17 Ara 2012 11:07 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:30

DİZİLER BİZİ NİYE KANDIRIYOR?

Dizi deyip, izliyor, geçiyor muyuz yoksa sıradan yaşamlarımız için gerçekliği olmayan umut hapları mı yutuyoruz? Maya kıyametinden hemen önce Murat Tolga Şen yazdı.

Geçen hafta yazılarımı biraz aksattım ancak sanmayın ki Maya kıyametinden korkup Şirince’ye kaçtım ya da beceremeyip 3-5 şişe meyvalı Şirince şarabıyla manzaralı bir yer bulup kıyametimi beklemeye başladım.

Neden bu olayı bu kadar büyütüp, her günün meselesi/geyiği haline getirdik, onu bile anlamakta güçlük çekiyorum ya! Hani İnternet sayesinde ‘Bilgi Toplumu’ olacaktık? Kendimi, geyiğin alasının çevrildiği dev bir Kıraathanede gibi hissediyorum sadece…

İspanyol işgaliyle mahvolup tarih sahnesinden silinen Maya uygarlığının muhtemelen yanlış yorumlanmış ezoterik takvimini 21. yüzyılın akıl insanlarının bu kadar ciddiye alması?

Bunlara neden takılıyoruz? Çünkü içimizde kocaman bir boşluk var, hayatlarımız Henry Ford’un icadı ‘üretim bandı’ gibi sıralanmış şeyleri yapmaktan ibaret. İşe git, öğle yemeğine çık, işten gel, çocuğu okuldan al, yemek yap/ye, TV izle, uyu… Hergünün döngüsü aynı... Haftasonu da kendin gibi makineye dönüşmüş arkadaşlarınla, buzluktan çıkarılmış etler misali çözülmeye çalış!

Olmuyor ya da çok zor oluyor. Eğer kaydedilmiş yazı (kitap), ses (müzik) ve görüntü (sinema) olmasaydı, sanayi toplumunun yeniden dizayn ettiği, hergün çalışmak zorunda kalan insan çoktan delirirdi. Tarım toplumu olarak yaşarken büyük dinlenme ve kendimize dönebilme zamanlarımız vardı. Şimdi yok, o yüzden bize dayanma gücü veren şeylere ihtiyacımız var. Neyse ki Matrix halleder!

Televizyon izlemeyi bu yüzden çok seviyoruz. Orada bize gerçeklikte hiçbir karşılığı olmayan umut aşılanıyor, bir şekilde manipüle ediliyoruz ve ertesi gün için hazırlanıyoruz. Diziler en çok bu işe yarıyor. Eskiden Yeşilçam filmlerinin yaptığı şeyi yapıyorlar; sıradan insana sahte bir pelerin takıp uçabileceği konusunda yüreklendiriyorlar.

En çok da Kuzey Güney’deki vaziyetler uyuyor bu önermeme… Kıvanç Tatlıtuğ ve Buğra Gülsoy başta olmak üzere tüm kadro da bu inandırma haline hizmet edercesine müthiş oynuyorlar. Gücünü oradan alıyor zaten. Bir bölüm izleyin, ne demek istediğimi anlarsınız. Öncelikle diziden gençlik fışkırıyor. Yetişkinliğe doğru yürüyen ama sırma saçlı, fidan boylu yakışıklı erkekler, bir göz süzmeyle canlar yakan işveli genç kadınlar… Başlarına gelenler o kadar yazdığım gibi ki…

Sıradan bir fırıncının çocukları bir gıda markası geliştirip oradan yürüyorlar, çocuklardan biri (Güney) ‘creme de la creme’ bir hayat yaşayan ultra zengin okul arkadaşıyla (Banu) evleniyor, aile şirketlerinin başına geçiyor. Aynı mahallenin kızı olan Cemre boş durur mu, o da hemen bir zengin buluyor, adı Barış, adam kıza kul-köle… Öyle ki, zengin olan fakir olanı evlenmeye zor ikna ediyor. Kast sistemini iyice inceltiyor dizi… Orada gösterilenlere inanırsanız, kolej mezunları, devlet liselerinden mezun olanlara fena hayran!

Kuzey Güney ve tabi başka bir sürü dizi… Gençlik, aşk, para ve hızlı yükselme vaatleriyle dolu. Asla başınıza gelmeyecek şeyleri, olabilirmiş gibi göstererek sizi/bizi sıkıcı hayatlarımızdan uzaklaştırıyorlar. Dizi ara verdiğinde çıkan reklamlarda da yüzbinlerce, milyonlarca üretilmiş endüstriyel ürünleri (jean’ler, parfümler, ayakkabılar ve daha neler) kullanırsak farklı olacağımızı sanıyoruz. Senin seçimin, kafana göre takıl, mutlu ol…

Tüketici olduğun sürece istediğin kadar farklılaşabilirsin ancak çitleri aşıp sistemden çıkarsan seni ya geri sokarız ya da telef edilirsin. Televizyon bunu sağlamak için en güçlü silahımız. İşte yaşadığımız hayat!

Bakalım Kuzey Güney’de bu hafta neler yaşanacak? Kıyametten önceki son bölüm, İzlemeden olmaz!

twitter.com/murattolga - [email protected]