Duayen kadın gazeteci "işkenceci, kumarbaz ve alkolik" babasını yazdı!
Babalar Günü'nün hemen ardından duayen gazeteci Hicran Aygün'den oldukça dikkat çeken bir yazı geldi.
Türkiye’nin birçok büyük medya kuruluşunda gazetecilik yapmış
Hicran Aygün, babalar gününün hemen ardından Storia.me/tr
sitesinde yazdığı bir yazıyla tüm dikkatleri üzerine
çekti.
İŞKENCECİ BİR BABA
Babasından gördüğü ağır işkenceyi kaleme alan Aygün, “İşkenceci,
kumarbaz, alkolik bir baba örneği” isimli yazısında; zorlu hayat
mücadelesini oldukça dikkat çeken cümlelerle özetledi.
ÖLDÜRESİYE DAYAK
Babasının kendisini henüz 8 yaşında iken sebepsiz yere öldüresiye
dövüldüğünü ifade eden Aygün, 17’sinde ise kırık bir burun ve
kafasında 9 dikişle sokağa atıldığını dile getirdi.
Aygün, duygu yoğunluğu oldukça yüksek olan yazısının final kısmında
ise babasının ölüm haberini nerede ve nasıl aldığını okuyucularıyla
paylaştı.
HİCRAN AYGÜN KİMDİR?
Hicran Aygün Yeni Yüzyıl, Radikal, Evrensel ve Nokta Dergisi gibi
önemli medya kuruluşlarında görev yaptı. Star Gazetesi’nde yazı
işleri müdürlüğü, Aydınlık’ta haber koordinatörlüğü, Takvim’de ise
yayın koordinatörlüğü görevlerinde bulunan Aygün son olarak Yurt
Gazetesi'nde yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi.
İşte Hicran Aygün’ün dikkat çeken o yazısı:
Bu, klişe bir Babalar Günü yazısı değildir. Bu nedenle iyi babalar
için yapılan “ponçik ponçik” kutlamaların, yazıların, o dramatik
sosyal medya reklamlarının vs.nin bitmesini bekledim. Çünkü bu
yazıda ne günü kutlanacak, ne de çocuklarına iyi anılar bırakmış
bir baba bulacaksınız. Bu yazının tamamında “boşa yaşanmış bir
hayat” ve bir kelimesinde dahi abartı bulamayacaksınız.
Çocuklarıyla birlikte yaşayabildiği ömrünün çoğunu yurt dışında
geçirmiş, memleketine geldiği zaman da sadece uyumak için evine
gitmiş bir babadan bahsedeceğim. Hatta çocuklarına “O günler de
bile gelmese” dedirtecek kadar istenmeyen bir babadan. Kumarından,
alkolünden, dayağından, eziyetinden, nefretinden bıktırmış bir
baba. Ona göre tüm çocukları “sarhoş gecelerin istenmeyen
mahsulleriydi” çünkü.
Babalar Günü bitti, ben de işkenceci, kumarbaz, alkolik bir baba
örneği yazayım.
‘DÖL İSRAFI’ ÇOCUKLAR!
Hoş öte yanda “Hiç birinizi isteyerek doğurmadım” diyen bir anne de
var ama o belki başka bir zamanın yazısı. Tek suçu eve geç gelen
çocuklarına işkence etmek olan bir babayla ne paylaşılmış olabilir
ki şu hayatta. Ya da kumarda kaybettiği paraların hırsını çıkartmak
için gecenin bir yarısı yatağından kaldırdığı çocuğunu kemerle
döven bir babanın günü nasıl kutlanır bilemedim. Neyse sonuçta “döl
israfı” olan çocuklar için bir “baba figürü” duruyor karşımızda.
İşte onu anlatacağım size.
NEDENSİZ DAYAĞIN HEDİYESİ
Babasıyla neredeyse tek bir iyi anısı olmayan, şimdilerde anne olan
bir “çocuğun” bu özel güne bakış açısını bulacaksınız bu
satırlarda. 8 yaşında sebepsiz yere öldüresiye dövülmüş, kırk yılda
bir de olsa babasının pişmanlık duyup ertesi gece yastığının altına
koyduğu çikolatadan çıkan kurtlarla yaralarının nasıl bir kez daha
kanadığını okuyacaksınız. Kimine göre; kafasında 9 dikiş, burnunda
iki kırıkla sokağa atıldığında henüz 17’sinden gün almış bir genç
kızın dramını. “Bir daha bu kapıdan içeri girdiğini görmeyeceğim
bacaklarını kırar, burnunu keserim” tehdidini belki de... Kendi
kendine ve “babasına” söz verip, bir daha ne olursa olsun o kapıdan
içeri girmeyişini...
ŞİDDETİN EN ‘HARD’I
Neyse dedim ya henüz 17’sine yeni girmişti belki de girmemişti.
Evdekilerden hiç birinin kendisine meraklı olmadığını anlaması da
uzun sürmedi. 3-4 yıl boyunca kimseyle konuşmadı arada gizlice
telefonlaştığı ve gördüğü küçük kız kardeşinden başka. Çünkü babası
görüldüğü yerde “infaz” edilecek emri vermişti. Namus vs. meselesi
olduğundan değil, onun için “kabadayılık” örneğiydi. Zaten şiddete
meraklıydı ya bir de en “hard”ını deneyeyim diye düşündü kanımca.
Yıllar geçiyordu da genç kızın yaşamak için neler yaptığını bilen
herhangi bir aile bireyi yoktu. Okul, mokul gibi “uğraşlar” epey
gerideydi şimdi. Zaten hiçbir zaman da okumaya niyetli değildi.
Yapması gereken tek şey onurlu bir yaşam seçmekti. Öyle de yaptı
elinden geldiğince. Neyse ki iyi insanlarla karşılaşmıştı. O iyi
insanlar o gencecik kıza nasıl iyi bir gazeteci olunacağını
öğretti. Bazen iki iş, bazen işsiz, bazen kalacak güzel bir yer,
bazen evsiz, bazen mutlu, çoğunlukla umutsuz yaşıyordu işte.
KÖTÜ ÇOCUKLUĞA BİR DE GENÇ KIZLIK
Çok para kazandığı zamanlar da oldu elbet. Yaptığı işte iyiydi,
yaşı büyüdükçe daha iyi yerlerde, daha iyi insanlarla, daha iyi
hocalarla birlikte çalıştı. Büyüdükçe, yüceldi, öğrendikçe
güçlendi. Kötü geçen çocukluğuna, bir de genç kızlığını eklemişti
birde. İlerleyen yıllarda babasının ona hayatının sonuna kadar
unutamayacağı bir Babalar Günü “sürprizi” yaşatacağını bilmeden.
Evden ayrılalı neredeyse 10 yıla yakın bir zaman geçmiş, babasını
bir kez bile ne görmüş ne de sesini duymuştu. Ta ki kendisini
intiharın eşiğinde bulana kadar.
ÜSTÜ ÇOKTAN ÇİZİLMİŞTİ
Saat gece yarısını çoktan geçmiş, sokaklar sarhoşlara, orospulara
ve pezevenklere ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Genç kız sabit bir
telefonun başında avazı çıktığı kadar ağlıyor, bir yandan da “terk
ettiği” evinin telefon numarasını çeviriyordu. Hatta içinden “Keşke
telefonu o açsa” diye geçiriyordu. O kadar çok ağlıyordu ki kısık
bir sesle “baba” diyebildi. Telefonda geçen birkaç saniyelik
boşluğun ardından ağlayan çocuğuna büyük kızının ismini söyleyince,
genç kız üzerinin çoktan çizildiğini anladı. Bir daha hiçbir zaman
o numarayı aramadı.
14 YIL ÖNCEKİ BABALAR GÜNÜ
Yüzde bir olasılıkla öleceğini düşünmüş olmalı birileri, yüzde bir
olasılıkla da boğulabileceğini düşlemişti kendisi. Babasının,
kardeşi ve abisi için kendisini aradığı güne kadar sesini duymadı.
Arada bir kez de gördü yanılmıyorsam. Ne doğum günü, ne evlilik…
Hiçbirisinde babası yoktu. Bundan tam 14 yıl önceki Babalar
Günü’ydü… Artık genç bir kadın olan gazeteci, öğle saatlerinde
masasında oturmuş ajansın geçtiği haberlere, fotoğraflara göz
atıyordu. Önce Muammer Küçük adlı bir şahsın vesikalık fotoğrafı,
altında da kısa bir yazı “Ayvalık’ta cinayet.” Arkasından da
babasının kimliğinden çekilmiş bir fotoğraf ve aynı yazı…
9 SANTİMLİK BİR BIÇAK
Derler ya, insan neyi yitirmişse en güzel onun türküsünü söyler.
Ama şarkı söylemek bile o sırada bir kuşun sesini öldürmektir
bilmeden. Gazetedeki işini bitirene kadar kimseye bir şey
söylemedi. Sabaha karşı otopsi yapılmak üzere cesedini götürdükleri
Adli Tıp morgunun kapısındaydı. Kalbinde 9 santimlik bıçak
yarasıyla morgda boylu boyunca uzanan, yumruğu sıkılı, dudağını
ısırmış adamın adı İzzet Aygün’dü. O adam benim babamdı. Günlerden
Babalar Günü’ydü…