EFENDİCE OTURDULAR,EFENDİCE FIRÇA YEDİLER!..GENELKURMAY DAVETİNE REST ÇEKEN YAZAR KONUŞTU!..
Genelkurmay'ın davetine çağrılmasına rağmen gitmeyen Ahmet Kekeç, "iletişim toplantısını" yorumladı! İşte o röportaj...
Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un basın toplantısına katılan meslektaşlarını "çok efendi" bulduğunu söylüyor. Kekeç, "Efendice oturdular, efendice sorularını sordular. Hiç arıza yapmadılar. Efendice fırça da yediler... Ama siyasetçilerin karşısında bu efendilikten eser görmüyoruz." diyor.
Başbuğ'un toplantısına katılan gazetecileri çok efendi buldum!
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un geçtiğimiz günlerde düzenlediği medya toplantısı çok konuşuldu. Bilgilendirme toplantısına medyanın üst düzey yöneticilerinin katılması ve akreditasyonun bazı gazeteler için kaldırılmış olması toplantıyı daha dikkat çekici hale getirdi. Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, toplantıya davetli olduğu halde katılmayan birkaç gazeteciden biriydi. Demokrat duruşu ve polemikçi üslubuyla öne çıkan bir yazar olan Kekeç'le, Başbuğ Paşa'nın basın toplantısını ve medyayı konuştuk.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un basın toplantısını takip edenler arasında genel yayın yönetmenleri, köşe yazarları da vardı. Bu normal mi?
Hiç normal değil. Genelkurmay başkanının basın toplantısına bu düzeyde bir katılımı hem yadırgıyorum, hem ayıplıyorum. Oraya katılması gerekenler bellidir... Ama gördüğümüz kadarıyla İlker Başbuğ Paşa sadece savunma ve güvenlik konularıyla sınırlı kalmadı. Siyasi konularda da görüşlerini bildirdi. Oradaki insanlar da ciddiyetle dinlediler. Önce şu soruyu sormak lazım: Bir Genelkurmay başkanı niçin içinde birtakım felsefik ifadelerin geçtiği bir konuşma yapmak zorundadır ve biz niçin bu konuşmayı dinlemek zorundayız? Tabii sadece bu toplantıyı yapan generali de suçlamamak lazım. Bu bir problemse, bu problemin iki ucu var...
Bizde bu ilişkiler niye böyle peki?
Hem siyasal yapımızla ilgili hem genetiğimizle hem de geleneğimizle ilgili bir durum bu. "Asker söz söyleme hakkına sahiptir" düşüncesi bu toplumda oluşmuş bir kere. Bu ülkenin siyasetçilerinde, aydınlarında, gazetecilerinde böyle bir fikir var. Bu, kendiliğinden oluşan bir şey de değil. Siyasal yapımızın mahiyetiyle ilgili bir durum bu... Bizde asker kendisini hep söz söylemek mevkiinde görmüştür; toplumun ihtiyacı olsun olmasın; kendisini siyasi açıklama yapmak zorunda hissetmiştir. Ve biz bunları dinlemek, kaydetmek ve üzerinde yorum yapmak zorunda kalmışızdır. Bunu gelenek telakki edecek olursak, ortada çok yadırganacak bir şey de yok.
Asker-medya ilişkisini Batı standartlarına göre değerlendirip ilkesel olarak bakarsak ne söylersiniz?
İlkesel açıdan baktığımızda bu kabul edilebilir bir ilişki biçimi değil. Olmaması gereken bir şey, "Asker-medya ilişkileri" denmesi bile anlamsız geliyor bana. Niçin buna vurgu yapmak zorundayız ki? Batı'da asker, kendisini bu şekilde bir şeyin lehine yahut hilafına konumlamaz. Batıda asker böyle basın toplantıları da düzenlemez. Asker askerliğini, siyasetçi siyasetçiliğini, gazeteci gazeteciliğini bilir.
İlk toplantıya davetli olduğunuz halde katılmadınız. Niçin?
Birincisi akreditasyon uygulamasının devam ediyor oluşu. Birtakım gazeteler ve televizyonlar bu toplantılara alınmıyorlar. Niçin alınmıyorlar? Bunun net bir cevabı verilmedi. Bundan önceki toplantıda bir yetkili, yasakla ilgili şuna benzer bir açıklama yapmıştı: "Terör örgütü ile ilişkili olan basın yayın organlarını toplantıya almıyoruz." Bunu çok yadırgadım. Zaman Gazetesi, Samanyolu, Kanal 7, Yeni Asya, Vakit Gazetesi, Milli Gazete... Bu yayın organlarının terör örgütü ile ilgili ne tür bir ilişkisi saptanmış acaba? Bu konuda ellerinde bir yargı kararı mı var? İnsanları suçlarken nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz? Birincisi buna tepki olarak katılmıyorum. İkincisi zaten bu tür toplantılara katılmıyorum. Siyasilerin toplantılarına, davetlerine gezilerine de gitmiyorum.
Toplantıya katılan gazetecileri nasıl buldunuz?
Gazetecileri çok efendi buldum. Efendice oturdular, efendice sorularını sordular. Hiç arıza yapmadılar. Efendice fırça da yediler. Ama sisayetçilerin karşısında bu efendilikten eser görmüyoruz. Siyasetçilere karşı yırtıcı ve acıtıcılar. Daha sert, agresif sorular soruyorlar. Burada can sıkıcı bir standartsızlık var. Parlamento'yu eleştirirkenki celaletimizden ne yazık ki eser yok.
Başbuğ Paşa'nın konuşması genelde övgüyle karşılandı...
Ben konuşmanın kendisinden çok "güzelleme" tabir edeceğimiz yazıların daha vahim bir ruh haletine işaret ettiğini düşünüyorum. Bir asker çıkmış, açıklama yapmış. Bunu eleştiririz, benimseriz. Ama yapılan yorumlar asker vesayeti dediğimiz şeyin altını çizen, teyit eden, hatta bu vesayeti hoş gören bir yaklaşımı içeriyordu sanki.
Başbuğ'un konuşmasını siz de beğendiniz mi?
Ben de beğendim. "Türkiye halkı" ifadesinin devrim niteliğinde bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Başbuğ Paşa'nın konuşmasının ya da bu tarzda toplantılar düzenlemesinin bize sevimli gelen tarafı şu olabilir. Bugüne kadar bilinen ilişki biçimini Başbuğ Paşa şeffaflaştırdı, daha insanî ve kabul edilebilir bir forma dönüştürdü. Daha doğrusu, bilinen ilişki biçimine görünürlük kazandırdı. Buradaki açıklık çabası hoş karşılanabilir. Ama bana sorarsanız asker bu tür toplantılar düzenlememeli... Beğendiğim bu konuşmada, bir şeyi de çok yadırgadım.
Nedir o?
Karşı taraf vurgusu bana tuhaf geldi. Bir ülkenin genelkurmay başkanı kendi vatandaşlarının bir bölümü için nasıl "karşı taraf" nitelemesini kullanabilir? Bir asker "karşı taraf" derken, anlamamız gereken şey düşmandır. Çünkü onun işi silahla, savaşla... Sınırları korumakla görevli bir kurumun en tepesindeki isim Türkiye'de yaşayan insanların belli bir bölümünü karşı taraf diye nitelendiriyor... Burada çok vahim bir durum var.
Paşa'nın bazı gazetecilerle diyaloğu fırça olarak algılandı...
"Topraktan silah fışkırıyor" ya da "mühimmat fışkırıyor" cümlesinde ne var? Fırçayı meşrulaştıracak vahamette bir cümle midir? Doğrusu Genelkurmay Başkanı'nın bazı gazetecilerle olan diyaloğunu yadırgadım. Ne hakla insanlara fırça atabilir ya da ayar verebilir? Bu konumda biri midir? Medya konusunda takdir makamında bir yönetici midir? Yaptığı güzel konuşmayı maalesef bu tür şeyler biraz yaraladı diye düşünüyorum. Keşke onu yapmasaydı.
Doğan Grubu sizin de yazdığınız gazetenin içinde olduğu bazı yayın organlarını yandaş medya olarak yaftalıyor. Bu sizi rahatsız ediyor mu?
Hiç rahatsızlık duymuyorum. Ben kafamdaki siyasal doğrular istikametinde yazılar yazıyorum. Bu beni mevcut iktidarla yan yana düşürüyorsa, bundan utanmam. Öteden beri demokratikleşmeyi, serbest piyasa ekonomisini, özgürlükleri savunuyorum. Açık toplum olmanın gereğini yazıp duruyorum. Bunları, bu iktidar döneminden önce de yapıyordum. Bu doğrular beni şu ya da bu siyasal iktidarla yan yana gösteriyorsa ne yapabilirim? "Yandaş medya" suçlamasında bulunanların neyin yandaşı olduklarına bakmak lazım... Onlar da bir şeyin yandaşı durumundalar. Darbeleri destekliyorlar, darbecilere alkış tutuyorlar. Muhtıralardan medet umuyorlar. Onlar bu konumlarından gocunmuyorlarsa, ben hiç gocunmam.
Medya tablosuna baktığınız zaman ne görüyorsunuz?
Eskiden biz birtakım haberleri göremiyorduk. "Hürriyet, haber gizleme hürriyetidir" diye bir slogan vardı. Yasemin Çongar yazmıştı sanırım. Biz haberlerin hasıraltı edildiği dönemlerden bugünlere geldik. Tek sesli bir medya düzeni yok artık. Tek tip düşünceye alışmış insanlar bundan rahatsız oluyorlar.
ERTUĞRUL ÖZKÖK YAZARKEN EĞLENİYORUM
Sizi aynı zamanda polemik sever bir yazar olarak tanıyoruz. Sizdeki polemiğin kaynağı ne?
Benim yazılarımda birtakım isimler geçiyor. İnsanlar, bu isimleri karşıma alıp kavga ettiğimi düşünüyor. Hiç ilgisi yok. Ben sadece dalgamı geçiyorum.
Köşenizde sık sık Özdemir İnce, Emre Kongar, Ertuğrul Özkök'ü konuk ediyorsunuz?..
Özdemir İnce'yi severim. Verimli bir isimdir benim için. Onunla maceramız eskiye dayanıyor. Çevirdiği bir kitapta bazı yanlışlar tespit edip sorular yöneltmiştim. Gösteri dergisinde benim ahmak, aptal, kuş beyinli olduğumu filan yazdı. Sorduğum soruların hiçbirine cevap vermedi. Kendisi önemli bir entelektüel ve şairdir. O gün bugündür elimin altında sağolsun... İstiyorum ki, insanlar bu düzeyi görsünler. Bu nedenle kayıt altına alıyorum onları.
Peki Ertuğrul Özkök?
Ertuğrul Özkök dünyanın en çelişkili adamı. Özkök'ü de aynı saikle sık sık kalemime doluyorum. Daha doğrusu, onu da kayıt altına alıyorum, gelecek kuşakların tanıması açısından. Polemik yazılarımı kavga girişimi olarak düşünenler olabilirler. Ben öyle bakmıyorum. Kavga etmiyorum. Hem dalgamı geçiyorum, hem de geleceğe belge üretiyorum. Ertuğrul Özkök yazarken eğleniyorum.
Selim İleri'nin yazılarını kaçırmam
Mutlaka okurum dediğiniz köşe yazarları kimler?
Birçok köşe yazarını okurum. Son zamanlarda Murat Belge'yi özellikle okuyorum. Köşe yazarı tanımına giren bir yazar değil ama Belge'nin konuya yaklaşımı, ironisi beni cezbediyor. Ertuğrul Özkök'ü mutlaka okurum. Gazetemdeki yazarları okurum. Ekrem Dumanlı, o gün yazmışsa Hilmi Yavuz'u okurum. Çok enterasan gelebilir ama Selim İleri'nin hiçbir yazısını kaçırmam. Ne yazmış olursa olsun, mutlaka okurum. Selim Bey harika bir yazar... Mutlu Tömbekici, Haşmet Babaoğlu, Engin Ardıç, Serdar Turgut, Fehmi Koru, Ahmet Altan, Taha Akyol, Ahmet Turan Alkan, Ali Çolak'ı okurum. Bir de Salih Tuna var. Ona ayrı bir paragraf açmak lazım; az bulunur bir yazar kumaşına sahiptir...
Son günlerde okuyup beğendiğiniz kitaplar neler?
Vüsat Bener'in öykülerini okuyorum tekrar. Elif Şafak'ın son romanını okudum. Beğendim.
Sadece öykü yazdığınız yılları özlüyor musunuz?
Geçim gailesi olmasa bir gazetede yazı yazmak istemem. Yarım kalmış roman çalışmalarım var, öykülerim var. Onlar üzerinde çalışmak isterim.
ZAMAN