DİZİLER BİZİ NİYE KANDIRIYOR?
Dizi deyip, izliyor, geçiyor muyuz yoksa sıradan yaşamlarımız için gerçekliği olmayan umut hapları mı yutuyoruz? Maya kıyametinden hemen önce Murat Tolga Şen yazdı.
Geçen hafta yazılarımı biraz aksattım ancak sanmayın ki Maya
kıyametinden korkup Şirince’ye kaçtım ya da beceremeyip 3-5 şişe
meyvalı Şirince şarabıyla manzaralı bir yer bulup kıyametimi
beklemeye başladım.
Neden bu olayı bu kadar büyütüp, her günün meselesi/geyiği haline
getirdik, onu bile anlamakta güçlük çekiyorum ya! Hani İnternet
sayesinde ‘Bilgi Toplumu’ olacaktık? Kendimi, geyiğin alasının
çevrildiği dev bir Kıraathanede gibi hissediyorum sadece…
İspanyol işgaliyle mahvolup tarih sahnesinden silinen Maya
uygarlığının muhtemelen yanlış yorumlanmış ezoterik takvimini
21. yüzyılın akıl insanlarının bu kadar ciddiye alması?
Bunlara neden takılıyoruz? Çünkü içimizde kocaman bir boşluk var,
hayatlarımız Henry Ford’un icadı ‘üretim bandı’ gibi sıralanmış
şeyleri yapmaktan ibaret. İşe git, öğle yemeğine çık, işten gel,
çocuğu okuldan al, yemek yap/ye, TV izle, uyu… Hergünün döngüsü
aynı... Haftasonu da kendin gibi makineye dönüşmüş arkadaşlarınla,
buzluktan çıkarılmış etler misali çözülmeye çalış!
Olmuyor ya da çok zor oluyor. Eğer kaydedilmiş yazı (kitap),
ses (müzik) ve görüntü (sinema) olmasaydı, sanayi toplumunun
yeniden dizayn ettiği, hergün çalışmak zorunda kalan insan çoktan
delirirdi. Tarım toplumu olarak yaşarken büyük dinlenme ve
kendimize dönebilme zamanlarımız vardı. Şimdi yok, o yüzden bize
dayanma gücü veren şeylere ihtiyacımız var. Neyse ki Matrix
halleder!
Televizyon izlemeyi bu yüzden çok seviyoruz. Orada bize gerçeklikte
hiçbir karşılığı olmayan umut aşılanıyor, bir şekilde manipüle
ediliyoruz ve ertesi gün için hazırlanıyoruz. Diziler en çok bu işe
yarıyor. Eskiden Yeşilçam filmlerinin yaptığı şeyi yapıyorlar;
sıradan insana sahte bir pelerin takıp uçabileceği konusunda
yüreklendiriyorlar.
En çok da Kuzey Güney’deki vaziyetler uyuyor bu önermeme…
Kıvanç Tatlıtuğ ve Buğra Gülsoy başta olmak üzere tüm kadro da bu
inandırma haline hizmet edercesine müthiş oynuyorlar. Gücünü oradan
alıyor zaten. Bir bölüm izleyin, ne demek istediğimi
anlarsınız. Öncelikle diziden gençlik fışkırıyor. Yetişkinliğe
doğru yürüyen ama sırma saçlı, fidan boylu yakışıklı erkekler, bir
göz süzmeyle canlar yakan işveli genç kadınlar… Başlarına gelenler
o kadar yazdığım gibi ki…
Sıradan bir fırıncının çocukları bir gıda markası geliştirip oradan
yürüyorlar, çocuklardan biri (Güney) ‘creme de la creme’ bir hayat
yaşayan ultra zengin okul arkadaşıyla (Banu) evleniyor, aile
şirketlerinin başına geçiyor. Aynı mahallenin kızı olan Cemre boş
durur mu, o da hemen bir zengin buluyor, adı Barış, adam kıza
kul-köle… Öyle ki, zengin olan fakir olanı evlenmeye zor ikna
ediyor. Kast sistemini iyice inceltiyor dizi… Orada gösterilenlere
inanırsanız, kolej mezunları, devlet liselerinden mezun olanlara
fena hayran!
Kuzey Güney ve tabi başka bir sürü dizi… Gençlik, aşk, para ve
hızlı yükselme vaatleriyle dolu. Asla başınıza gelmeyecek şeyleri,
olabilirmiş gibi göstererek sizi/bizi sıkıcı hayatlarımızdan
uzaklaştırıyorlar. Dizi ara verdiğinde çıkan reklamlarda da
yüzbinlerce, milyonlarca üretilmiş endüstriyel ürünleri (jean’ler,
parfümler, ayakkabılar ve daha neler) kullanırsak farklı
olacağımızı sanıyoruz. Senin seçimin, kafana göre takıl, mutlu
ol…
Tüketici olduğun sürece istediğin kadar farklılaşabilirsin ancak
çitleri aşıp sistemden çıkarsan seni ya geri sokarız ya da telef
edilirsin. Televizyon bunu sağlamak için en güçlü silahımız. İşte
yaşadığımız hayat!
Bakalım Kuzey Güney’de bu hafta neler yaşanacak? Kıyametten
önceki son bölüm, İzlemeden olmaz!
twitter.com/murattolga - [email protected]