezinde muhabir veya sunucu olarak çalışırken bir ekibin parçasısın. Burada ise daha yalnızsın. Hangi bakış açısıyla istersen onu yazarsın. Sonuçlarına ise kendin katlanırsın.
-Çok sayıda gazeteci şu an cezaevinde... Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bunu bir basın özgürlüğü meselesi olarak değerlendiriyoruz ama bence bu konu basın özgürlüğü meselesi değil. Türkiye’nin bir hukuk devleti olmaması meselesi. FETÖ davası deniyor; binlerce öğretmen işten atıldı. Binlercesi tutuklandı. Hangi kanıtlara dayanarak bu insanları işten atıp, tutukladılar? Bizler Bylock’u gazeteciler üzerinden konuştuk. Ya gazeteci olmayan binlerce gariban insan ne olacak? Bu insanların Bylock kullandığı söyleniyor. Bu insanlar Bylock’u nasıl indirdi? Ne yazmış, ne çizmiş? Bunu biliyor muyuz? Konuşuyor muyuz? Bir yerde gazeteciler daha şanslı. En azından konuşuluyorlar. Bu süreçte farklı davaların iddianamelerini okuma şansım oldu. Bir sürü gencecik öğretmen kızları FETÖ’cü diye içeri atmışlar. Evet bir kısmı Fetullah Gülen’e ait yurtlarda kalmış. Ama şunu açıkça konuşalım. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Anadolu’da Fetullah Gülen’e bağlı olmayan yurt yaşatılıyor muydu? Başka yurtların var olmasına izin veriliyor muydu? Bu insanların hakları, hukukları ne olacak? Bu davaların iddianameleri, verilen ifadeler oturup konuşulmalı, tartışılmalı. Hatta geçen gün Medyascope TV’de bu davaların televizyondan canlı yayınlanması dile getirildi. Çok doğru. TRT’ye milyonlarca dolar harcanıyor. Bir tanesinde bunlar yayınlanmalı. Bizler de kamuoyu olarak bu davalarda ne konuşulduğunu ne tartışıldığını, kim ne diyor görelim. Bu bir hukuk meselesi. Hukuku kaybederseniz, basın özgürlüğünü sağlamanızın imkanı yok.
-Gazeteci olmak, ekrana çıkmak isteyen gençlere neler söylemek istersiniz?
Öncelikle televizyon anladığımız anlamda bir televizyon olmayacak. Televizyon evrim geçirecek. Aslında gençlerin elinde çok büyük bir kuvvet var. Sosyal medya, yeni medya araçları başlı başına bir kuvvet. Bu konuda biraz okuyan, araştıran gençler ellerinde nasıl bir gücün olduğunu farkındalar. Bu anlamda ben umutsuz değilim. Merkez medyanın sesini kesebilirler, orada haber yapamayabilirsin, ama her zaman sosyal medyadan sesini duyurabilirsin. Ama hukuk olmadığı zaman o alan da kapanıyor. Herkesin şunu anlaması lazım. Hukuk, hukuk, hukuk... Adalet, adalet, adalet.
-‘Gazeteci olma da ne olursan ol’ diyenlerden değilsiniz...
Bilgi çok hızlı ve geniş kitlelere yayılmaya başladı. Bunu analiz edecek, bu bilgiyi derleyip toplayacak insanlara ihtiyaç var. Medya dönüşüyor ama bir yandan da çalışma olanakları şekillenip artıyor. Gazeteci olun enformasyonun, kitlelere sağlıklı bir şekilde aktarılmasında aracı olun. Kesinlikle çok keyifli bir iş, hiç korkmayın. Evet Türkiye’de bugün koşullar böyle ama Türkiye dinamik bir ülke, günü gelecek koşullar değişecek. Ülke normalleşecek.
-Biraz da yeni kitabınızdan söz etsek... “Gazeteci sansürlese de asla unutmaz” diyorsunuz...
O dönemde Türkiye İran ilişkileri çok iyiydi. 2009’da meşhur, 'hile yapıldı' denilen seçimde, en önce Türkiye Mahmud Ahmedinejad’ı kutladı. Bunun üzerine Türkiye büyükelçiliği önünde İranlılar eylem yaptı. ‘Nasıl kutlarsınız’ diye. O günlerde bu protestonun haberi yapılmamıştı. O dönem İranlılar Güney Pars Doğalgaz Sahasını açıyor. O dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız geldi. Yıldız gazetecilere ha bire demeçler veriyor. “Efendim biz şöyle anlaşma imzaladık. Böyle anlaşma imzaladık...” Sözde anlaşma şu, Güney Pars doğalgaz sahasından doğalgazı biz çıkaracağız. Doğalgazı biz çıkardığımız için bizim hakkımız olacak ve İran’a satacağız. Yıldız’ın bu açıklamalarından sonra İran’da ortalık birbirine girdi. Ertesi gün Meclis'e gidip, Savunma Komisyonu üyeleriyle görüştüm. Bu İran Anayasası’na aykırı. Sen kaynağı çıkarsan da o kaynağa sahip olmazsın. İran’da devrim bu yüzden oldu. İran devriminin öncesinde petrolü İngilizler çıkarıyordu. Bu Türk gazetelerinde yazılmadı. Şimdi Taner Yıldız’a soralım.O günlerde anlı şanlı anlattığınız Güney Pars anlaşması ne oldu?
-“Türkiye mi İran’a benzeyecek, İran mı Türkiye’ye?” demiştiniz. 2009’dan günümüze dönüşüm nasıl oldu?
Bizde sol da beğenmez sağ da beğenmez. Aman Avrupa Birliği deyip burun kıvırırlar. Demorasi, hukuk devleti gibi üzerinde uzlaşılan prensipler o kadar önemli ki... 2009’da şunu diyordum. Yahu “İran İran diyorlar çadır devleti gibi...” Maalesef şu an Türkiye’ye baktığımda daha farklı bir manzara göremiyorum. Eskiden Kopenhag Kriterleri olmadı kendi kriterlerimizi koyar, devam ederiz. Şimdi bu noktadan çok daha uzağız. Brüksel’in sana sunduğu yapıya Kopenhag Kriterleri’ne burun büküyorsun. Bu noktaya dönüyorsun. Burada Avrasyacıların da kendini sorgulaması lazım. Putin, diyorsun, Çin diyorsun bunlar uzaktan kulağa hoş geliyor. Rusya’da gazetecileri tutuklamıyorlar bile, zehirleyip öldürüyorlar. Bizdeki solun da dönüp kendisine bakması gerekiyor.