DİYANET'TEN HABERTÜRK'ÜN "BARDAKOĞLU BİR TAŞ ATTI" MANŞETİNE TOKAT GİBİ CEVAP!..
Bardakoğlu'nun 'Kur'an okuyun' tavsiyesini kuyuya atılan bir taş olarak yorumlayan ve sayfalarına ''Bardakoğlu Bir Taş Attı'' başlığıyla yayımlayan Habertürk'e Diyanet'ten sert bir yanıt geldi...
Diyanet İşleri Başkanlığınca yapılan açıklamada, ''cami cemaatine ve hatta tüm insanlığa yönelik 'Kur'an okuyun' tavsiyesinin kuyuya atılan bir taş değil, karanlıklara yakılan bir kandil'' olduğu ifade edilerek, ''Sanal dünyalardan hakikat dünyasına bir çağrıdır. Biz bu çağrıyı ve uyarıyı yapmak zorundayız. Bunun karşısında dilediği tavrı göstermek ise muhatapların özgürce karar vereceği bir husustur'' denildi.
Diyanet İşleri Başkanlığının yazılı açıklamasında, dün bir gazetede ''Bardakoğlu Bir Taş Attı'' başlığıyla yayımlanan haberdeki sunum ve görüşlerdeki ithamlar üzerine açıklama yapılması gereği duyulduğu belirtildi.
Açıklamada, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, Kur'an-ı Kerim'in Hz.Muhammed'e vahyedilmeye başlanmasının 1400. yılı dolayısıyla 2010 yılını ''Kur'an Yılı'' ilan ettiği ve bu çerçevede toplumun Kur'an-ı Kerim ve Hazreti Peygamber konusunda daha etkili şekilde aydınlatılmasının planlandığı hatırlatıldı.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun, 6-7 Şubat 2010 tarihlerinde birçok bölgede yaptığı toplantıların devamı olarak Diyarbakır'da il ve ilçe müftüleriyle bir araya geldiği anımsatılan açıklamada, Cuma namazında Ulucami'de verdiği vaazda da 2010 yılının ''Kur'an Yılı'' olduğundan bahsederek, Kur'an-ı Kerim'in millet olarak ortak inanç, ahlak, tarih ve medeniyetimizi inşa eden yönleri üzerinde durduğu, bu çerçevede halkı Kur'an-ı okumaya, anlamaya çağırdığı ifade edildi.
Açıklamada, şunlar kaydedildi:
''Bu arada ülkemizin en az okuyan ve en çok televizyon izleyen ülkeler arasında olması gerçeğinden hareketle 'akşamları televizyonları yarım saat daha az seyredin, televizyonunuzu yarım saat kapatın, kendinize ve çocuklarınıza zaman ayırın, Kur'an ile buluşun, Kur'an'ı ve Sünneti evinize misafir edin'' tavsiyesinde bulunmuştur. Zira Kur'an ve Sünnet'i anlamak, dini doğru anlamanın ilk şartıdır. Dinin iyi anlaşılmadığı yerde bid'at ve hurafenin, törelerin, çıkar ilişkilerinin, siyasetin, dinle şöhret ve servet kazanmanın dini bir zemin bulması ve burada kökleşmesi kaçınılmaz olur.
Ne var ki söz konusu haberde, konuyu ağırbaşlılık, sağduyu ve ciddi bilgilerle ele almak yerine ajanslara yansıyan bazı başlıklardan hareketle ve insanların zihninde şok etkisi yapan tarzda, biraz da yine din üzerinden polemik üretmek amacıyla ve istihzai bir üslupla, 'Dizi furyası döneminde bu sözler toplumda ne kadar karşılık görecek? İbadet mi, dizi mi? Aşk-ı Memnu mu, Kur'an okumak mı?' diye sorulmakta ve bu sorulara göre oluşmuş görüşler verilmektedir. Verilen cevaplar arasında 'İnsanların evlerinde ne yapacağı Diyaneti ilgilendirmez', 'Takkesini taksın, sussun', 'Kur'an içtimaya çıkar gibi okunmaz', 'Bu ülkede dine saygı var, özel hayata yok', 'Matbaaya karşı çıkmakla aynıdır', 'Diyanet karar veremez' gibi yargıların bulunması konuya nasıl ön yargılı ve sathi biçimde yaklaşıldığının ve toplumun her kesimine yönelik bir okuma ve anlama seferberliğine ne kadar muhtaç olduğumuzu göstermesi bakımından oldukça manidardır.
Hele hele konunun bir köşe yazarı tarafından 'Kimseye zorla Kur'an veya başka bir kitap okutamazsınız. Okutursanız, o rejimin adı laik, demokratik cumhuriyet olmaz. Böyle bir zorlama din devletlerinde bile yoktur. ...Bu açıklamayı yapan birinin, laik bir cumhuriyetin Diyanet İşleri Başkanı koltuğunda oturması zuldür' şeklinde yorumlanması ise bir algı probleminin yanı sıra etik ve düşünce açısından da ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu açıkça göstermektedir.''
-''HÜR İRADEYLE DİNİN ANA KAYNAKLARIYLA BULUŞMAK''-
Diyanet İşleri Başkanlığının, medya kuruluşlarının, köşe yazarlarının, görsel-sanal alemin şöhretli isimlerinin ''ideal din adamı'' tasavvurunu ve sunumlarını, din hakkında ne söylenmesi gerektiğine dair beklenti ve taleplerini anlamaya çalıştığı, ne kadar aykırı ve farklı düşünürse düşünsün, bilgi düzeylerine bakmaksızın konuyla ilgilenen herkesin görüşüne en azından toplumsal bir olgu olarak önem verdiği kaydedilen açıklamaya, şöyle devam edildi:
''Bununla birlikte, toplumu İslam Dini konusunda doğru bilgi ile aydınlatma görevinin ayrılmaz parçası olarak Başkanlık, İslam'ı doğru anlamanın yolunun Kur'an'ı ve Peygamber Efendimizin Sünnetini anlamadan geçtiğini ısrarla belirtmekte, bu konularda insanımızın, zorlanarak değil kendi özgür iradesini kullanarak bilgili ve bilinçli olmasını son derece önemli görmektedir.
Haber başlıkları okunarak 'her şeyden haberdar', kalıp cümlelerle yapılan sığ tartışmalar izlenerek 'bilgili', birkaç yabancı yazardan alıntı yaparak 'aydın' olunabilen, insanların uzatılan her mikrofona konuşmaya kendilerini me'zun ve mecbur saydığı ve okuma oranının da hayli düşük olduğu bir ülkede, kişilerin din konusunda doğru bilgi edinmesi için bu ortamdan kendilerini kurtarması ve özgür iradelerini devreye sokarak dini ana kaynaklarından öğrenmesi ayrı bir önem taşımaktadır. Başkanlığın Kur'an ve Sünnet'in sahih bilgisine ve bu bilginin ahlaki sorumluluk olarak hayatımızda gerçekleşmesine vurgusu bunun içindir. Güzel ahlakın ve erdemlerin toplumda yükselmesi ve yaygınlaşması Kur'an'ın temel amaçlarındandır. Sıkça atıf yapılan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi de ancak erdemler ve değerler ortamında sağlıklı işler.
Bu itibarla, bir kimsenin yukarıda özetlenen konuyu 'televizyon seyredilmesini yasaklama' veya 'insanlara zorla kitap okutma' şeklinde anlaması ve sunması veya 'salt dizi karşıtlığı' olarak görmesini anlamak mümkün değildir. Kamuoyunun gereği gibi takdir edeceğine inancımız tamdır. Çünkü konu, insanımızın kendi hür iradesiyle dininin ana kaynaklarıyla buluşma, onları daha çok okuma, anlama ve hakkında bilgi sahibi olma meselesidir. Konu, bu kadar bilgi kirliliğinin ve çizgi sapmasının olduğu bir ortamda insanımızı Kur'an ve Sünnet bilgisine ve ahlakına davettir. Hedonizmin, çıkarcılığın ve acımasızlığın öne çıktığı, manevi ve ahlaki değerlerin hırpalandığı, aile değerlerinin ve toplumun ortak bağlarının hoyratça yok edildiği bazı televizyon dizilerinin hangi kesim ve nesilde ne gibi tahribat yapacağı hususu ise, bahs-i diğerdir ve ana konuya nispetle çok daha tikel kalmaktadır.
Cami cemaatine ve hatta tüm insanlığa yönelik 'Kur'an okuyun' tavsiyesi kuyuya atılan bir taş değil, karanlıklara yakılan bir kandildir. Sanal dünyalardan hakikat dünyasına bir çağrıdır ve bu çağrı Kur'an'ın 1400 yıllık çağrısıdır. Biz bu çağrıyı ve uyarıyı yapmak zorundayız. Bunun karşısında dilediği tavrı göstermek ise muhatapların özgürce karar vereceği bir husustur.
Bireysel ve toplumsal hayatımızı esir alan sanal kuşatma karşısında pasif, edilgen birer varlık olmaya son vererek, aktif üretken olmaya, başta Yüce kitabimiz olmak üzere insanı ve varlık alemini konu edinen her şeyi okumaya çağrımızı yeniliyoruz.''