15 Kas 2010 16:02
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:48
DUYDUM Kİ HABER GEÇEMEMİŞSİN KÖŞEN BOŞ KALMIŞ ERDAL ABİM!
Hem de New York'tan...Ne diyeyim...Muhabirlik, genel yayın müdürlüğüne benzemez.Zor iştir! Eski muhabiri Erdal Şafak'a fena dokundurdu!
27 yıllık meslek hayatı boyunca Azerbaycan-Ermenistan, Saraybosna, Çeçenistan, Kosova, Somali, Irak, İran, Kamboçya, İsrail-Filistin, Ruanda, Kuzey Irak operasyonları, PKK kampları gibi sıcak bölgelerde bulunan eski bir Sabah çalışanı Bengüç Özerdem Gazete Şok’tan Sabah Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’a seslendi...İşte o yazı...
Muhabirlik zordur, Erdal Şafak ağabey
Afganistan’dan, Çeçenistan’dan, K.Iraktan bombardıman altında fotoğraf geçmeye çalışırdım. Telefon çalar o zamanki müdürüm Erdal Şafak “ En sert tavrıyla ne oldu uyuyormuşsun. ‘Şöyle fotoğraf çektik böyle fotoğraf çektik. Şöyle haber yakaladık, böyle özel iş yaptık’ diye övünürken’… En iyi fotoğraf gazeteye yetişendir” diye fırça atardı…
Öf… Hem de ne fırça…
Hık ,mık… Fayda yok…
O fırçalardan sonra öyle hızlı fotoğraf geçerdik ki. “vın” yanımızda hafif kalırdı.
Oysa bilmezdi ki ben ne çileler çekerdim…
Bizim o dönemlerde fotoğraf, haber geçmek sınırları vizesiz geçmekten daha zordu…
Fişler uyum sağlamıyor bağlantı yapayım diye otel odasının duvarlarını kırıp kabloları ortaya çıkardım. Birkaç kez karakolluk olunca da, çoğu kez odasını harap ettiğim otelleri sabahın köründe yakalanmamak için terk etmek zorunda kaldım.
Kuzey Irak operasyonunda fotoğraf geçmek için öyle sistem kurmuştum ki, ulan bu bomba düzeneğimi yapıyor diye inceleme bile yapmışlardı.
Hey gidi hey...
Bir bavulla gezerdik… Film yıkamak için su ısıtıcılar, onlarca değişik girişli fişler… Faksı bağlamak için telefon kabloları ve onları devreye sokmak için değme elektrikçide olmayan alet edevat… Voltaj ölçenler, cımbızlar, boy boy elektrik tornavidaları. Penseler…
En büyük zaman kaybını hava limanlarında geçirirdim. Çoğu kez uçaktan indirilip bagaja verdiğim bavulumdaki malzemeyi anlatmak zorunda kalırdım.
O zamanlar böyle internet falan yok… Otellerde uluslar arası telefonda yok. O ülkenin telefon şirketine gider sıraya yazılır sonra beklersin. Telefon bağlanınca da başlarsın işe koyulmaya… Fakslar bağlanır, Bilgisayar bağlanır. Sonra ver sinyali al sinyali… Sinyal gitti haydi baştan… Kan ter içinde uğraş dur…Bir fotoğraf için 5-6 saat geçerdi.
Sonra hava limanına koşarsın elindeki filmlerin bir kısmını da yolcuya vermeye çalışırsın. Uluslar arası hava limanında Türkiye’ye gidecek yolcu ararsın. Sonra onu filmleri alması için ikna etmeye çalışırsın. Yalvar yakar… Dilenciden beter…
Zamanla yarışırsın bir gözünde saatinde… Eyvah Erdal ağabey aradı arayacak..
İstersin ki o kablodan koşup filmleri gazeteye bırakıp gelmek.
Hey gidi hey…
Duydum ki haber geçememişsin köşen boş kalmış Erdal Abim… Hem de New York’tan…
Ne diyeyim… Muhabirlik, müdürlüğe, genel yayın müdürlüğüne benzemez. Zor iştir.
Hey gidi günler hey…
Hele müdürün Erdal Şafak’sa…
Teknoloji gelişti,şimdi dijital fotoğraf makineleri, internet var ama…
Galiba muhabir yok…
Bengüç Özerdem/Şok Gazetesi
Muhabirlik zordur, Erdal Şafak ağabey
Afganistan’dan, Çeçenistan’dan, K.Iraktan bombardıman altında fotoğraf geçmeye çalışırdım. Telefon çalar o zamanki müdürüm Erdal Şafak “ En sert tavrıyla ne oldu uyuyormuşsun. ‘Şöyle fotoğraf çektik böyle fotoğraf çektik. Şöyle haber yakaladık, böyle özel iş yaptık’ diye övünürken’… En iyi fotoğraf gazeteye yetişendir” diye fırça atardı…
Öf… Hem de ne fırça…
Hık ,mık… Fayda yok…
O fırçalardan sonra öyle hızlı fotoğraf geçerdik ki. “vın” yanımızda hafif kalırdı.
Oysa bilmezdi ki ben ne çileler çekerdim…
Bizim o dönemlerde fotoğraf, haber geçmek sınırları vizesiz geçmekten daha zordu…
Fişler uyum sağlamıyor bağlantı yapayım diye otel odasının duvarlarını kırıp kabloları ortaya çıkardım. Birkaç kez karakolluk olunca da, çoğu kez odasını harap ettiğim otelleri sabahın köründe yakalanmamak için terk etmek zorunda kaldım.
Kuzey Irak operasyonunda fotoğraf geçmek için öyle sistem kurmuştum ki, ulan bu bomba düzeneğimi yapıyor diye inceleme bile yapmışlardı.
Hey gidi hey...
Bir bavulla gezerdik… Film yıkamak için su ısıtıcılar, onlarca değişik girişli fişler… Faksı bağlamak için telefon kabloları ve onları devreye sokmak için değme elektrikçide olmayan alet edevat… Voltaj ölçenler, cımbızlar, boy boy elektrik tornavidaları. Penseler…
En büyük zaman kaybını hava limanlarında geçirirdim. Çoğu kez uçaktan indirilip bagaja verdiğim bavulumdaki malzemeyi anlatmak zorunda kalırdım.
O zamanlar böyle internet falan yok… Otellerde uluslar arası telefonda yok. O ülkenin telefon şirketine gider sıraya yazılır sonra beklersin. Telefon bağlanınca da başlarsın işe koyulmaya… Fakslar bağlanır, Bilgisayar bağlanır. Sonra ver sinyali al sinyali… Sinyal gitti haydi baştan… Kan ter içinde uğraş dur…Bir fotoğraf için 5-6 saat geçerdi.
Sonra hava limanına koşarsın elindeki filmlerin bir kısmını da yolcuya vermeye çalışırsın. Uluslar arası hava limanında Türkiye’ye gidecek yolcu ararsın. Sonra onu filmleri alması için ikna etmeye çalışırsın. Yalvar yakar… Dilenciden beter…
Zamanla yarışırsın bir gözünde saatinde… Eyvah Erdal ağabey aradı arayacak..
İstersin ki o kablodan koşup filmleri gazeteye bırakıp gelmek.
Hey gidi hey…
Duydum ki haber geçememişsin köşen boş kalmış Erdal Abim… Hem de New York’tan…
Ne diyeyim… Muhabirlik, müdürlüğe, genel yayın müdürlüğüne benzemez. Zor iştir.
Hey gidi günler hey…
Hele müdürün Erdal Şafak’sa…
Teknoloji gelişti,şimdi dijital fotoğraf makineleri, internet var ama…
Galiba muhabir yok…
Bengüç Özerdem/Şok Gazetesi