22 Eyl 2007 11:11
Son Güncelleme: 19 Kas 2018 12:50
DOĞAN GRUBU'NDA "ÖZHAN CANAYDIN'A ÖVGÜ HABERLERİ" DORUĞA ÇIKTI!..GÖREVİNİ BIRAKMAYA HAZIRLANAN GS BAŞKANI CANAYDIN'I "GÖNDERMEK İSTEMEYEN" DOĞAN GRUBU'NUN AMACI NE?
Sosyolog Ertuğurul Özkök'ün "Malezya ile Türkiye'yi karşılaştırarak" ortaya koyduğu "tutarsız" tabloyu köşesine taşıyan Taha Kıvanç, son günlerde Doğan Grubu'nda yer alan Özhan Canaydın haberlerine de dikkat çekti.
Dostlardan şikâyet
Bu dostlarım var ya bu dostlarım, beni sıkboğaz edip öldürecekler... Cep telefonu icat oldu, mertlik bozuldu. Eskiden yurtdışına çıktığımda beni ara da bulasın. Şimdi öyle mi ya! Sabahın köründe başlayan telefon trafiği gecenin ileri saatlerine kadar sürüp gidiyor. Dostlarım uyarı görevini yerine getiriyorlar.
Amerika'daki dostlardan biri, dünkü yazımı okumuş, münasip bir saatte aradı ve "Her işadamının peşine takılıp para toplamak için düzenlenen yemeklere katılma" dedi bana, lâfını eğip bükmeden... Şunları da dinledim: "Yemek düzenleyenler katılanlardan iyi hal kâğıdı talep etmiyor; para versin de kim olursa olsun... Bu sebeple yemeklere hırsız-uğursuz takımı da katılabiliyor. Burada öyle işadamları var ki, elçilik binası salonundaki boy aynasını yürütmeye kalkıştığı için yasaklı; onun peşine takılarak gittiğini düşün şimdi..."
Bana "Hillary'nin yemeğine gelir misin?" teklifinde bulunan işadamı, dostumun tarif ettiği türden değildi, bunu biliyorum. Ertuğrul Özkök de öyle birinin peşine takılmamıştır herhalde... Mihmandarının, Hürriyet'in adını 'Defne' olarak yazmayı yeğlediği Daphne Barak olduğunu sanıyorum. Yaptığı röportajları Jerusalem Post'tan Hürriyet'e, Şark-ul Evsat'a kadar bir dizi gazeteye pazarlayan bir gazeteci Daphne Hanım...
Bir başka dostum Türkiye'den arayıp buldu beni. Onun uyarısı farklıydı: "Ertuğrul Özkök'ün yazılarını fena halde kişisel değerlendiriyorsun. Fransa'dan doktoralı, 'doçent' unvanı bulunan, her fırsatta 'sosyolog' olduğunu tekrarlayan biri, kendisini 'darbeci' derekesine düşürmeye gönüllü yazılır mı sence? Malezya ile Türkiye arasında onlarca benzemez bulunduğunu bilmek için sosyolog olmaya da gerek yok zaten."
Bazen ileri gidip "Hürriyet demek devlet demek" iddiasını seslendirsem de, vaktiyle Nuriye Akman'ın kendisiyle yaptığı röportajda Aydın Doğan'ın bu tezi destekleyen itirafını okumuş olsam da, iddiayı her ahval ve şeraite uygulamakta tereddüt ediyorum. 'Darbeler ve Türk medyası' başlıklı araştırmalarda yer alan darbe öncesi ve sonrasında yapılan yayınlar da çoğu kez hatırımdan uçup gidiveriyor. Tereddüt duymasam, unutmasam mesleğimi sürdüremem çünkü.
Bir dostum, geçenlerde, "Bütün yazarlar İlhan Selçuk, bütün gazeteler Cumhuriyet" deyiverdi kulak hizamda. Kendisine sorgulayan gözlerle baktığımı görünce görüşüne açıklık getirdi: "Herhangi bir gazeteyi gözünün önünde canlandır. Çok satan olsun isterse veya 'ulusal' çizgiyi savunsun, fark etmez. Magazin eklerini çıkar bir kenara at; sayfalardaki renklerin cicili bicili oluşuna aldırma ve gözünün önündeki o gazeteyle Cumhuriyet'i, yazarlarıyla İlhan Selçuk'u karşılaştır... Karşılaştırdın mı? Ne çıktı ortaya?"
Sorusuna cevap vermemeyi tercih ettim.
Klasik yaklaşımı hepimiz biliyoruz: "At sahibine, medya da patronuna göre kişner." Bazen bildiğimiz kişi patronudur gazete veya televizyonun, bazen başka bir işadamı, bazen de bir politikacı... Adam para verip gazete çıkarıyor, bir de kendi çıkarına ters yayın yapılmasına izin mi verecek?
Columbia Journalism Review dergisinin son sayısında Rupert Murdoch'un Wall Street Journal gazetesini satın alma macerası işleniyor. Dergi yönetmeni, "İngiltere'de Times'ı aldığında satan aileye 'Gazetenin yayınına karışmayacağı' sözünü vermişti Murdoch; daha ilk günden müdahaleye başlayınca, hayretini belli eden bir gazeteciye, 'Aman Allah'ım, yoksa o sözü ciddiye mi almıştın
Bu dostlarım var ya bu dostlarım, beni sıkboğaz edip öldürecekler... Cep telefonu icat oldu, mertlik bozuldu. Eskiden yurtdışına çıktığımda beni ara da bulasın. Şimdi öyle mi ya! Sabahın köründe başlayan telefon trafiği gecenin ileri saatlerine kadar sürüp gidiyor. Dostlarım uyarı görevini yerine getiriyorlar.
Amerika'daki dostlardan biri, dünkü yazımı okumuş, münasip bir saatte aradı ve "Her işadamının peşine takılıp para toplamak için düzenlenen yemeklere katılma" dedi bana, lâfını eğip bükmeden... Şunları da dinledim: "Yemek düzenleyenler katılanlardan iyi hal kâğıdı talep etmiyor; para versin de kim olursa olsun... Bu sebeple yemeklere hırsız-uğursuz takımı da katılabiliyor. Burada öyle işadamları var ki, elçilik binası salonundaki boy aynasını yürütmeye kalkıştığı için yasaklı; onun peşine takılarak gittiğini düşün şimdi..."
Bana "Hillary'nin yemeğine gelir misin?" teklifinde bulunan işadamı, dostumun tarif ettiği türden değildi, bunu biliyorum. Ertuğrul Özkök de öyle birinin peşine takılmamıştır herhalde... Mihmandarının, Hürriyet'in adını 'Defne' olarak yazmayı yeğlediği Daphne Barak olduğunu sanıyorum. Yaptığı röportajları Jerusalem Post'tan Hürriyet'e, Şark-ul Evsat'a kadar bir dizi gazeteye pazarlayan bir gazeteci Daphne Hanım...
Bir başka dostum Türkiye'den arayıp buldu beni. Onun uyarısı farklıydı: "Ertuğrul Özkök'ün yazılarını fena halde kişisel değerlendiriyorsun. Fransa'dan doktoralı, 'doçent' unvanı bulunan, her fırsatta 'sosyolog' olduğunu tekrarlayan biri, kendisini 'darbeci' derekesine düşürmeye gönüllü yazılır mı sence? Malezya ile Türkiye arasında onlarca benzemez bulunduğunu bilmek için sosyolog olmaya da gerek yok zaten."
Bazen ileri gidip "Hürriyet demek devlet demek" iddiasını seslendirsem de, vaktiyle Nuriye Akman'ın kendisiyle yaptığı röportajda Aydın Doğan'ın bu tezi destekleyen itirafını okumuş olsam da, iddiayı her ahval ve şeraite uygulamakta tereddüt ediyorum. 'Darbeler ve Türk medyası' başlıklı araştırmalarda yer alan darbe öncesi ve sonrasında yapılan yayınlar da çoğu kez hatırımdan uçup gidiveriyor. Tereddüt duymasam, unutmasam mesleğimi sürdüremem çünkü.
Bir dostum, geçenlerde, "Bütün yazarlar İlhan Selçuk, bütün gazeteler Cumhuriyet" deyiverdi kulak hizamda. Kendisine sorgulayan gözlerle baktığımı görünce görüşüne açıklık getirdi: "Herhangi bir gazeteyi gözünün önünde canlandır. Çok satan olsun isterse veya 'ulusal' çizgiyi savunsun, fark etmez. Magazin eklerini çıkar bir kenara at; sayfalardaki renklerin cicili bicili oluşuna aldırma ve gözünün önündeki o gazeteyle Cumhuriyet'i, yazarlarıyla İlhan Selçuk'u karşılaştır... Karşılaştırdın mı? Ne çıktı ortaya?"
Sorusuna cevap vermemeyi tercih ettim.
Klasik yaklaşımı hepimiz biliyoruz: "At sahibine, medya da patronuna göre kişner." Bazen bildiğimiz kişi patronudur gazete veya televizyonun, bazen başka bir işadamı, bazen de bir politikacı... Adam para verip gazete çıkarıyor, bir de kendi çıkarına ters yayın yapılmasına izin mi verecek?
Columbia Journalism Review dergisinin son sayısında Rupert Murdoch'un Wall Street Journal gazetesini satın alma macerası işleniyor. Dergi yönetmeni, "İngiltere'de Times'ı aldığında satan aileye 'Gazetenin yayınına karışmayacağı' sözünü vermişti Murdoch; daha ilk günden müdahaleye başlayınca, hayretini belli eden bir gazeteciye, 'Aman Allah'ım, yoksa o sözü ciddiye mi almıştın