Medya
18 Oca 2012 12:29 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:14

DİNK OLAYINDA NİÇİN "DAHA ÖTEYE" GİDİLEMEDİ?

Medyaradar Medya/Siyaset Analisti Atilla Akar, sonuçlanan Hrant Dink Davası kararını analiz etti&...

Sonunda Hrant Dink davası karara bağlandı. Yasin Hayal'e “Hrant Dink'i tasarlayarak öldürmeye azmettirmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken Erhan Tuncel ise Mc Donald's'ın bombalanması eylemine ilişkin 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edildi.Ancak Tuncel’in tutuklu kaldığı süre yeterli olduğu için salıverilecek. Ayrıca yargılanan 19 sanığın tümü “Silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan beraat ettiler. Şimdi bu karar tartışılıyor ve tepkiler giderek yoğunlaşmakta…

Ancak kimse kendini kandırmasın. Beklenen oldu aslında. Eldeki “Veriler” ışığında “Başka bir karar” verilemezdi. Başka bir karar verilebilmesi için ise “Daha ötesi”ne gitmek gerekirdi. “Daha ötesi”ne gitmekse kimsenin işine gelmezdi. Gelmezdi çünkü; devletin tüm birimlerinin şu veya bu aşamada ya da şu veya bu oranda olaya katılımı, azmettirmesi, görmezden gelmesi, hatası, beklentisi, zaafı, vb söz konusuydu. Eğer sadece bir “Birim”in “işi” olsaydı çözülmesi kolaydı. O zaman diğer birim veya birimler ötekine çullanır, bir şekilde “Daha yukarılara” tırmanılabilirdi.

Ancak belli ki daha baştan hiyerarşi bir yerlerde “Tıkanmak” ve fatura “Aşırı milliyetçi hassasiyetlere sahip üç beş genç”e kesilmek istenmişti. Hatta denilebilir ki olay daha ortada somut bir araştırma yok iken devlet yetkililerinin çıkıp olaya ilişkin “Örgüt yok” açıklamasıyla bitmişti. Bir “Karar” aranıyorsa karar zaten o günden verilmişti…

Demek ki bu noktada “Devlet içinde” zımnen ve fiili bir “Konsensus” yaşanmıştır. Birbirine diş bileyen kurumlar bile birbirlerinin vebalini örtebilmek için adeta yarışmışlardır. Kendi arasında farklı iradelere bölünen devlet her nedense bu olayda “Birlik” manzarası arz etmiş ve “Tencere dibin kara, seninki benden kara” politikası izlemiştir. Yoksa olayda biri diğerine daha “Baskın” çıksaydı diğerleri hemen onun biletini keserlerdi. Hele de her şeyin “Bir çuvala” atıldığı ve içinden geçmekte olduğumuz şu dönemde birileri bu “Fırsat”ı hiç kaçırmak istemezlerdi herhalde. Demek ki “İş” bir diğerinin üzerine kolaylıkla atılamayacak kadar karmaşık ve herkesin bir şekilde “Pay sahibi” olduğu bir mahiyette idi ki buralarda kilitlendi. Onun bir milim bile ötesine geçilmesine izin verilmedi…

DEVLETİN ORTAK GÜNAHI!

Adeta “Geliyorum” diyen bu cinayete daha baştan itibaren devletin hiçbir birimi –şu veya bu hesapla- gereken özeni göstermemişlerdi. Bu ise “Beceriksizlik” ve “Lakaytlık”tan ötede bir tür örtülü onay verildiği, “Yeşil ışık” yakıldığına delil sayılabilirdi. Her şey apaçık ortada iken devletin sorumlu hiçbir kurumu parmağını bile doğru düzgün kıpırdatmamıştı. Pelitli’deki arsada top oynayan çocuklar bile “Gelmekte olanı” bilirken devletin bilmemesi imkânsızdı. Nitekim çok geçmeden jandarmanın, polisin ve MİT’in olaydan haberdar oldukları, izledikleri (İzlemekten çok seyrettikleri!) anlaşılacaktı. Ancak kimse kendi aralarında birkaç rutin yazışma dışında somut adım atmamış hele de Dink’i korumak için hiçbir önlem almamıştı. Zaten Dink’in İstanbul Valiliği’ne çağrılıp emniyetten sorumlu vali yardımcısı ve iki MİT görevlisi tarafından “uyarılması” (Ne demekse?) bile Dink’in “Kaderiyle baş başa” bırakıldığının göstergesi sayılamaz mıydı?

Nitekim devletin cinayet işlendikten sonraki tutumu da pek değişmeyecekti. Alelacele “Örgüt yok” açıklaması bir yana “derinlemesine” ve olaydaki “kamu görevlilerinin sorumluluğuna” ilişkin düzgün ve ayrıntılı bir soruşturma yapmaması ortadaydı. (Ancak aynı yetkililer “Katil zanlısını ne kadar çabuk yakaladıkları” ile övünme fırsatını kaçırmadılar elbette!) Jandarmanın, polisin Tetikçi ile birlikte fotoğraf çektirmesi bile kurumlara hakim “Halet-i Ruhiye”yi yeterince ele veriyordu. Hele de TİB kayıtlarının son ana kadar bir türlü ortaya çıkarılamaması ortada “Korumacı” bir niyet taşındığına dair kanaatleri güçlendirir nitelikteydi…

Kurumlar önce birbirlerini suçlar, işaret eder “gibi” yaptılar. İlkin jandarma suçlandı. Tam tutmadı. Ardından emniyet. Sonra bir bakıldı ki, herkes bir şekilde işin içinde ya da ucundan tutmuş. İşte tam bu noktadan sonra “Biz bu işi fazla kaşımayalım, işin ucu nereye dayanır belli olmaz” denilerek geri adım atıldı ve “Eldekiyle yetinmek” kararı alındı herhalde.

Eğer bu olay devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin basit (!) bir “İstihbarat / Koordinasyon / Önleme” zaafı değilse bir “Kolektif Sorumluluk” aranmalıdır. Gene eğer bu olay iddia edildiği gibi “Üç, beş tıfıl tetikçi”nin girişimi değilse, devletin şu veya bu biriminin –veya birimler konsorsiyumunun?- gözetim ve denetiminde gerçekleşmiştir. Bile bile lades yani!..

Kişisel kanaatime göre eğer böyle bir “Konsensüs” olmasa hepsi haberdar olduğuna göre birinin diğerini engellemesi gerekirdi. Engellememe eğer pür aptallık ve beceriksizlik değilse “kasıt” ararım. Acaba birileri bunun üzerinden başka planlar mı yaptılar diye düşünürüm. Çünkü eğer bir “yapı” var ve siz onları izliyorsanız, içlerine sızmış ve her atacakları adımı takip ediyorsanız ve buna rağmen engellemeyip, iyice kriminalize olmalarını bekliyorsanız bir “Hesabınız” olmalı. Tahminim kontr-gerilla kafalı birilerinin atacağı bu adımı bildikleri halde engellemeyenler buradan kendilerine “Malzeme çıkacağını” ummuş olabilirler. Lakin öyle anlaşılıyor ki, yüzlerine gözlerine bulaştırmışlardır. Mantığım ve sezilerim bunu söylüyor. Zaten “Mide bulandırıcı” olanda bu ihtimaldir…

Dink cinayeti hazır şablonlar gösterenlerin, hazır adresler imal edenlerin sayıklamalarıyla geçiştirilebilecek bir cinayet gibi gözükmemektedir. Sonuç olarak analizim ve kanaatim şu yöndedir; o yüzden devletin ilgili tüm birimlerinin “Ortak günahı”dır ve gene o yüzden bu noktada kilitlenmiştir diyorum…

NOT: Çok merak ediyorum. İlk anlarda olayı “Kurtlar Vadisi’sinden etkilenmiş”, “Bireysel tıfıl tetikçiler” söylemiyle açıklayan yahut “Yalnız Kurt”çu teoriler geliştiren pek zeki (!) “Liberal kalemler”e ne oldu? “Milliyetçilik bu kadar özendirilirse bir gençte çıkar vurur elbette” diyenler nereye gitti? Bizim gibi düşünen insanlar olayın ertesindeki “Resmi açıklamalar”dan şüphe duyar ve “Arkasında bir örgütsel yapı olmalı” derken bize “Komplo teorisi yapıyorsunuz” diyenler şimdi arkasında “Örgüt arama”da bizi bile geçtiler. Sahi bu gibiler neden hatırlanmaz oldu? Biz mi haklı çıktık yoksa onlar mı yanıldılar? Hangisi? Sakın her ikisi birlikte olmasın?

Atilla AKAR / 18.01.2012.

[email protected]