DİNLENEN GAZETECİLERE TAVSİYELER!
Oda TV iddianamesinin açıklanmasıyla birlikte her gün yeni bir gazetecinin özel telefon görüşmeleri deşifre olunca, BirGün yazarı Ümit Alan da dinlenen gazetecilere bir dizi tavsiyede bulundu.
"Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda dinlenen gazetecilere naçizane bir kaç tavsiye vermek isterim" diyen Birgün yazarı Ümit Alan bakın nasıl tavsilerde bulundu.
İşte Alan’ın o yazısı..
Dinlenen gazetecilere tavsiyeler
Bugünlerde gazeteci olmak zor. Nereden zarar göreceğiniz hiç belli olmaz. Belki Ahmet Hakan, Oray Eğin, Soner Yalçın örneğindeki gibi arkadaşlarınızla aranızda çevirdiğiniz özel bir muhabbet dinlenip iddianamelerle önünüze serilebilir, belki Radikal’de çalışanların yaşadığı gibi gazeteniz savaşçı manşetiyle sizi utandırıverir. Bir yandan çok çok özel bir görüşmenin hesabını vermeye zorlanırken, öte yandan zerre empati kurmaksızın “sen o gazetede niye yazıyorsun ki?” diyenlerle uğraşmak zorunda kalabilirsiniz. İkincisi için yapılacak fazla bir şey yok, genel yayın yönetmeni veya medya patronu olmadığınız sürece bu risk hep var. Ama birincisinin önüne geçmek belki mümkün olabilir.
Mademki bu dinleme olayı artık gayet doğal. Mademki, dinleyicinin Nedim Şener – Uğur Dündar örneğinde olduğu gibi “Zeus” sözcüğünü “Deyyus” olarak kayda geçmesi, yani anlamak istediğini yazması mümkün. Öyleyse bir şeyler yapmak gerek. Geçmişte olanlarla ilgili bir şeyler yapmak zorsa da, sonrası için bir takım önlemler alınabilir. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda dinlenen gazetecilere naçizane bir kaç tavsiye vermek isterim.
DUBLAJ TÜRKÇESİYLE KONUŞUN
Eğer daha önceden bir diksiyon eğitimi almadıysanız şimdi tam zamanı. Zira örgülü kazak derken, örgütlü tuzak kurma suçlamasıyla ve derdinizi anlatana kadar aylarca tutuklu kalma ihtimali yüksek. O yüzden telefonda hatta ortam dinlemesi olabileceği kuşkusuyla her yerde dublaj Türkçesiyle konuşmaya bakın. İlla birine hakaret etmeniz gerekiyorsa çok öfkeliyken bile “kahretsin!”, “lanet olsun!”, kalıplarından öteye geçmeyin ki, açıklaması kolay olsun. En basit anlarda hatta yemekte bile titizlenmeye gerek var. Misal; “şu tuzu uzatır mısın?” derken “şu kızı uzatır mısın?” diye kayda geçilmesi ve çocuk pornocusu diye karalanmanız mümkün. O yüzden açık açık; “Korkarım yemek tuzsuz, şu tuzu bir uzatır mısın?” deyin mesela. Dinleyici gizemli bir şey örneğin derin bir sessizlik olduğunda daha fazla kuşkulanacaktır. O yüzden hiçbir şey olmasa da arada “biri burda neler olduğunu anlatabilir mi?” diyin ki, dinleyicinin içi rahat olsun.
DİNLEYİCİDE ŞEFKAT YARATMAYA BAKIN
Türkçeye “Başkalarının Hayatı” diye çevirilen “Das leben der anderen” filmini izlediyseniz daha bu satırda anlamışsınızdır ne demek istediğimi. Film soğuk savaş yıllarında Doğu Almanya’da bir yazarın yaşadığı evi dinleyen bir gizli polisin hikâyesini anlatır. Dinleyen polis zamanla hayatını dinlediği yazar ve sevgilisine bir yakınlık hissetmeye başlar. Duyduğu bu yakınlık, ne kadar görevine bağlı olursa olsun dinleyicinin içindeki insanı ortaya çıkartır. Filmde dinlenenler dinlendiklerinden haberdar değildi ama Türkiye’deki pek çok kişi dinlendiğinden peşin peşin kuşkulanıyor. Öyleyse bu örnekten yola çıkarak arada dinleyicide şefkat yaratacak mizansenler yaratmak şart. Mesela filmde "bu müziği bir kereliğine bile bütün kalbiyle dinleyen bir insan artık kötü kalpli biri olamaz” diye bir replik vardır. Bu repliği hatırlayarak arada müzik filan dinletin dinleyeninize. Artık aynı dağın yeli mi olur karşı dağın bülbülü mü olur, orasını siz bilirsiniz.
PARKLAR, ÇAY OCAKLARI SİZİNDİR
Madem ki ne telefonda, ne evde, ne işyerinde dinleme olup olmadığı şüpheli öyleyse Edip Cansever’e kulak verin. Ne diyordu “Umutsuzlar Parkı” şiirinde “Biliyorsunuz parkların / sizi çağıran tarafları / İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı” diyordu. Özel hayatınız, değer verdikleriniz, bu sıkışmışlık, bu dinlenme paranoyası içinde kaldıysa yakınlarınızla çevrenizdeki parklarda konuşun, üzerinizde telefon filan olmadan, öyle uzun uzun yürüyerek. Olmadı çay ocaklarındaki rabarbaya katılın, oralarda hiç kimse dinlemez müsterih olun.
Şu dinleme skandallarının, ironisi bile hoş değil farkındayım. Ama ne yapalım ki bunlar korkunç bir gerçeklik olarak yaşanıyor şu günlerde. Yazıyı kapatmadan önce bir de ciddi tavsiye vermek gerekirse, -ki bu yazının konusu da öyle aklıma geldi- bir avukat arkadaşım ”telefonda konuşurken her şeyi açıklat!” diyordu. Bunu da şöyle bir örnekle açıklıyordu: “Biri seni herhangi bir yazının telifini ödemek için mi aradı? Öyle bir durumda telefonda karşındakinin “Abi parayı yatırdım” diyerek telefonu kapatmasına izin verme “Abi bu bilmemne yayınındaki şu yazımın telif ücreti değil mi?” diye doğrulat.” Evet paranoyakça; ama bundan utanacak olan bizler değiliz.
***
GÖZLER “RADİKAL DEVRİM”İN ÜZERİNDE
Radikal’in attığı “Bebek mezara, BDP meclise” manşetinin çirkinliği malum. İlk itiraz Yıldırım Türker’den geldi. Epey de sertti. Onu Özgür Mumcu, Koray Çalışkan ve Ahmet İnsel’in manşeti eleştiren yazıları takip etti. Hem Türker’i yalnız bırakmamak, hem de gazetenin editoryal duruşuna sahip çıkmak adına iyi bir dayanışmaydı. Eyüp Can ilk itirazı dillendiren Yıldırım Türker’in eleştirisini haklı buldu ve özür diledi. Şimdi Eyüp Can’ı bir samimiyet sınavı bekliyor. Geri adım atışı Radikal okurları arasındaki “Yıldırım Türker’siz bir Radikal olmaz” içgörüsünden ötürü, taktik icabı mı, yoksa ortada gerçekten sadece bir yol kazası mı var? Bunu zaman gösterecek. Daha bir yaşına gelmeden ‘kazayla da olsa’ 90’ların Hürriyet’ini aratmayan manşetler atan “Radikal Devrim” evlatlarını mı yiyecek, yoksa kendi başını mı?