28 Ağu 2012 10:31 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:04

'DÜN ÇÖLAŞAN'IN YAPTIĞI TAHRİBATI BUGÜN ÖZDİL SÜRDÜRÜYOR"

Fehmi Koru, Taha Kıvanç müstear ismiyle yazdığı köşesinde Hürriyet'i ve yazarlarını topa tuttu!

Doğru söze ne denir?

Neden genel olarak medyanın özel olarak da Hürriyet gazetesinin Türkiye’nin yenileşme sürecinde üstlendiği olumsuz rolü irdeleyen bir çalışma yapılmaz? Emin Çölaşan’ın Türkiye’ye neye mal olduğunu bilirsek Yılmaz Özdil’in ülkeye maliyetini de tahmin edebiliriz.

Ülkemizin ‘tek’ Nobelli şahsiyeti Orhan Pamuk, Alman ‘Die Zeit’ gazetesine, kendi halkına tepeden baktığı, hor gördüğü için ülkemiz burjuvalarından tiksindiğini açıklamıştı ya, Hürriyet önceki gün bunu yalanlayan bir yayınla çıktı okurlarının karşısına... İki aile seçmiş Hürriyet’çiler: Bir kuyumcu ile bir tekstilcinin ailesini... Kuyumcunun sarışın eşi başını örtmüyor, THY yönetiminde de yer alan tekstilcinin eşi ise tesettürlü...

İki aile birbirine çok yakın şartlarda yaşıyor, çocukları da benzer okullarda eğitim görüyor...

Zengin fotoğraflarla süslü bu yayını okuyanlar “Yok birbirlerinden farkları” diye düşünmüşlerdir...

Konu için seçilmiş iki aile de Pamuk’un ‘burjuvazi’ diye adlandırdığı tasnife girmiyor oysa... Toplumda binlercesi bulunan bildik zengin aileler bunlar... Farklı dinlere veya mezheplere sahip olsalar bile birbirinden çok farklı zevkleri bulunmayan, muhafazakârlık durumlarına göre tercihleri değişebilen aileler...

Aslına bakarsanız, bizde ‘burjuva’ diye bir sınıf yok; hiç olmadı... Pamuk’un kast ettiği türden ailelerin mensuplarının iki nesil öncesine giderseniz çok mütevazı başlangıçlar görürsünüz. ‘Dünyanın en zenginleri’ (Forbes) listesinde başlarda yer alan bir Türk ailenin atası Cumhuriyet’in kuruluşunu bakkal dükkânında kutlamıştı. Zenginlikte ondan sonra gelen ailenin atası aynı yıllarda sırtında pamuk balyası taşıyordu...

Türkiye şartlarında ‘soylu’ sayılabilecek kişiler o dönemde Türkiye’den sürülmüş, değişik Avrupa ülkelerine dağılmışlardı. Soylulara yakınlıkları sebebiyle ‘asilzade’ diye adlandırılabilecekler de, Avrupa’da sürgünlere eşlik ediyorlardı.

Osmanlı’da ‘siyaseten katil’ ve ‘müsadere’ geleneği bulunduğu için servet birikimi olamıyordu; siyasete bulaşmış akıllı zenginler, çareyi, yönetimini aile fertlerine bıraktıkları vakıflar kurmakta bulmuşlardı. Osmanlı merkezi idaresinin elinin kolunun uzanamaz hale geldiği coğrafyalarda -meselâ Mısır’da- olabildi servet birikimi; soylular ve asilzadeler orada görünür hale gelebildi.

Bizde varolan zengin sınıf Cumhuriyet’in eseridir ve zenginlikleri devlet eliyle gerçekleşmiştir... Hürriyet’in konuştuğu mütedeyyin ailenin reisinin dediği gibi, varlığından söz edilen ‘Müslüman zengin’ tipi araştırmalarca desteklenmemektedir. Forbes’ın listesinde on yıl önce kimler yer alıyorsa, bugün de aynı kişiler listeyi dolduruyor...

Zengin olmak, zenginleşmek ayıp da değildir günah da; Müslüman’a ek sorumluluklar yükler zenginlik... Yanlış olan, zenginliğini başkalarının gözüne sokmaktır...

Sizlere Cumhuriyet gazetesinden bir haberim olacak: Eski bir mensubu olan Dilek Zaptçıoğlu’yla yeni kitabı üzerine Cumhuriyet’in yaptığı röportajda, olan-biteni anlamaya çalışan tahlillerle karşılaştım. Okuyalım:

“(Türkiye’deki) tartışma katı-lâikçi, ateistliğini ve kaba materyalistliğini herkese dayatan totaliter bir ruh (ile) katı dogmatik ve şekilci bir (dindardan çok) ‘dinci’ toplum mühendisliği arasında sıkıştı. Oysa demokrat, liberal, özgürlükçü bir medeniyet anlayışı, bu iki totalitarizmi de aşarak bizi dünyayla bütünleştirecektir. O zaman gerçekten Batı toplumlarında kültürel olarak ters giden yönlere örnek olabiliriz, ama onlardan çok şey de kendimiz öğrenerek... İslâm dini yasakçı, yaptırımcı, azarlayıcı değil; tersine kucaklayıcı, anlayışlı ve geliştirici bir ruh taşır. Bu bizim mirasımızdır.”

“Ülkenin en ihtiyacı olan şey bugün ‘çağdaş uygarlığa yetişmek’tir” dedikten sonra bunun için yapılması gerekenleri de sıralıyor Dilek Zaptçıoğlu:

“Bu sadece taklitle olmaz, olmadı. Modernleşmek ‘çıktığı kabuğu küçümsemek’ olamaz. Müslümanlığımızdan utanmamak, Selçuklulardan beri kendi Doğu-Batı sentezlerimizi yarattığımızın bilincinde olmak, kendi kültürümüze güvenmek ve dünyaya açık, merak eden, öğrenen, iyi değerlerini muhafaza eden, yanlışlarını düzeltmeye çalışan bir toplum olmak: Böyle bir büyük düşe ihtiyacımız var.”

Hiç değilse anlamaya çalışmış yazar..

Taha KIVANÇ / STAR GAZETESİ