Dilipak'tan korkutan uyarı: Sessizlik dönemi bitiyor; birileri fabrikasyon belgeler servis edecek
Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, isim vermeden bazı siyasetçileri susarak siyaset yapmakla suçladı.
"Susan 'Parlamenter' olmaz" diyen Dilipak, "Sessuzluk' dönemi, 'Söz gümüşse sükût altındır' dönemi sona eriyor. Bu süreçte kriptolar devreye girecek, iş ileri bir safhaya intikal edecek olursa, birileri insanların neye inanacağını şaşırtmak için yalan bilgiler, fabrikasyon belgeler servis edecektir" dedi.
Dilipak'ın "15 Temmuz’u anlamak ve anlatmak" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Şimdi yeniden düşünelim. Alkışlamak ya da protesto etmek için bir şey bilmek gerekmiyor. “Evet” ya da “hayır” der ve bağırırsınız olur biter. Ama fikretmek için okumak, düşünmek gerekiyor.
Din ve tarihi magazinleştiriyoruz. Tarih övgü ya da sövgü kitabına döndürülüyor diye yazıp durdum. Din ise ritüel, seremoni ve ikonalara indirgeniyor, bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsedilmeye çalışılıyor diye söyleyip durdum, ama durum ortada!.
15 Temmuz’un hikâyesini de övgü ve sövgülerle dolduruyoruz. Yine geldik, hainler ve kahramanlar hikâyesine. Tarih hainler ve kahramanların savaşından ibaret değildir ya da hain ve kahraman icat etmek için tarih yazılmaz. Bu gayretler hakikatin düşmanıdır.
Seremoni, kelime olarak “tören”,“genellikle resmi yerlerde, resmi işlerde uyulması gereken kural, yol ve yöntemlerin tümü” anlamına gelir.. Bugün yapılan bu. Mitingler, milli bayramlar bu çerçevede değerlendirilir. Sürekli olması için devletin bu işlere sahip çıkması gerekir. O zaman da bu işler “resmi tarih” ve “resmi ideoloji”nin bir parçası olur.
Ritüel ne demek, “ayin”, “din, tapınma, büyü vb. ile ilgili geleneksel tören”. Dualar, ezan, mevlit, “şehid”lik üzerinden yapılan organize işler aslında bu konuya dini bir boyutla birlikte bir “ritüel” de oluşturuyor. Bu da zaman içinde “resmi din”e eklemlenecek ve işe manevi bir boyut katma çabalarının ürünü olacaktır.
Buna bir de “kültür” eklemek istiyorsanız, bunu “mefahir”e dönüştürmek istiyorsanız, “destan”laştırmalısınız. “Mitolojik”, “efsanevi” bir hikâye yazmalısınız. Bunu roman, sinema, hikâye, şiir, diğer sanatsal etkinliklerle desteklemeniz gerekiyor. Mesela “Hafıza 15 Temmuz Müzesi” de bu anlamda bir adım. Picasso’nun “Guernica”sını hatırlayalım. Peki bizde 15 Temmuz’la ilgili böyle bir şey söz konusu oldu mu?
O müzeyi niye sanal ortama taşımazlar bilmiyorum. Niye sanal bir 15 Temmuzkütüphanesi kurmazlar? Yine çok daha kolay, ucuz, hızlı ve önemli olan sanal bir kütüphaneden başlamazlar. Düşünsenize bütün mahkeme zabıtları burada toplanır. Bütün bu konuda yazılan kitap, makale, afiş hepsi derlenir. Video kayıtları burada yayınlanır. Konuyla ilgili özel röportajlar yapılır. Yurt dışı yayınlar derlenir. TV programları, sosyal medyadaki tartışmalar bir şekilde bu sisteme aktarılır. Ama yok! Toplumun hafızasını canlı tutmak istiyorsanız, üniversitelerin, hemen hemen tüm fakültelerin bu konuda yükseklisans ve doktora çalışmaları yapması gerek. Bu işin ilmi açıdan analiz edilmesi gerek. Buradan siyaset, tedbir ve idrak damıtabilirsiniz. Bu işin siyasi boyutu, idari boyutu, uluslararası boyutu, iktisadi boyutu, teolojik boyutu, psikolojik, sosyolojik boyutu, iletişim-bilişim boyutu, işin hukuki, felsefi yönü vb. daha birçok açıdan konunun ele alınması gerekir.
“İkon” ne demek: “Geleneksel olarak çeşitli nesneler üzerine yapılmış, kutsal kabul edilen resimlere ya da küçük heykellere verilen ad”. Batıda “Hıristiyanlarda, haç, Hazreti İsa, Meryem Ana ya da Hıristiyan ermişlerinin, geleneksel olarak değişik materyaller üzerine yapılmış, kutsiyet atfedilen objeler, resimlerine ya da küçük heykelciklerine verilen ad.”
Mesela, son zamanlarda herkes “İdol”den söz ediyor. “İdol”, “Çok tanrılı dinlerde küçük boyutlu tanrı ya da tanrıça heykelciği”. “İnsan eliyle yaratılmış tanrı, put”. İdol aslında modern bir şirk aracı! Bakın Allah (cc) da (haşa) putlaştırılır. Mekke müşrikleri de bunu yapıyordu. Hristiyanlar, Hz. İsa’yı “Rab” ilan ederek putlaştırdılar. Din büyükleri, devlet büyükleri, kanaat önderleri, herhangi bir şey putlaştırılabilir. Bir şeyi ikonlaştırırsanız, aynı zamanda onu “İdol” yani “Put” haline getirmeye başlarsınız. Bakın para, makam, kadın, her şey putlaştırılabilir..
Yakın bir fayda gözümüzü kamaştırıyor, 3 adım sonrasını düşünmüyoruz. O anın gerçekliği ile bir işe fincancı dükkânına giren fil gibi dalıyoruz. Ama sonrası felaket tabii. Biz 15 Temmuz’a böyle geldik. Bana kalırsa 15 Temmuz sonrası da aynı mantıkla yönetiliyor.
Bakın, gözünüze bir şeyi çok yaklaştırırsanız, arkasında kocaman bir ormanı kaybedersiniz.
Burnunuzun dikine giderseniz, önünüzdeki gerçeklerin peşine takılırsanız, yokuş aşağı koşar gibi gidersiniz, ama varacağınız yer, genellikle varmak istediğiniz yer değildir. Hızlı yol alırsınız ama tabii çarpmaz, yuvarlanmazsanız, vadinin eğimine göre hareket edersiniz. Siyasi vadilerde o eğim sanaldır. Ekonomik, diplomatik, siyasi manipülasyonlarla bu eğim her türlü manipülasyona açıktır.
Bana kalırsa 15 Temmuz ya da 28 Şubat, FETÖ, BÇG, hepsi bir şekilde bu manipülasyona açıktır. Süreci siz kontrol etmediğiniz için sonuçta varacağınız yer sizin hayal ettiğiniz yer olmayacaktır. Bakın bu sağ-sol, FETÖ ya da BÇG, PKK, PYD, DAEŞ fark etmez. Bilmediğimiz bir şeyin peşine düşünce, size gösterilenle, yolun sonunda karşılaşacağınız gerçek aynı olmayacaktır.
15 Temmuz yanlış başladı, yanlış bir sonuç ortaya çıktı ve şimdi de süreç yanlış şekilde devam ediyor. Yargılamada sorun var. Bu sadece yargının değil, yasama ve yürütmenin, konjonktürün, savunmanın sorunudur. Tek başına yargıyı “günah keçisi” yapmak doğru değil. Kimse bu işin tek başına sorumlusu değil. Hepimiz, medya, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK, biz hepimiz sorumluyuz. Herkes, suçu-günahı ötekinin üzerine yıkmaya çalışıyor. Yine yanlış yapılıyor.
Bakın bugün yeni siyasi oluşumlar için yine benzer yanlışlar yapılıyor, ön açılıyor. Medya yine devrede, yine sermaye devrede. Yine cemaat üzerinden hesaplar yapılmaya başladı bile.
Bu yazıyı yazarken bir yandan da Erkan Mumcu’yu dinliyorum da, bakalım başka kim konuşacak.. Bu tür süreçlerde daha fazla konuşan olacaktır. “Sessuzluk” dönemi, “Söz gümüşse sükût altındır” dönemi sona eriyor. Fırtına öncesi sessizlik dönemini yaşıyoruz.
Susan “Parlamenter” olmaz. Susarak siyaset yapamazsınız. Sözü olan konuşacak! Konuşmak zorunda kalacak. Biri konuşunca ötekiler de kendi bildiklerini söyleyecekler. Bu süreçte kriptolar devreye girecek, iş ileri bir safhaya intikal edecek olursa, birileri insanların neye inanacağını şaşırtmak için yalan bilgiler, fabrikasyon belgeler servis edecektir.
Ne zaman olanlardan ders alacağız. Övgü ya da sövgü üzerine kurulu siyasi polemikler ve trollerin yönlendirdiği sosyal medya, “sahibinin sesi” bir merkez medya ile nereye kadar gidebiliriz ki!