22 Tem 2016 09:16
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:24
Dilipak'ın çağrısı tedirgin etti: Kitlelerin fabrika ayarlarıyla oynamayın!
Medyaradar analisti Atilla Akar, son günlerdeki bazı çağrıların doğurabileceği sakıncalara değindi ve Abdurrahman Dilipak’ın sözlerine sert tepki gösterdi…
Efendim; Türkiye’de daha önceki darbelerde olmayan bir durum ilk defa oldu ve halk darbeyi engellemek amaçlı sokağa döküldü. Fakat işin ironik yanı şuydu ki esas olarak ordu içinde sinsice örgütlenmiş sağ-dini içerikli bir grubun kalkışmasına gene ağırlıkla bir başka sağ-dini eğilimi belirgin kitleler karşı koydu. (Sol, yıllarca ve bilhassa 12 Eylül’de “Darbeye karşı barikatlar kurmak”tan, “Tankların önüne geçmek”ten söz etti, hayalini kurdu ama bu sonunda sağ bir iktidara kısmet oldu! ) Olsun, bir yerde “Bu hassasiyetin oluşması önemli“ denilip geçilebilir. Bunun muhasebesini de artık başkaları çıkarsın!
KİTLE KONTROLÜ ZOR BİR VARLIKTIR!..
Lakin bu hassasiyetin hangi temellerde oluşacağı, hangi dürtüleri zincirlerinden kopartacağı, kontrolünü yitirip yitirmeyeceği, şiddete yönelip yönelmeyeceği, ucunun nerelere varacağı, kimi provokasyonlara zemin hazırlayıp hazırlamayacağı, çizgiden sapıp sapmayacağı da bir o kadar önemlidir. Çünkü bu noktalarda işin hangi taşları yerinden oynatacağı belirsizdir. Hele de Türkiye’de tüm bastırılmış saflaşmaların, kinlerin, negatif tutumların yeniden harmanlanmaya kalkışılma ihtimalinin yüksek olduğu şu günlerde.
Bütün toplum psikologları, bu konu üzerine kafa patlatan herkes bilimsel bir gerçek olarak bilir ki adına “kitle” denilen varlığın aslında bir “bilinci”, aklı yoktur. (Sağ, sol fark etmez) Kitle dürtüleriyle, içgüdüleriyle, şuursuzca ve “anlık” olarak hareket eder. Sloganların büyüsüyle fevri davranışlar sergiler. Bilhassa da otorite boşluğunun oluştuğu durumlar ve sonrasında içindeki kin, nefret ve bilumum olumsuz duygular taşkınlığa varabilir. Onları bu aşamada akla, mantığa davet etmek oldukça zordur. İş işten geçtikten sonra sakinleşirler!
O yüzden kimse “Biz kitleye hakimiz”, “Bizim çizgimiz dışına çıkmazlar” demesin. (Mesela dün “darbe olmaz” diyordunuz bakın ne oldu?) Bu boşa bir böbürlenmedir. Bazı şeyler bir” kıvılcım”a bakar ve bunu da en iyi malum “provokasyon odakları” bilir!
BİRİLERİ HALEN “TETİKTE” İSE KİTLELERİ SAHAYA SÜRMENİN MANASI NE?
Aynı nedenle kitlelerin bu gibi tepkilerini “tadında bırakmak”, frenlemek, kışkırtmamak, ölçüsünde tutmak, muhtelif siyasi hesaplarla zorlamamak, sahaya fazla sürmemek herkesin yararına ve daha makul bir karar olacaktır. Hele de birilerinin “halen tetikte olduğunu” iddia edip, hem de kitleleri “Demokrasi” adına bile olsa halen sahada tutmaya çalışmak kendi içinde çelişkilidir. Söz konusu eğilimi fazla kaşımak riskidir. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!..
Üstelik bu kez birileri “kitleleri çatıştırmak” üzerinden bir senaryoyu harekete geçirmek isteyebilir. Bunun hesaplanamaz sonuçları olabilir. Aklı başında hiçbir iktidar kitleler üzerinden politikalar geliştirmeye çalışmaz. Unutmayın; yarın öbür gün çatışmacı ortamlara bel bağlayan kesimler en büyük umutlarını “kitle kışkırtmaları” üzerinden kuruyor olabilirler. Ülkemiz tarihi bu noktada acı deneylerle doludur.
TEPKİYE EVET, KIŞKIRTMAYA HAYIR!..
Bu kez de sol ile sağı, laiklerle dini kesimleri, Alevilerle Sünnileri, Türklerle Kürtleri, vb karşı karşıya getirme amaçlı planlar kuruluyor olması kuvvetle muhtemeldir. O yüzden kitlelerin sürekli mobilize halde tutulması risklidir. Kitle -zaman zaman aşırıya kaçsa da- darbe girişimine karşı tepkisini zaten vermiştir. (Karşıt kesimlerin karşı karşıya gelmemesi büyük avantajdır ve bu denge korunmalıdır. Zaten öyle anlaşılıyor ki darbe planlayıcıları biraz da bu ihtimali zorlamak istemişlerdir.) Laik-Cumhuriyetçi kesimler belki sokağa fazla çıkmadılar ama onlarda aslında yerlerinde durarak, darbeye destek vermeyerek bir başka şekilde tepkilerini geliştirdiler. Bu olumlu olmuştur. Yoksa zaten pusuda, fırsat kollayan çakalların başka ne gibi tezgâhlar peşinde oldukları bilinemezdi. Zaten onlarda bu kesimlerde oluşmuş marazi “Erdoğan nefreti”ne güvendiler ama yanıldılar!
O yüzden tepkiler “anlaşılır” olsa da daha fazla “gaz vermek” sakıncalıdır. Biliyorum; Kitleler üzerinden ucuz rantlar sağlamak isteyenler bu gibi şartlarda “mantık”tan, “itidal”den, “makuliyet”ten söz edenlerden hoşlanmaz. O yüzden “Tepkiye evet, kışkırtmaya hayır!” diyorum. Aksinde ısrar edenler –niyetleri ne olursa olsun- objektif olarak “provokatör” konumuna düşeceklerdir. Kitle duygularını köpürtmeye çalışanlar “Kitlelerin Bumerang Etkisi”nden bihaber görünüyorlar!
EY ABDURRAHMAN DİLİPAK SEN NEYİN PEŞİNDESİN?..
İşte tam bu noktada Yeni Akit Yazarı ve İslami kesimin tanınmış isimlerinden “Abdurrahman Dilipak’ın “Kışlalarda hareketlilik var” diye sübjektif bir şekilde ortalığı velveleye verirken sarf ettiği “Darbede yeni dalga. Halk sokaklarda. Kırmızı alarm. Ruhsatlı silahı olan silahını yanına alsın. Dikkatli olalım inş…” lafını görünce bende şafak attı. Bu nasıl laftır anlayamadım?
Kimi, neye, nasıl çağırıyorsun kardeşim? Bir de “Ruhsatlı olanlar” deyip sözüm ona işi kılıfına uydurmuş. Öyle bir durumda kontrolünü kim yapacak? Kaldı ki bir silahın ruhsatlı olması sana ateş etme yetkisi verir mi? Hele birini öldürme, yaralama yetkisini? Polisin bile bu yetkisi sınırlandırılmıştır. Ben böyle bir çağrıda bulunsam “kaosa davetiye” çıkarttım diye beni anında derdest ederler. Senin ayrıcalığın ne? Bu ne tür bir “şuursuzluk” halidir?
Ayrıca “Uzun bir geceye hazır olalım. Ruhsatlı silahı olanlar polisle birlikte hareket etsin.. Heyecanlı öfkeli kişiler silahtan uzak dursun…” da denilmiş. O hengâmede “öfkesiz” kişi mi kalır? O esnada herkese “psikolojik test” mi yapacaksın? Yanı sıra halkın darbeye karşı çıkması iyidir ama herkesi “polis” yerine koyamazsın. Bunun sonu nereye varır?
Cahil desem cahil değilsin, iyi ama sen nesin? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Bunca yıldır bu piyasadasın halen bir miktar olsun “Kemaliyet” kazanamadın mı? Amacın ne? Yeni “Kanlı Pazar”lar peşinde misin? (AK Parti Adıyaman Milletvekili Sayın Adnan Boynukara “Sosyal medya aracılığıyla halkı silahlanmaya davet edenlere itibar etmiyoruz. Adı ne olursa olsun, bunlar ajan provokatör” demiş. İsabet buyurmuş!) Ne gerek var bu tarz “halkı galeyana getirici” çağrılara? Yok “Meşru Müdafaa” imiş de ne? Bir kaos ortamına düşersek meşru müdafaa mı kalır?
İşte baştan beri anlatmaya çalıştığım bu. “Kitlelerin fabrika ayarlarıyla oynamayın” derken bir boyutuyla da bunu kastediyorum. O yüzden şartları fazla zorlamadan acayip çağrılarda bulunmaktan, (O “kulak kesme” çağrısı neydi öyle?) kitleyi sürekli belli korkular etrafında örgütlemekten, ajite etmekten, linç kültürüne kapı aralayan mesajlardan derhal cayılmalıdır. Hassas ve uyanık olmakla şımarıklık ve sorumsuzluk birbirine karıştırılmamalıdır!
“PROVOKASYON ÇAKALLARI”NA DİKKAT!
Bu ülkede halen bir devlet vardır. İşi ona bırakın. Bu gibi işlerle bırakın devlet, hukuk, güvenlik güçleri uğraşsın. Çünkü bir kez kendini devlet yerine koymaya başlarsan (“FETÖ”cüler de kendilerini öyle sanıyorlardı ama çuvalladılar!) bunun sonu yok. Türkiye kendisini devlet yerine koyanlardan, “Kolluk kuvvetlerine yardımcı oluyoruz” söyleminden vaktiyle çok çekti. Sonu çeteleşmelerle bitti. O yüzden “Provokasyon çakallığı” yapmanın anlamı yok!
Artık “Daimi teyakkuz” durumundan bir an önce çıkılmalıdır. Devlet tüm enerjisini (Tabii ki bu gibi oluşumlara karşı dikkatini kaybetmeden) oluşmuş çatlağı onarmaya, verilen zararı gidermeye, devlet kadrolarını ve istihbaratını daha sağlıklı re-organize etmeye ve bir an önce ülkeyi bu psikolojiden çıkarmaya bakmalıdır. Acilen “Normalleşme” sağlanmalıdır. Kitleyi sürekli “gergin bir yay gibi” tutamazsınız. Bunda da sorumluluk öncelikle hükümetindir.
Aksi davranışlar “Kaosu önleyeceğim” diye yeni kaoslara davetiye çıkartır. Akıllar başa devşirile!.. İsterseniz kızın, benden uyarması…
22. 07. 2016.
[email protected]
KİTLE KONTROLÜ ZOR BİR VARLIKTIR!..
Lakin bu hassasiyetin hangi temellerde oluşacağı, hangi dürtüleri zincirlerinden kopartacağı, kontrolünü yitirip yitirmeyeceği, şiddete yönelip yönelmeyeceği, ucunun nerelere varacağı, kimi provokasyonlara zemin hazırlayıp hazırlamayacağı, çizgiden sapıp sapmayacağı da bir o kadar önemlidir. Çünkü bu noktalarda işin hangi taşları yerinden oynatacağı belirsizdir. Hele de Türkiye’de tüm bastırılmış saflaşmaların, kinlerin, negatif tutumların yeniden harmanlanmaya kalkışılma ihtimalinin yüksek olduğu şu günlerde.
Bütün toplum psikologları, bu konu üzerine kafa patlatan herkes bilimsel bir gerçek olarak bilir ki adına “kitle” denilen varlığın aslında bir “bilinci”, aklı yoktur. (Sağ, sol fark etmez) Kitle dürtüleriyle, içgüdüleriyle, şuursuzca ve “anlık” olarak hareket eder. Sloganların büyüsüyle fevri davranışlar sergiler. Bilhassa da otorite boşluğunun oluştuğu durumlar ve sonrasında içindeki kin, nefret ve bilumum olumsuz duygular taşkınlığa varabilir. Onları bu aşamada akla, mantığa davet etmek oldukça zordur. İş işten geçtikten sonra sakinleşirler!
O yüzden kimse “Biz kitleye hakimiz”, “Bizim çizgimiz dışına çıkmazlar” demesin. (Mesela dün “darbe olmaz” diyordunuz bakın ne oldu?) Bu boşa bir böbürlenmedir. Bazı şeyler bir” kıvılcım”a bakar ve bunu da en iyi malum “provokasyon odakları” bilir!
BİRİLERİ HALEN “TETİKTE” İSE KİTLELERİ SAHAYA SÜRMENİN MANASI NE?
Aynı nedenle kitlelerin bu gibi tepkilerini “tadında bırakmak”, frenlemek, kışkırtmamak, ölçüsünde tutmak, muhtelif siyasi hesaplarla zorlamamak, sahaya fazla sürmemek herkesin yararına ve daha makul bir karar olacaktır. Hele de birilerinin “halen tetikte olduğunu” iddia edip, hem de kitleleri “Demokrasi” adına bile olsa halen sahada tutmaya çalışmak kendi içinde çelişkilidir. Söz konusu eğilimi fazla kaşımak riskidir. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!..
Üstelik bu kez birileri “kitleleri çatıştırmak” üzerinden bir senaryoyu harekete geçirmek isteyebilir. Bunun hesaplanamaz sonuçları olabilir. Aklı başında hiçbir iktidar kitleler üzerinden politikalar geliştirmeye çalışmaz. Unutmayın; yarın öbür gün çatışmacı ortamlara bel bağlayan kesimler en büyük umutlarını “kitle kışkırtmaları” üzerinden kuruyor olabilirler. Ülkemiz tarihi bu noktada acı deneylerle doludur.
TEPKİYE EVET, KIŞKIRTMAYA HAYIR!..
Bu kez de sol ile sağı, laiklerle dini kesimleri, Alevilerle Sünnileri, Türklerle Kürtleri, vb karşı karşıya getirme amaçlı planlar kuruluyor olması kuvvetle muhtemeldir. O yüzden kitlelerin sürekli mobilize halde tutulması risklidir. Kitle -zaman zaman aşırıya kaçsa da- darbe girişimine karşı tepkisini zaten vermiştir. (Karşıt kesimlerin karşı karşıya gelmemesi büyük avantajdır ve bu denge korunmalıdır. Zaten öyle anlaşılıyor ki darbe planlayıcıları biraz da bu ihtimali zorlamak istemişlerdir.) Laik-Cumhuriyetçi kesimler belki sokağa fazla çıkmadılar ama onlarda aslında yerlerinde durarak, darbeye destek vermeyerek bir başka şekilde tepkilerini geliştirdiler. Bu olumlu olmuştur. Yoksa zaten pusuda, fırsat kollayan çakalların başka ne gibi tezgâhlar peşinde oldukları bilinemezdi. Zaten onlarda bu kesimlerde oluşmuş marazi “Erdoğan nefreti”ne güvendiler ama yanıldılar!
O yüzden tepkiler “anlaşılır” olsa da daha fazla “gaz vermek” sakıncalıdır. Biliyorum; Kitleler üzerinden ucuz rantlar sağlamak isteyenler bu gibi şartlarda “mantık”tan, “itidal”den, “makuliyet”ten söz edenlerden hoşlanmaz. O yüzden “Tepkiye evet, kışkırtmaya hayır!” diyorum. Aksinde ısrar edenler –niyetleri ne olursa olsun- objektif olarak “provokatör” konumuna düşeceklerdir. Kitle duygularını köpürtmeye çalışanlar “Kitlelerin Bumerang Etkisi”nden bihaber görünüyorlar!
EY ABDURRAHMAN DİLİPAK SEN NEYİN PEŞİNDESİN?..
İşte tam bu noktada Yeni Akit Yazarı ve İslami kesimin tanınmış isimlerinden “Abdurrahman Dilipak’ın “Kışlalarda hareketlilik var” diye sübjektif bir şekilde ortalığı velveleye verirken sarf ettiği “Darbede yeni dalga. Halk sokaklarda. Kırmızı alarm. Ruhsatlı silahı olan silahını yanına alsın. Dikkatli olalım inş…” lafını görünce bende şafak attı. Bu nasıl laftır anlayamadım?
Kimi, neye, nasıl çağırıyorsun kardeşim? Bir de “Ruhsatlı olanlar” deyip sözüm ona işi kılıfına uydurmuş. Öyle bir durumda kontrolünü kim yapacak? Kaldı ki bir silahın ruhsatlı olması sana ateş etme yetkisi verir mi? Hele birini öldürme, yaralama yetkisini? Polisin bile bu yetkisi sınırlandırılmıştır. Ben böyle bir çağrıda bulunsam “kaosa davetiye” çıkarttım diye beni anında derdest ederler. Senin ayrıcalığın ne? Bu ne tür bir “şuursuzluk” halidir?
Ayrıca “Uzun bir geceye hazır olalım. Ruhsatlı silahı olanlar polisle birlikte hareket etsin.. Heyecanlı öfkeli kişiler silahtan uzak dursun…” da denilmiş. O hengâmede “öfkesiz” kişi mi kalır? O esnada herkese “psikolojik test” mi yapacaksın? Yanı sıra halkın darbeye karşı çıkması iyidir ama herkesi “polis” yerine koyamazsın. Bunun sonu nereye varır?
Cahil desem cahil değilsin, iyi ama sen nesin? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Bunca yıldır bu piyasadasın halen bir miktar olsun “Kemaliyet” kazanamadın mı? Amacın ne? Yeni “Kanlı Pazar”lar peşinde misin? (AK Parti Adıyaman Milletvekili Sayın Adnan Boynukara “Sosyal medya aracılığıyla halkı silahlanmaya davet edenlere itibar etmiyoruz. Adı ne olursa olsun, bunlar ajan provokatör” demiş. İsabet buyurmuş!) Ne gerek var bu tarz “halkı galeyana getirici” çağrılara? Yok “Meşru Müdafaa” imiş de ne? Bir kaos ortamına düşersek meşru müdafaa mı kalır?
İşte baştan beri anlatmaya çalıştığım bu. “Kitlelerin fabrika ayarlarıyla oynamayın” derken bir boyutuyla da bunu kastediyorum. O yüzden şartları fazla zorlamadan acayip çağrılarda bulunmaktan, (O “kulak kesme” çağrısı neydi öyle?) kitleyi sürekli belli korkular etrafında örgütlemekten, ajite etmekten, linç kültürüne kapı aralayan mesajlardan derhal cayılmalıdır. Hassas ve uyanık olmakla şımarıklık ve sorumsuzluk birbirine karıştırılmamalıdır!
“PROVOKASYON ÇAKALLARI”NA DİKKAT!
Bu ülkede halen bir devlet vardır. İşi ona bırakın. Bu gibi işlerle bırakın devlet, hukuk, güvenlik güçleri uğraşsın. Çünkü bir kez kendini devlet yerine koymaya başlarsan (“FETÖ”cüler de kendilerini öyle sanıyorlardı ama çuvalladılar!) bunun sonu yok. Türkiye kendisini devlet yerine koyanlardan, “Kolluk kuvvetlerine yardımcı oluyoruz” söyleminden vaktiyle çok çekti. Sonu çeteleşmelerle bitti. O yüzden “Provokasyon çakallığı” yapmanın anlamı yok!
Artık “Daimi teyakkuz” durumundan bir an önce çıkılmalıdır. Devlet tüm enerjisini (Tabii ki bu gibi oluşumlara karşı dikkatini kaybetmeden) oluşmuş çatlağı onarmaya, verilen zararı gidermeye, devlet kadrolarını ve istihbaratını daha sağlıklı re-organize etmeye ve bir an önce ülkeyi bu psikolojiden çıkarmaya bakmalıdır. Acilen “Normalleşme” sağlanmalıdır. Kitleyi sürekli “gergin bir yay gibi” tutamazsınız. Bunda da sorumluluk öncelikle hükümetindir.
Aksi davranışlar “Kaosu önleyeceğim” diye yeni kaoslara davetiye çıkartır. Akıllar başa devşirile!.. İsterseniz kızın, benden uyarması…
22. 07. 2016.
[email protected]