02 Mayıs 2010 12:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:16

''DOĞURGAN KÖŞE YAZARI'' TAKIMI BEBELERİ BOZUYOR! DUMAN, KADIN YAZARLARI "DUMAN" ETTİ!

Köşelerini hamilelik günlüğüne çeviren kadın yazarlar bu yazıya çok kızacak...

Vatan yazarı Selahattin Duman harika bir Pazar yazısıyla günün en eğlenceli köşesine imza atmış.

Duman, kentli orta sınıf kadının hamilelilk tavırlarını hicvettiği yazısında Amerika'dan ithal edilen çocuk büyütme kültürünü eleşitirirken, kadın köşe yazarlarına da fena çakmış. Köşelerini hamilelik günlüğüne çeviren kadın yazarların aslında hangi damardan beslendiğini ortaya koyan Duman, kendi çocukluğundan trajikomik anektodlar aktarıyor...

“Doğurgan köşe yazarı” takımı bebeleri bozuyor

Bayılıyorum şu çağın okumuşlarındaki annelik babalık güdüsüne.. Hamile kalmaları ayrı, doğurmaları ayrı, doğurdukları bebeği büyütmeleri ayrı bir macera.. Sendrom, travma sözcükleri dillerinden düşmüyor..

Çocuk yetiştirme meselesine yukarıdaki spottan devam ediyorum..

Allah’a şükür okumamış veya okutulmamış yani “organik kalmış” ahalimizde bu türden sendromlar yok..

Okumuş takımından bir anne, gebelik testinin pozitif çıktığı günden itibaren doğmamış bebeğin hangi okula gideceğini plânlar..

En geç, bebe on aylıkken bir yerlere kaydını yapar..

Organik ailelerde ise telaş yoktur..

Dünyaya bir bebe getirmek kendi plânları değil de “takdir-i ilâhi” olduğundan bütün sorumluluk ruhani aleme devredilmiştir bile..

Bir çocuk daha mı? Nasıl bakacaksın?

“Rızkını Allah verir..”

Baktın diyelim.. Ya okuması, yetişmesi?

“Ne bilem .. Kısmetse okur..”

***

Geçenlerde bir yakınım, eczaneden satın aldığı predictör testi zımbırtısından “hamilesin..” müjdesini aldı..

Doktorun da onayladığı müjdeye göre doğacak çocuk henüz dört milimetreydi..

Topu topu bir pirinç tanesi kadar..

Potansiyel anne ile baba o “pirinç tanesi” kadar canlının on bir milimetreye kadar büyümesine zor bela sabrettiler..

Doktor “On bir milimetre olmuş..” deyince de “Tam zamanıdır?” deyip oyuncak seçimi için alışverişe çıktılar..

Görünüş o ki ilk bilgisayarını almak için ceninin iki santim olmasını zor bekleyecekler..

HER ŞEY TRAVMA

Bu benim için anlaşılır bir heyecan.. Lakin gebelikle başlayan heyecanın yan etkileri bu kadarla kalmıyor, buralarda durmuyor ki..

Büyüyerek, gelişerek devam ediyor..

Organik olmayan annelerde görülen ve “kendini, evrendeki doğum mucizesini ilk gerçekleştiren kişi sanma sendromu ..” zaman içinde çocuğu da vuruyor..

Gazetelere bakın.. Her birinde en az bir yeni doğum yapmış anne-yazar var..

Bebeleri evrenin merkezi.. Onlar da o merkez etrafında artık her ne yaşanıyorsa “köşe yazısı niyetine” onun tutanağını tutuyorlar..

Okuyorsun.. Herkesin bebesinde görülen ne kadar salaklık varsa onların bebelerinde de görülmekte.. Lakin onlar bunu “hayatın mucizesi” olarak yorumlamakta..

Ne mi oluyor?

Aşırı annelik, kısmen babalık gayreti sayesinde her türlü travmaya açık kuşaklar geliyor..

Hollywood sağ olsun..

Bütün aile filmleri, dizileri “çocukken yaşanan travmalar..” üzerine..

Travmasız çocuk yok..

“Babam mezuniyet günüme gelmedi.. Onu hiç affetmeyeceğim..”

“On yaşındaydım, annem babam doğum günümü unuttu.. O şoku hâlâ atlatamadım..”

“Babam saçımı hiç okşamadı.. O yüzden böyle sapıtıyorum..”

Amerika bu zırvaları ciddiye alıyor..

Seri katili savunan bir avukat jüriye kapanış konuşması yapıyor..

“Müvekkilimin travmatik bir çocukluğu vardı.. O daha on yaşındayken ruhsal açıdan yaralanmıştı.. Annesi (Thanksgiving) yemeğinde müvekkilimin tabağındaki hindiye sos koymayı unutmuştu.. Müvekkilim bu şoku yaşam boyu atlatamadı..”

Gülmeyin.. Duruşma jürisinin bu savunmayı dinleyip, o seri katil için “Not Guilty” yani “Suçsuz..” demesi yüzde ellilik ihtimal..

Eee ! Amerikalı’nın ciddiye aldığı bir şeyi bizim inorganik ebeveynlerin ıskalaması imkânsız..

***

Oralar başka alem..

Bebe sapıtır, anası iki tokat ekleştirir.. Yarım saat sonra Sosyal Hizmet Kurumu’ndan birileri kapıya gelir..

Çocuğu “yoğun şiddet görüyor” gerekçesi ile ailenin elinden almaya çalışır..

Bu haller bize uyar mı? Tartışalım..

Bizde sopa çocuğun gelişmesine yarayan vitamin yerine geçer..

Şahsen ben dayak yemediğim gün “Acaba annem hasta mı oldu?” travması yaşardım..

Yediğim dayaklardan dolayı kendimi hiç de “ruhen örselenmiş” saymam.. Örselenen bir şey varsa o da çamaşır makinemizin hortumu olabilir..

GERÇEK TRAVMA..

Hoover ilk çamaşır makinemizdi.. Suyu, gövdenin dışına asılı bir hortumla boşalırdı.. Doğal olarak da hortum istendiğinde çıkarılabilirdi..

O makineyi yapan ustalara helâl olsun çekmek isterim.. Nasıl dayanıklı bir hortum yapmışlar öyle?

Ben diyeyim hortum.. Siz belleyin Maskeli Süvari Zorro’nun kamçısı..

O kadar tepemde şakladı.. Lastik hortumun bir dişlisi bile açılmadı..

Tabii o yıllarda çocuğa atılan dayağın travmatik etkisi diye bir şey bilinmiyordu..

Onlar, azıtan çocuk yüzünden yetişkinlerin geçirdiği travmaların ciddiye alındığı zamanlardı..

Bizim kuşaktan bir tek çocuğun bile “Babam okuluma gelmedi, diploma alışımı görmedi..” diye sızlandığını hatırlamam..

Tam tersine.. Babaların okula gelmesi, evladının karnesini bizzat almaya çalışması yaratırdı çocuk üzerindeki travmayı..

Düşün! Baban karneni senden evvel alıyor.. Kaç dersten çakmışsın haberin yok..

Dolayısıyla “Hoca bana takık ..” türünden dört dörtlük bir savunma geliştiremiyorsun..

Karnenin alındığından habersiz kaldığın için “doğal kaçış yollarını” hazırlayamıyorsun..

Eksik olsun böyle ilgi..

***

1960’lı yıllarda “Aman çocuğunuza baskı yapmayın..” diyen “Çocukları ruhsal açıdan yaralarsınız..” dilleri döken ne kadar psikiyatr varsa şimdi pişman..

O tür modaları Amerika’dan “bize uyar mı uymaz mı..” muhasebesi yapmadan transfer edenler şimdi öz eleştirilerini yapıyorlar..

“Hatalı olan bizmişiz, yanlış yapmışız..” demeleri birer samimi itiraftır..

Bir durun.. Psikolojileri yediği her şaplakla yerine gelen eski kuşaklara bakın, onların çocukluklarını hatırlayın..

Bir de şimdiki gibi büyük küçük tanımayan, yayıla yayıla konuşan, gelenekten habersiz, travma görmemiş bebelere bakın..

Aralarından mucize filan çıkmıyor..

Yüzde doksan dokuzu analarının koyacağı muhalefet şerhine rağmen “salaklar ordusuna” en geç on beşinde katılıyor..

Üstelik “Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu dünyayı..” havasında gidiyorlar..

Çocuk büyütme olayını ne kadar abarttığımıza siz karar verin..

Kıssadan Hisse: Tek çocuk anayı babayı şaşkın, çok çocuk ise düşkün eder..

Selahattin Duman/Vatan



ETİKETLER
#selahattin duman