Duayen gazeteciden çarpıcı açıklama: HDP'yi parlatmadık, haberciliğin gereğini yaptık!
Radikal Gazetesi‘nin usta kalemi Altan Öymen, Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Duayen gazeteci gündeme dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Bilenlerin konuşmadığı, konuşanların ise bilmediği bir yerde Altan Öymen ile konuşmak bana ilaç gibi geldi dersem yeridir. Son dönemde insan röportaj yaparken kiminle konuşacağını şaşırıyor, çünkü ekrana çıkan isimler hep aynı, konuşan isimler hep aynı. Söylediklerine gelecek olursak yine aynı.
İnsan konuşurken sözünün ağırlığı olan, sağduyulu ve gerçekten ülke gündemine hâkim ve o gündemi tarafsız bir gözle anlatabilecek, yaşadığı ülkenin fotoğrafını iki cümlesiyle bile çekebilecek bir insan arıyor.
İşte o isim bu hafta benim konuğum. Duayen bir gazeteci o. Meslekte tam 65 yıl, dile kolay! Acaba biz de görür müyüz o günleri diye iç geçirmeden edemiyorum.
Karşımda onlarca iktidar görmüş, mesleğin her türlü cilvesine tanık olmuş, siyasetin toz duman olan otobanında büyük tecrübeler edinmiş büyük bir usta var… Siyasete de çok hâkim, medyaya da… CHP gibi köklü bir siyasi partinin genel başkanlığını da yapmış, bakanlık da, en önemli gazetelerde muhabirlik, yöneticilik ve başyazarlık görevlerinde bulunmuş… Yani bir döneme damga vurmuş… Şu anda medyanın en sağduyulu, kalemi aklıselimin yanında olan değerli yazarlarından biri…
Böylesine değerli bir kalemle buluşmaya giderken heyecanlanmadım dersem yalan olur…
Ve buluşma anı… Yer, geçtiğimiz günlerde iki kez taşlı ve sopalı saldırıya ev sahipliği yapmış olan Amiral Gemisi Hürriyet’in binası… Binaya girerken o yaşananlar bir film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden ve bir daha yaşanmaması için içten bir temennide bulunuyorum.
Şimdiye kadar karşılaştığım en nazik ve işine hâkim asistanlardan biri olan Tuba karşılıyor beni. Ardından da güler yüzü ile Altan Bey, tavşankanı güzel çaylar ve kurabiyeler eşliğinde koyu bir sohbet başlıyor. Röportajın yapıldığı yer Hürriyet olunca konu da o talihsiz saldırılar oluyor. Ardından genel bir medya analizi ve siyasete kadar da devam ediyoruz.
Altan Öymen, yıllarını bu mesleğe vermiş bir isim olarak özetle şunu söylüyor: Medya her zaman sorunluydu ama böylesine ilk kez şahit oluyorum. Dayakla gazetecileri terbiye etmek isteyen vekilleri görünce şaşkına dönüyorum… Dahası da var ama ben sözü çok daha fazla uzatmadan üstada bırakmak istiyorum, sizlere de güneşli güzel günler diliyorum… Sevgiyle kalın…
*****************************
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
FOTOĞRAFLAR: Emrah Yeşilduman
Altan Bey, röportajımızı Hürriyet binasında yaptığımız için öncelikle son günlerin en çok konuşulan konularından biri olan Hürriyet’e taşlı, sopalı gerçekleştirilen, o iki protesto ile başlamak istiyorum. Önce geçmiş olsun dileklerimi sunayım ardından da ne düşündüğünüzü sorayım…
Teşekkür ediyorum. Gerçekten çok tuhaf günlerden geçiyoruz. Bu yaşanan olay inanılması güç bir şey aslında… Hürriyet’e geliyorlar hem de iki kez hücum ediyorlar. Bu protestocuların başında da bir zat var, kendisi milletvekili ve iktidar partisinin de gençlik kolları başkanı. Bu kişi iktidar partisinin geçtiğimiz günlerde gerçekleşen kongresinde divan üyesiydi. Kendisini sanırım yaptıklarından dolayı böyle ödüllendirdiler. Başka bir partide olsa, başka bir ülkede olsa bu adam görevde durabilir miydi hiç?
“O SÖZLER BASINA BASKININ GELDİĞİ SON NOKTANIN EN VAHİM KANITI”
Geçmişte de gazetelere yönelik böyle protesto ve saldırılar oluyor muydu?
Böylesi olaylar nadir görüldü bizim tarihimizde. Önceden de tabii ki tepkiler olurdu, iktidarlar yapılan haberlere kızardı vs. ama bir gazeteye kamyon dolusu bir adamla gelip de taşla, sopa ile saldırıda bulunmak da neyin nesi? 2015 yılındayız, hala mı çağ atlayamadık? Bakın 1945 yıllarıydı, Tan Gazetesi basılmıştı. Ama yılına bakın kaç yıl geçmiş, insanlar buna karşı çıkmış benzeri yaşanmamış bir daha. Bir de Özgür Gündem’e yapılan bombalı saldırı gibi birkaç hadise var ama bütün bu olayların ne kadar kötü olduğunu herkes görmüş, tel'in etmiş bunları. Şimdi 2015 yılında bir iktidar partisinin vekilinin başkanlığında bunlar yaşanıyor. Bir de üstüne videosu çıkıyor, o videoda bizi dayakla akıllandıracağını söylüyor. Sedat Ergin’e, Ahmet Hakan’a inanılmaz hakaretler ediyor. Şimdi bu külhanbeylik, bu argo söylem, tehditler bir milletvekilinin ağzına yakışıyor mu hiç? Siyasette böyle söylemler hayret verici ve çok acı. Adam milletvekili ve ortaya çıkan videoda diyor ki; “Ahmet Hakan’ın evine gideceğim döveceğim” vs. Bunlar işin çivisinin çıktığının kanıtı. Ayrıca basına baskının geldiği son halin en vahim kanıtlarından biri. Dinleyince irkildim, inanamadım. Bir vekil bunu nasıl söyler diye saatlerce düşündüm ve hâlâ hayretler içerisindeyim. Bir milletvekilinin dayakla gazetecileri korkutmaya, sindirmeye çalıştığı bir dönemden geçiyoruz, bana kalırsa basın hiç iyi bir yere gitmiyor…
“ O ADAMI DESTEKLEMEK BASINA YAPILAN TECAVÜZÜ DE ONAYLAMAK DEMEK”
Başbakan Davutoğlu, Boynukalın’ın internete düşen o görüntüsünü dost meclisinde yapılan bir konuşma olarak nitelendirdi. Bu arada Hürriyet’e gerçekleştirilen taşlı sopalı protesto konusunda iktidardan çok sert bir çıkış gelmedi. Neden?
Hiç bir tepki gelmedi ki. İktidar partisinden kimse kınamadı, kimse “Bu iş yanlış” demedi. Bir milletvekili gazetecileri dayak atarak yola getireceğini söylüyor. Partinin genel başkanı ve Başbakan olan kişi bu kişiyle ilgili gereken her neyse hemen yapması gerekirken, o konuşmayı onaylarmışçasına dost meclisinde yapılan bir konuşma olarak nitelendiriyor. Böyle bir adamı desteklemek demek basına yapılan tecavüzleri de “Olur böyle vakalar” diye görmek demektir. Bütün bunlar aslında sadece basın özgürlüğü açısından değil, demokrasinin temel ilkeleri açısından da çok ciddi bir durum karşısında olduğumuzu gösteriyor.
Bu arada Boynukalın 1 Kasım’da yenilenecek seçimlerde aday olmadı… Sizce sebebi ne?
Gelecek tepkilerden ya da bu kişinin partinin oylarını olumsuz yönde etkilemesinden kaygı duyulmuş olabilir. Çünkü kongrede divan üyesi gösterilmesine çok tepki vardı. Eminim bu adamın yaptıkları parti içinde de rahatsızlık yarattı ama her zamanki gibi işte kimse sessini çıkaramıyor.
“DOĞAN GRUBU HEDEFTE ÇÜNKÜ...”
Altan Bey, Doğan Grubu aslında her daim hedefteydi ama özellikle bu son yıllarda çok daha fazla hedefte. Bunun nedeni ne?
Çünkü gazetecilik görevini yapıyor, doğruları yazıyor. Son yıllarda birçok kurumun yapamadığını yapıyor. Yanlışlık yaptığı zaman hemen düzeltiyor, okur temsilcisi var. Bir medeni memlekette, medeni demokratik ülkelerde doğru dürüst bir gazete ne yaparsa Hürriyet de onu yapıyor. Ama anlaşılan o ki, iktidarda bulunan bu zevat doğruluktan, dürüstlükten anlamıyor, daha doğrusu doğruluktan dürüstlükten rahatsız oluyor. Doğruların ortaya çıkmasından, yanlışların yüzüne vurulmasından rahatsızlık duyduğu da çok açık ortada.
“65 YILLIK MESLEK HAYATIMDA BÖYLESİNE ŞAHİT OLMADIM”
Bu yaşananlar sizi ürkütüyor mu, endişe duyuyor musunuz?
Ben mesleğinin son demlerine gelmiş bir insanım, kendim için değil ama basın özgürlüğü ve ülke için elbette endişeleniyorum. Ben 65 yıllık bu meslek hayatımda birçok hadiseye tanık oldum fakat bu kadar işin çığırından çıktığına şahit olmadım. Bu yaşananların, inan, geçmişte bir örneği yok. Gerçekten tuz koktu.
“TEK TEMENNİM…”
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Doğan Medya Grubu bünyesindeki basın kuruluşlarında yer alan bazı haberlerden dolayı yetkililer hakkında, 'terör örgütü propagandası yapmak' iddiasıyla soruşturma açmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Önce bir gürültü patırtı yapıyorlar, sonra devlet adamları bir şeyler söylüyor ardından da savcılar harekete geçiyor. Bizim gazete basıldığında, taşla sopalarla camlar aşağı indirildiğinde ve içerideki mesai arkadaşlarımız büyük bir korku yaşarken nedense kimse harekete geçmedi. Devletin en yetkili ağızları, cumhurbaşkanı olsun, başbakan olsun, her konuşmalarında mutlaka basına çok ağır sözlerle yüklenip hücum ediyorlar. Her çeşit ithamı, suçlamayı yapıyorlar. Bu, iktidar partisinde çok sağlıklı bir politika izlenmediğini gösteriyor. Bütün temennim; seçimde vatandaşın, bunlara anlayabileceği bir dilden yanıt vermesi. Yani iktidarda bulunan zevata ve sözcülerine, sandıkta gereken cevabı vermesi. Dilerim bu seçimlerde vatandaş bunlara gereken mesajı verir ve yaşadığımız gördüğümüz çirkin sahneler de böylelikle sona erer.
“GAZETECİLİK YAPMIYOR, İFTİRA ATIYORLAR”
Önceden medyaya yönelik herhangi bir saldırı olduğunda tüm medya kenetlenirmiş, birbirini desteklermiş meslektaşlar, ama şimdi baktığımızda bir bölünmüşlük var medyada da. Mesela Hürriyet’i ya da Aydın Doğan’ı iktidar sözcülerinden daha çok, iktidara yakın medya organları yerden yere vurdu… Bunu nasıl okumalı?
(Gülüyor) Bir gün DHKP-C’li diyorlar bir gün terörist, bir gün muhalif, bir gün yandaş. Nerden tutsan elinde kalıyor. Bunların hepsi deli saçması ve terbiyesizlik. Bir gazetede çalışmanın, yazı yazmanın asgari sorumluluğu vardır. Bunların yaptığı öyle değil ki, sadece iftira atıyorlar, gitgide çamurlaşıyorlar. Bir gazeteden bir başka gazeteye eleştiri olabilir, bu normal ama onlar eleştiriyle kalmıyor, ellerinde delil, belge olmadan atıyorlar ortaya bir saçmalık. Sonra bazı savcılar da bu uydurulmuş iddiaları suç ihbarı olarak görüp üzerine soruşturma açıyor. 1950’den beri ben böylesini gerçekten görmedim. Geçmişte de çok sert polemikler vardır Türk basın tarihinde, ama iftiraya, yalan dolana başvurmak pek de görülmüş olay değil…
“HAYRET EDİYORUM, CANIM SIKILIYOR”
Gazetecilikte 65. yılınız, maşallah ve darısı başımıza diyelim. Bir döneme tanıklık ettiniz, birçok iktidar dönemini görüp geçirdiniz. O süreçte bizzat yaşadığınız herhangi bir iktidar baskısı var mı?
Gazetecilik her dönem zor bir meslekti hep de öyle olmaya devam edecek gibi. Yazdığım haberlerden dolayı çok sorguya çekildim, çok fazla ifade verdim. Hapse giren çok arkadaşım oldu, gazete kapatmalar vardı o dönem, para cezaları vardı. Bunları da yaşadık ama çok etkilenmedik. Çünkü bu kadar büyük bir baskıyı omuzlarımızda o dönem hissetmiyorduk, çünkü iktidarlar bile bu kadar büyük baskıya cesaret edemiyordu medya üzerinde o dönem. Hep aynı şeyi söyler gibi oluyorum, ama hakikaten hayretim devam ediyor. İki açıdan hayret ediyorum. Birincisi bu ölçüde basının, belli kesimlerine hücum edip, yok etmeye çalışmak, vergi cezaları ve kontrolleri ile sıkıştırmak, iftiralar atıp savcılar yolu ile soruşturma açtırmak. Hepsinin bir arada olduğu bir dönem hatırlamıyorum. İkincisine gelecek olursak; yahu bu kadar olay yaşandı, tecrübe edinildi; Türkiye’de, hâlâ mı akıllanmadık? Hiç mi ders almadık? Maalesef, bazıları hiç ders almamış. Bunlara canım sıkılıyor, hayret ediyorum.
“BİZİM İTİRAZIMIZ BUNA”
Her muhalif görüş belirten kişi ya da grubun terör destekçisi olarak nitelendirilmesini nasıl buluyorsunuz?
Onlardan değilsen ya teröristsin, ya paralel ya da illa kötü bir şeysin… Yani mutlaka onlar gibi düşünmen gerekiyor, yoksa yaftalanıyorsun. İşte bizim itirazımız da buna. Demokratik ülkelerde bunlar yaşanmaz.
“BUNUN ADI SANSÜR”
Geçtiğimiz günlerde Nokta Dergisi çok tartışılan bir Erdoğan kapağı ile çıktı. Aynı gün hem dergi toplatıldı, hem de polisin bir operasyonu oldu. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz ve sizce öyle bir kapak habercilik açısından etik midir, değil mi?
Etik meselesine birazdan geliriz, ama önce yaşananlara bir bakalım. Bir kez basın özgürlüğü açısından çok temel bir ilke vardır: Bir gazetenin ya da gazetecinin yazısının suç teşkil ettiğini öne sürmek, ancak o dergi yayınlandıktan sonra mümkündür. Yayınlanmak da şöyle; dergi çıkar piyasaya, yayılır, bayilerde yerini alır. Ondan sonra savcı bunu görür ve soruşturmayı açar. Daha matbaadan çıkmadan dergi toplatmak, yayını önceden yasaklamak sansür demektir. Sansür en son Abdülhamit döneminde vardı ve 1908’de kalktı. Meşrutiyetin ilanı aynı zamanda basında sansürün kaldırılması olarak ilan edildi. Biz çok yakın bir zamana kadar, gazeteciler cemiyetleri ile basından sansürün kalkmasının yıldönümünü basın bayramı diyerek kutlardık. O akşam kokteyller verilir, gazeteciler konuşmalar yapar, eğlenilirdi. Şimdi Gazeteciler Cemiyeti de o günün ismini basın özgürlüğü için mücadele günü olarak değiştirdi. Niye? Çünkü sansüre benzer uygulamalar git gide artıyor. Bu ülkede bir kitap, daha yayınlanmadan ona el konuldu. Bilgisayar nüshasına hem de. Ve “Bir kitap bazen bir bombadan daha tehlikelidir” diye de, bizim ülkenin o dönemki başbakanı bunu savundu, hem de Avrupa Konseyi gibi bir yerde.
“BEĞENİRSİN YA DA BEĞENMEZSİN YAPTIKLARI HABERCİLİK”
Peki, Nokta’nın yaptığı etik miydi?
Bu bir eleştiri ifadesidir. Dozajı serttir. Beğenirsin ya da beğenmezsin ama eleştirel bir habercilik yapmışlar. İktidarda bulunanların bunları beğenmese bile tolerans göstermesi lazım, çünkü bir siyasetçi eleştiriye tahammüllü olmalıdır. ABD seçimlerinde neler yaşanıyor neler! Resimler, montajlar yapılır mizahi bakabilir gazeteci olaya. Devlet ve hükümet adamlarına eleştiriler zaman zaman ağır dozlarda olabilir, ama onların dozu ağır diye onları yasaklamaya, cezalandırmaya kalkmak fevkalade yanlıştır. Çünkü bu basın özgürlüğünün sınırlandırılmasına yol açar, kimse eleştiri yapamaz hale gelir. Tahammül önemli…
“BASINA BASKI KİMSEYE HAYIR GETİRMİYOR, GETİRMEYECEK”
Bugün medyaya baktığınızda en büyük sorun olarak ne görüyorsunuz?
Bugün Türkiye’deki hemen hemen tüm gazete, televizyon, dergi, radyo ve internete kadar ne kadar mecra varsa hepsi büyük bir taarruz yani saldırı ile karşı karşıya. Bunu iktidar yapıyor. Yani basın üzerinde büyük bir baskı var. Bu ne hukuka, ne demokrasiye sığar ne de kendileri için faydası olur. Bunların hepsi geçmişte de uygulandı ama tutmadı. Basına baskı kimseye hayır getirmiyor, bu metot tutmuyor.
“BASIN BÜYÜK BİR TAARRUZ İLE KARŞI KARŞIYA”
Gazetecilik illa muhalif olmak mıdır, ya da gazeteci muhalif midir?
Gazeteci gerçekçi olmalı. Gerçeği görmeli… Gazeteci gerçeği görürken yanlışları da görür. Doğruyu tespit eder. Her şeye muhalif olunmaz. Basının görevi doğruları ve yapılan yanlışlıkları yazmaktır. Kendi kişisel husumetlerini karıştırmaz gazeteci, gördüğünün filmini, fotoğrafını çeker. Gerçekçi bir şekilde de yazar.
Şirin Payzın’ın HDP’lileri ekrana çıkaramıyoruz. Çıkarınca da terörist damgası yiyoruz açıklaması çok tartışıldı bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
İnsanlar artık konuklarını davet ederken iki kez düşünmek zorunda kalıyor. Çünkü psikolojik olarak zaten bir baskı yaratılıyor üzerlerinde. Böyle olunca sağlıklı bir gazetecilik yapmak mümkün mü? İnsanlar tehdit ediliyor, iktidarın en yetkili ağızları sizi tefe koyuyor. Baksanıza, milletvekilleri gazetecileri dayak atmakla terbiye etmekten söz ediyor.
“BASIN ANLAMINDA İŞİMİZ HER ZAMANKİNDEN DAHA ZOR”
Şu geldiğimiz noktada hala bir basın özgürlüğünden söz etmek mümkün mü?
Basın özgürlüğünün ideal hale gelmesi için her zaman gayret sarf etmek lazım. Özgürlüklerin tamamına ulaşmak kolay değil. Fakat basın anlamında işimiz her zamankinden çok daha zor. O kadar menfi bir duruma düştük ki, bunun normal bir hale getirilmesi için çok uğraşmak lazım. Sınırsız özgürlük zaten rüya da. En azından ortalama bir basın özgürlüğünü yakalamak lazım. Önümüzde bir seçim var, bizi bu seçim kurtarırsa kurtarır. Düşünün ki iktidar partisi içinde tek bir aykırı ses çıkamıyor, özeleştiri bile yapamıyorlar. Bu Hürriyet saldırısını, içlerinden bir 10 kişi bile kınayamadı. Korku, sadece dışarıya karşı değil, içeriyi de sindirmiş, korkutmuşlar. Koskoca partide sadece tek adam var konuşan, diğerleri parmak indir, kaldır. Ama sokaktaki vatandaşın içi kan ağlıyor. Herkes bu yaşananlara isyan ediyor.
Önümüzde çok kritik bir seçim var. 1 Kasım seçimi için öngörünüz ne?
Ülke hiç iyi bir yerde değil. Her gün şehit haberleri geliyor, terör gitgide tırmanıyor. Ekonomi dersen yerlerde. Bu anormal durumun değişmesi lazım. Bütün siyasi partiler demokrasiyi uygulamak zorundadır, demokrasinin gereği de kendini eleştirmektir. Ama bunlar, bırakın özeleştiriyi, en küçük eleştiriyi affetmiyorlar. Artık böyle şımarık bir iktidarı bu ülkenin taşıyacak omuzu kalmadı, yorulduk. Koalisyon mu olur, başka bir iktidar mı gelir bilemiyorum ama bir değişim şart, çünkü bunlar çok yıprandı.
2 Kasım’a sizce nasıl bir Türkiye’de uyanırız?
2 Kasım’a inşallah değişmiş bir iktidarla girmiş oluruz. Temennim bu.
Türkiyelileşme iddiası ile seçimlere girmişti HDP, baraj sorunu varken çok yüksek bir oy aldı ama seçim sonrası bir anda her şey yerle yeksan oldu. Terör hortladı. HDP’ye duyulan sempati bu süreçte azaldı mı acaba?
Türkiye’nin başında elbette terör denilen felaket var ama HDP denilince; Meclis’te seçilmiş 80 milletvekili olan bir siyasi partiden bahsediyoruz. Yüzde 10’luk baraja rağmen seçilmiş bu adamlar. Sen bu isimlere terörist muamelesi yapamazsın, bunlar milletvekilliğiyle bağdaşmayan herhangi bir suç işleselerdi seçime giremezlerdi, vekil olamazlardı. Onları yok sayamazsın. Meclis’te onları da dinlemek zorundasın. Bu insanlarla diyalog kurulması lazım bu işi çözebilmek için. Çözüm sürecinde PKK silah stoklaması yaptıysa bunun sorumlusu kim? Bunu sorarlar adama. Sen o insanlarla müzakere yaptın, Dolmabahçe’de görüştün, sonra ne oldu da birden bire onları iteklemeye başladın? Çünkü onlar sayın Cumhurbaşkanı’nı başkan yaptırmayacaklarını söylediler ve bunu söyledikleri günden bu yana da bir hücum başladı HDP’ye karşı, iktidar kanadından. Çok yanlış işler bunlar…
Bu arada HDP’ye barajı siz geçirmişsiniz. Yani Doğan Grubu. İddialar o yönde.
(Gülüyor) Nasıl becermişiz o işi?
“HDP’Yİ PARLATMADILAR, HABERCİLİĞİN GEREĞİNİ YAPTILAR”
HDP’li isimlere ekranlarınızda ve gazetelerinizde çok yer verip, parlatmışsınız Doğan Grubu olarak. Bunu son günlerde çok sık dile getirdiler…
Birincisi, Doğan Grubu gerçek manada gazetecilik yapan bir grup. İkincisi aklıselimin gereğini yerine getirmeye çalışan bir grup. Haber yapmak ne zaman suç oldu Allah aşkına? Herkese eşit yer vermek değil midir televizyonculuğun, gazeteciliğin gereği. Hele seçim zamanında bu, yasaların da gereği. Etik olan bu. Yasal olan da bu. AKP, CHP, MHP ekrana çıkarken HDP’ye dur sen çıkamazsın mı denilecek? Onların görüşleri yok mu sayılacak? Böyle bir mantık olamaz. Ayrıca, basında bir partiye dair bir şey yazıldı diye vatandaş gidip oyunu o yazıya göre mi veriyor. Kendi mantığı, sağduyusu yok mu vatandaşın?
“HAVUZ MEDYASININ HEPSİNİN TİRAJINI TOPLA DOĞAN GRUBU’NUN TEK GAZETESİ ETMEZ”
Demirtaş’a saz çaldırıp şirin göstermişsiniz?
(Gülüyor) Saz çalıyorsa adam çalıyordur. Çıkarılır ekrana, ne güzel bir yetenek işte. Davutoğlu da çalsa onu da verirler. Ya, sana bir şey söyleyeyim mi, bu tarz konuları konuşurken gülüyoruz ama bunu ciddi ciddi düşünüp söyleyenler var, bu bence milletin aklıyla dalga geçmekten başka bir şey değil... Vatandaşın aklını, zekâsını bu kadar da hafife almasınlar. Ayıp! Bir gazete bir haber yaptı, bir yazar bir yazı yazdı diye adamlar sanki fikrinden vazgeçiyor. HDP’yi şirin gösterdiler, parlattılar şeklinde grubumuza yönelik iddiaları da, en çok havuz medyası ortaya attı. O havuz medyasının tirajlarını toplasan Doğan Grubu’nun tek gazetesi kadar etmiyor.
Çözüm sürecinin nasıl başladığını anlamadığımız gibi nasıl bittiğini de anlayamadık. Ne oldu da iş buralara geldi sizce?
Zaten yürümeyeceği baştan belliydi. Bunu öngörmek için üstün zekâya gerek yok. Ana muhalefet partisinin, muhalefet partilerinin yok sayıldığı, bilgi verilmediği bir süreçti bu. Kapalı kapılar arkasında, Meclis’te herhangi bir görüşme olmadan çözüm olur mu? Gizli müzakerelerle yürütülürse böyle olur. Hiç kimseye bilgi verilmedi, vatandaş süreci anlamadı. Müthiş bir kibir var bu iktidar partisinde. Her şeyi kendi bilir zannediyor ama kendisinin de bir şey bilmediği işte ortaya çıktı.
Peki, bu çözüm süreci sizce ne kadar samimi bir süreçti?
Samimiyet aramak için içeriği bilmek lazım. Biz sürecin içeriğini bilmiyorduk ki, kim kime ne söz verdi ve hangi sözler tutuldu, hangi sözler tutulmadı, nerede anlaştılar, nerede uzlaşamadılar. Bilemiyoruz yani. Realist bakmak lazım…
Çözüm süreci neden bitti peki bir fikriniz var mı?
Bence ondan daha önemli soru şu: Bu hükümet neden kurulamadı? Görüşmelerde iktidar kanadı, hükümet kurulsun diye değil, kurulmasın diye uğraştı. En önemli mesele buydu. Cumhurbaşkanı, ana muhalefet liderine görevi vermedi, sarayın yolunu bilmeyenlere görev verilmezmiş, böyle bir şeyi ilk kez duyuyorum. Bunlar ısrarla erken seçim istedi, zannediyorlar ki yapılacak erken seçimde AKP yeniden tek başına iktidar olur. Ama yanılıyorlar. Bütün hesapları bunun üzerine yapsalar da, geçti o tek başına iktidar günleri. Sonucun onlar açısından çok da parlak olduğunu düşünmüyorum. Zaten anketlere baktığımızda bunu çok net görmüş oluyoruz.
Diyelim 1 Kasım’da sonuç değişmedi. Ve seçmen yine koalisyon dedi. Bu kez kurulur mu?
Artık başka şansları yok diye düşünüyorum ama kuramazlarsa da yine seçime gidebilirler, alıştılar artık…
MHP’nin süreçteki tavrını nasıl buluyorsunuz?
Bence birçok çevrede MHP hayal kırıklığı yarattı. En azından Meclis Başkanı seçiminde muhalefetle işbirliği yapabilirdi ama hiçbir şeye yanaşmadılar. Her şeye hayırcı bir yaklaşımla bir yere varılmaz.
Devlet Bahçeli’nin Meral Akşener’i aday göstermemesi sizi de şaşırttı mı?
Gerçekten çok şaşırdım ve anlayamadım. Meral Akşener’i tanırım, Meclis’te de aynı dönemde görev yaptık. Çok tecrübeli, iyi yetişmiş önemli bir politikacı. Keşke aday gösterilseymiş.
Röportaj çok güzeldi ama daha fazla vaktinizi de almak istemiyorum. Size bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim…