Efsane doktor 'Kolsuz Agop' yaşamını yitirdi
Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli cilt uzmanlarından Profesör Agop Kotoğyan hayatını kaybetti.
Tek kolu olmadığı için "Kolsuz Agop" lakabıyla tanınan ünlü
profesör Agop Kotoğyan, 79 yaşında hayata gözlerini yumdu.
CHP İstanbul Milletvekili Selina Doğan, acı haberi kişisel Twitter
hesabından duyurdu. Doğan, "Ülkemizin yetiştirdiği en kıymetli
dermatologlardan biri olan Prof. Dr. Agop Kotoğyan’ı nam-ı diğer
'Kolsuz Agop’u' kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Asdvads hokin
lusavore. Toprağı bol olsun" diye belirtti.
İşte o tweet:
KOLUNU PRES KAPTI
Agop’un babası Kirkor Kotoğyan, 1911 doğumlu. Kirkor Bey, 25
yaşındayken Yozgat’ın İğdere Köyü’nde yaşayan Makruhi Hanım’la
evlenmiş. Aile 1938’de İstanbul’a gelmiş ve Samatya’ya yerleşmiş.
'Kolsuz Agop', 1939'da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin
Cerrahpaşa’daki hastanesinde doğmuş. Agop, daha ilkokuldayken işe
başlamış. Mezun olduğu yıl bir gümüş atölyesinde çalışıyormuş.
Sıcak, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline
getirmek için kullanılan presin silindiri iş önlüğünün kolunu
kapmış. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında un ufak
olmuş.
DOKTORLAR 'YAŞAMAZ' DEMİŞ, GÜNLERCE KOMADA
KALMIŞ
Hastaneye vardığında doktorlar, ‘Bu çocuk yaşamaz’ demiş. Ameliyat
olmuş, günlerce komada kalmış ve bir gün gözlerini açıp hayata
yeniden merhaba demiş. Kaderin cilvesi bu ya, yine Cerrahpaşa
Hastanesi’ndeymiş.
O yaz sonunda kendisini tamamen toparlamış ama çevresindekilerin
acıyarak bakması kalbini çok kırıyormuş. Bu yüzden kayıt yaptırdığı
halde okula gitmeyeceğini söylemiş babasına. Okula gitmemiş ama
aldığı ders kitaplarını her gün muntazaman okuyarak kendine göre
bir tedrisat yapmış. Okulsuz geçen bu yıl boyunca hep düşünmüş. O
küçük ve artık tek kollu bedeniyle bir meslek sahibi olamayacağına
karar vermiş. ‘Okumalıyım, her ne pahasına olursa olsun okumalıyım’
demiş. Ve dönem başlayınca Kumkapı Bezciyan Ortaokulu’nda eğitime
geri dönmüş.
Bütün okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam
etmiş. Tahtakale’de işportacılık yapmış. Konfeksiyon atölyelerinde
ilik makinelerinde çalışmış.
TEK KOLLU OLDUĞU BASKETBOL OYNAYAMADI, FUTBOLA
BAŞLADI
Ortaokulda başarılı olmuş ama esas zirveyi Galata Getronogan
Lisesi’nde yapmış. Her yıl okul birincisi olmuş, takdirlerle dönmüş
evine. Agop Bey, hasta Fenerbahçeli. Tam 26 yıldır Fenerbahçe
Kulübü üyesi. Basketbolu çok seviyormuş. Ama tek kollu olduğu için
oynayamamış. ‘Ben de sahada top koştururum’ demiş ve lisede futbola
başlamış. Oynayamazsın demişler, aldırmamış. Çok da güzel oynamış.
Ve hatta, o devrin ünlü takımı Samatya Gençler Kulübü’nün kadrosuna
girmeyi başarmış.
1957’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanınca doğduğu,
yeniden hayata döndüğü Cerrahpaşa Hastanesi’nde bulmuş kendini.
Kapısından içeri girdiği ilk gün ‘Bir zamanlar beni kurtardı bu
hastane, şimdi nöbet sırası bende’ diye düşünmüş. Bu dönemde lise
öğrencilerine özel dersler vererek okul parasını kazanmaya devam
etmiş. Ayrıca, Cerrahpaşa’nın futbol takımında oynamayı da ihmal
etmemiş. 1963’te okul birincisi olarak doktorluk diplomasını almış.
Bir yıl Çapa’nın Deri ve Frengi Hastalıkları Kliniği’nde çalışmış.
1964’te Cerrahpaşa’daki Dermatoloji Kürsüsü’nde asistan olarak
göreve başlamış. Uzmanlık tezinin başlığı, ‘İmpetigo Herpetiformis
Vak’aları Üzerinde Klinik ve Biyoşimik Araştırmalar.’ Yani uçukla
ilgili çalışmış.
DÖRT AYDA ALMANCA ÖĞRENMİŞ
1967’de uzman olmuş. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde başasistan olarak
çalışırken üniversite tarafından Ekim 1969’da Almanya’ya
gönderilmiş. Dört ayda Almanca’yı öğrenmiş. Hamburg Saar
Üniversitesi Dermatoloji Kliniği’nde ünlü dermatolog Prof. Dr.
Nödl’ün yanında çalışmaya başlamış. Ayrıca aynı üniversitenin
alerji ve histoloji bölümlerinde çalışmış. Kliniklerde gösterdiği
başarıdan dolayı, Alman Üniversite Kurulu’nun talebiyle okulda
kalma süresi bir yıl daha uzatılmış.
SOL KOLUNU KULLANARAK DİKİŞ ATMAYI ÖĞRENMEK İÇİN EVDE NE
VARSA DİKMİŞ
Dr. Kotoğyan, 1952’de geçirdiği kazadan önce çoğu kişi gibi sağ
elini kullanırmış. Onu kaybedince sol eliyle iş görebilmek için çok
çalışmış. En büyük zorluğu da üniversitedeyken çekmiş. Tek eliyle
tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi
öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalmış, evde portakallara
su şırınga edermiş. Dikiş atmayı öğrenmek için ise, evde ne kadar
sökük ve yırtık varsa dikermiş. İki yıl içinde tüm bu işleri
kimseden yardım almadan tek başına yapıyor hale gelmiş.
ALMANCA'DAN SONRA KENDİ ÇABASIYLA FRANSIZCA VE İNGİLİZCE DE
ÖĞRENMİŞ
1972’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geri döndükten bir yıl sonra
doçentlik sınavını başarıyla vermiş. 1979’da ise, ‘Akne Vulgaris
Vak’alarında İmmunolojik Araştırmalar’ başlıklı teziyle profesör
kadrosuna atanmış. Almanca’dan sonra yine kendi çabasıyla,
Fransızca ve İngilizce öğrenmiş. Dünyanın birçok ülkesinde dersler,
konferanslar vermiş, nam salmış. Özellikle son iki yılda dışarıdan
gelen hasta sayısında büyük bir artış olmuş. Uluslararası tıp
dergilerinde yayımlanan makalelerinin sayısı 300’ü aşmış, cilt
hastalıkları üzerine iki kitap yazmış.
YURT SEVGİSİ BUDUR
Birçok ülkenin üniversitesinden teklif almış: Almanya, Fransa,
Kanada, Amerika... ‘Burada kal, kürsünün başına geç’ demişler. O,
bunların hepsini elinin tersiyle geri çevirmiş. ‘Ermeni olduğun
için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne
işin var’ demişler, gülmüş geçmiş. Peki ne düşünmüş? ‘Evet
doğrudur: Ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım.
Doğrudur: Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu
kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman
farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları
kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda
geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve
kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt
sevgisi. Boş başak dik, dolu başak ise eğiktir, derler. Ben hep
eğik gezdim şu dünyada. Kibirden nefret ettim. Boş başaklar gibi
diklenmedim, caka satmadım, her şeyi biliyorum demedim. Burnumun
dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım. İşimi şansa
bırakmadım. Çünkü, çok çalıştım ve boşluk bırakmadım.’