"DOKUNMAYIN TÜTÜNE.. PARMAK SOKAR SÜTÜNE..!.." SELAHATTİN DUMAN MUSTAFA FİLMİ TARTIŞMALARINI NASIL Tİ'YE ALDI?
"Sansür" denilen kurumun bize her zaman lazım olduğunu anlatan işbu risalede sözleriyle konuyu tartışan Vatan Yazarı Selahattin Duman Mustafa filmi tartışmalarını 'ti'ye aldı.
"Sansür" denilen kurumun bize her zaman lazım olduğunu anlatan işbu risalede sayın bilirkişileri bir tek konuda uyarmak istiyorum.. Ne derseniz deyin, nasıl rapor verirseniz verin.. Ancak Gazi Paşamız´ın cıgarasına karışmayın.. Kurt dumanlı havayı sevdiğinden dumansız hava sahası ona lazım değildi..
Yeşilçam Sineması dedikleri "sansür" mantığından çok çekti.. Eski Yeşilçam filmlerine bakın.. Konu kriminal ise filmin final sahnesi asla değişmez..
Amerikalılar´ın İkinci Dünya Savaşı artığı Willis Jeep´inden bozma bir polis aracı sallana sallana gelir..
Perdede biraz sonra "Son" yazısının görüneceği yere, perdenin tam ortasına konuşlanır..
İçinden birkaç polis ile resmi otoriteyi temsil eden bir komiser zıplar..
Hepsinin de başında; köylünün giydiği tengirdekli kasketin önü siper-i şemslisi vardır..
Komiser başı beladan son anda kurtulan, onun sevinci ile sevgilisini mıncıklamakta olan jöne dönüp, filmin son sözünü söyler..
"Biz bütün hakikati biliyorduk.. Seni takip ederek gerçek suçluları yakaladık.."
Eğer bu son sözün söylendiği sahne filme eklenmezse o film asla sansür kurulundan geçmez, gösterime giremezdi..
Çünkü otorite, ahalinin "polisin ayakta uyuduğuna dair" bir izlenime kapılmasını istemezdi..
Polis her şeyi bilirdi.. Olaylara canı istediği yerde canı istediği zaman müdahale ederdi..
O zamanın aklı bu kadardı..
Maliye´den maaş alıp da maaş aldığı yerin otoritesini savunan hiçbir akıl çıkıp da;
"Lan arkadaş.. Bizim polisin göt ata ata giden külüstür cipi haydut kısmının altındaki Amerikan arabasını nasıl yakalayacak?" diye sorgulamazdı..
Haydi şoförlüğümüze güveniyoruz..
Bari biri çıkıp da "Nedir bu polisin kıyafeti?" itirazını yapsaydı..
Ayakta körüklü çizme, kafada tengirdekli kasket, altta potur dedikleri şalvar bozması pantolonun resmileştirilmiş hali..
Bu görüntü bile tek başına otoriteyi yerle yeksan etmeye yetiyordu..
MUSTAFA VAK´ASI
O günden bu günlere otuz yıldan fazla zaman geçti..
Yeşilçam Sineması ve o dönemin sansür mantığı RTÜK denetimindeki televizyonlarda bile eğlence programlarına parodi oldu..
Yani biz o günleri geride bıraktığımıza ciddi ciddi inanmaya başlamıştık ki "Mustafa Vak´ası.." patlak verdi..
Hani şu romantik isyankâr Can Dündar´ın Gazi Paşamız´a dair yaptığı "Mustafa" adındaki belgesel film üzerine yaşananlar..
Biri çıkıp da "ben bir komedi filmi" yazdım dese..
Bizim gazetenin dünkü manşetine konu olan gelişmeleri tek tek senaryosuna indirse.. Bir televizyon yöneticisinin önüne bıraksa..
Adam okur.. "İyi olmasına iyi de biraz uçmuşsun kardeşim.. Anlattığın şeyin ayağı yere bassın.." der..
Son yıllarda "Mustafa filmi mahkemelik.." haberinin metninden daha abuk bir şey okuduğumu hatırlamıyorum..
Davayı açana diyecek lafım yok..
Beni bitiren, resetleyen "bilirkişi" namı taşıyan zatın çok değerli görüşleridir..
"Atatürk´ün kitap yazması canlandırılırken kalem tutan ellerin Atatürk´ün elleri ile benzerliği yoktur.. Uzun parmaklı, ince zarif elleri yerine kısa ve küt parmaklı iki el perdede gözüküyor.."
Biz görüşlere saygılıyız.. İfade hürriyetine de keza.. O yüzden "Nereden biliyorsun? Karşılıklı parmak hesabı mı yapmıştınız?" diye sormuyoruz..
Lafın bundan sonrasında, eleştirimiz doğrudan Can Dündar kardeşimizin belgeselci şahsiyetinedir..
Eğer belgeselin maliyetini düşürmek için kitap yazma sahnesinde uzun parmaklı bir el mankeni kullansaydı, ahalinin aklına böyle aykırı fikirler düşmeyecekti..
Ama Can Dündar ne yaptı?
Tuttu o sahnede kendisi konu mankeni oldu.. Atatürkümüz´ün zarif elleri yerine kendi elini kullandı.. Parmakları kısa ve küt değildi ama kalındı..
Kalem tutmak için büzüldüğünde o küt parmaklar okuma yazma kursuna gitmiş yaprak sarma gibi duruyordu..
TERSİ DE OLURDU..
Can Dündar´ın sıradan parmaklarının cumhuriyeti kuran bir elin parmakları ile aynı olmayacağı baştan belliydi..
Nitekim sayın bilirkişinin gözünden kaçmadı.. Mustafa adındaki belgesel film ilk eksi pointini aha buradan aldı.. Daha da dikiş tutmadı..
Gelelim bir başka eleştiri noktasına..
İstanbul´a ilk kez geliyor ve halkın sevgi seliyle karşılanıyor.. Bu sırada arkadaşına dönüp şöyle diyor:
"Bugün kalabalık sevgi doludur.. Ama aynı kalabalık bir gün seni linç etmek için de toplanır.."
Bilirkişi buradan Atamız´ın ahalisine güvenmediği izlenimi çıkacağından korkuyor..
Eee?
Diyelim ki Atamız "Bu ahali arkamda oldukça bana karada ölüm yok.." gibisinden bir özlü söz söyleseydi.. Can Dündar da bunu böyle resmetseydi..
Bu kez başka bir bilirkişi çıkıp şöyle demez miydi:
"Bu laflardan iki sene sonra Serbest Fırka kuruldu.. Ahaliden yüz bin kişi Fethi Bey´i İzmir´de karşıladı.. Bir baba (bizi kurtar, oğlum sana kurban olsun) diye ağladı.. Yönetmen burada Atatürk´ün iki yıl sonrasını görecek ferasetten nasipsiz olduğunun altını çiziyor.."
Hoppala Hasan Dayı! Demokratik genlerim seyirdi..
En mühimi de sigara maddesi..
Gazi Paşamız pofur pofur sigara içerdi.. İyi ki de içmiş.. Sefası olmuş.. Çünkü ölümü başka bir şeyden geldi.. İçtiği sigaralar da yanına kâr kaldı..
Şimdi olsa gene içerdi..
Kimse de çıkıp "Dumansız hava sahamız.." sözleriyle başlayan bir cümle kuramazdı..
Şimdi merakla bekliyorum.. Can Dündar´ı sigara şirketlerinin gizli ajanı gibi gösteren akıl "yüz lira gibi" ağır para cezası beklentisi içindeyken Gazi Paşamız´ın halleri için nasıl bir akıl üretecek..
Günde dört paket filtresiz sigarayı içen Gazi Paşamız´ı gıyabında "Tütün Zararlarının Önlenmesi Hakkındaki Kanun"a muhalefetten yargılayıp, tarihin önünde mahkûm edecekler mi?
Eğer bunu da yaparlarsa bana "Dokunmayın tütüne.." deyip kafiyesini getirmekten başka laf kalmaz..
Selahattin Duman/Vatan