Dilek Dündar: Can'a yapılan saldırıdan sonra bir AKP'li arayıp "Geçmiş olsun" demedi
Can Dündar'a adliye önünde silahlı saldırı düzenleyen Murat Şahin'i tutarak engelleyen Dilek Dündar Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuştu.
MİT TIR'ları davasında 5 yıl 10 ay hapis cezası alan Cumhuriyet
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar'a adliye önünde
düzenlenen silahlı saldırı düzenleyen Murat Şahin'i tutarak
engelleyen Dilek Dündar, "Benimki çok içgüdüsel bir şeydi. Bence
bütün kadınlar yapardı. Bütün kadınlarda o koruma hissi var. Kadın,
çocuğunu, sevdiğini, evini, eşini korumak ister" diye konuştu.
Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Dilek Dündar, "AKP iktidarından
bir kişi bile geçmiş olsun diye aramadı. Bu çok ağır bir şey.
Toplumu bir arada tutmak, bir toplumu yönetmek istiyorsan,
toplumdaki herkese sahip çıkmak istiyorsan arayacaksın. Bu, ayıp
bir şey" dedi.
Ayşe Arman'ın Dilek Dündar'la yaptığı söyleşinin bir bölümü
şöyle:
Dilek seni tebrik ediyorum! Müthişsin gerçekten... Öyle bir
şey yaptın ki, herkesin ağzı açık kaldı... Birileri, kocana suikast
düzenledi, elinde silah vardı, sen de o herifin yakasına yapıştın.
Bu, herkesin yapabileceği bir şey değil. Ve tabii ‘kahraman’ ilan
edildin...
-Bir kere baştan anlaşalım, kahraman falan değilim. Olsa olsa
‘zoraki kahraman’ım. Benimki çok içgüdüsel bir şeydi. Bence bütün
kadınlar yapardı. Bütün kadınlarda o koruma hissi var. Kadın,
çocuğunu, sevdiğini, evini, eşini korumak ister.
Yani sen bir kahraman değilsin, öyle mi?
-Değilim Ayşecim, gayet normal bir insanım.
Peki ya ‘cesaret ana’lık?
-Ha bak, o biraz var! Oldum olası gözüm karaydı. Anneleriyle
benzeşen kızlar, genellikle anneleriyle çekişir. Ben de öyleydim.
Özellikle de ergenlikte. Ergenliğim, annemle çekişmekle geçti.
İkimiz de dediğim dediktik. E bir de ODTÜ’lüyüm. O okul da, insana
dirençli bir karakter veriyor. 80 darbesini ODTÜ’de yaşamış
biriyim. Biz bu tür olaylardan çok gördük. O zaman da öne atılma
hallerim olmuştur. Oradan da herhalde bir pratiğim var.
Bir an olsun, “O silah bana dönebilir”i düşünmedin
mi?
-Hayır, hiç. Yanımda Çanakkale milletvekili vardı. Sohbet ederek
yürüyorduk. Başım hafif öne eğikti. Zaten önce saldırganı değil,
silahı gördüm. “Bu silah kimi hedef alıyor? Yoksa Can’ı mı vurmaya
hazırlanıyor!” düşüncesi şimşek hızıyla geçti aklımdan. Otomatik
olarak, adamın yüzüne doğru bir hamle yaptım. Sonra da yakasına
yapıştım.
Ya dur hızlı gittik, en baştan alalım. Davanın karar
günüydü...
-Evet. Her cuma olduğu gibi sabah 9’da evden çıktık, Adliye
Sarayı’na gittik. 10’da mahkeme başladı. Bu, hep böyle oluyor. Biz
mahkeme salonuna gidiyoruz. O meydanda hep basın mensupları
bekliyor oluyor. Ve biz, mahkeme bitince C kapısından çıkıyoruz.
Adliye önünde basın açıklaması yapılmasına izin verilmediği için,
basının yanına gidip orada açıklama yapıyoruz. Böyle bir rutinimiz
var.
Peki senin ‘adliye önünde bir saldırı olabilir’ diye bir
kuşkun var mıydı?
-Hiç yoktu. Bana hep en güvenli yer adliyeymiş gibi geliyordu,
çünkü çok fazla sivil polis var etrafta. Çevik kuvvet var. Ben, Can
evden çıkarken tedirgin oluyordum. Kapıyı açıp, şöyle bir sokağı
tarıyordum. Hâlâ yapıyorum.
Peki o sabah evden çıkarken bir iç sıkıntısı, huzursuzluk
filan...
-Hayır hiç! Köpeğimiz Tarçın’ı sevdiğimiz için, üzerimiz tüy oldu,
onları temizlerken dalgamızı geçtik, “Tarçın’ı da yanımızda
götürüyoruz!” diye. Hatta, “Madem öyle, o zaman Ege’yi de
götürelim!” deyip, masanın üzerinde duran Ege’nin saç
lastiklerinden birini de çantama attım. Öyle çıktık gittik.
Mahkemenin uzun süreceğini biliyorduk. Çünkü avukatlar
savunmalarını yapacaktı. Mahkeme bir öğle arası verdi. Adliyenin
içindeki kafeteryada yedik. Sonra karar için uzun bir ara verildi,
saat beşi geçmişti. Adliyedeki bütün kafeteryalar ve çay ocakları
kapandığı için, dışarıdaki kafelerden birinde çay-kahve içmeye
karar verdik. Biz önden çıktık Can’la. Çanakkale milletvekili de
bizimleydi. Tam da o sırada, eylülde Çanakkale’ye davet ediyordu
bizi. “Lüfer zamanı, çok güzel lüferler yiyeceğiz!” falan diyordu.
Basın bizi görünce mahkeme bitti, açıklama yapacağız zannetti. Can
da açıklama yapılmayacağını anlasınlar diye hafif arkada kaldı.
Saldırgan da herhalde mahkemenin bittiğini zannetti. Can’ı açıklama
yaparken vurabilseydi, onun için daha havalı olacaktı.
Saldırgan zamanlamayı beceremedi
Peki ortalık azmettiriciden kırılırken, “Kendini bilmezin biri
çıkar ve bir densizlik yapar!” diye hiç aklınızdan geçmiyor
muydu?
-Geçmez mi? Bu kin ve nefret tohumlarının birilerini harekete
geçireceği belliydi...
Peki sence bu bir densizlik mi organize bir hareket
mi?
-Valla, adam bana çok eğitimli gibi geldi. Teslim anı ilginçti
mesela. Bilmeyenin asla yapamayacağı kadar profesyoneldi. Polisleri
görünce silahını bıraktı, ceketinin yanlarını açtı, yere eğildi ve
teslim oldu. Eğitim almış veya daha evvel bu işi yapmış gibi
görünüyordu.
Birileri emir verdi ve sence “Can Dündar’ı korkut!” mu
dedi?
-Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Ama bu benim düşüncem. Eğer beraat
çıksaydı, “Mahkeme seni affetti ama bak halk cezalandırdı!” gibi
bir imaj yaratılacaktı. Ne var ki saldırgan, zamanlamayı
beceremedi. Mahkeme bitti, biz orada duracağız zannetti. Bence bir
kadından da böyle bir müdahale beklemiyordu.
Belki de silahı Can’a doğrulttuğunda, sen dahil herkesin
kaçacağını sanıyordu...
-Galiba. Bir de Yağız var tabii, NTV kameramanı, o da o sırada
Can’la konuşuyordu. Sonradan filmleri izleyince fark ettim. Yağız
resmen Can’a kalkan olmuş. Hatta, “Hedef sensin, kaaaaç!” demiş.
Helal olsun çocuğa.
Sizin herhangi bir korumanız var mıydı?
-Can’ın bir koruması vardı. Ama zannediyorum ki biz mahkemeden çok
hızlı çıkınca, o geride kaldı.
İyi de böyle netameli bir davada devletin önlem alması
gerekmiyor muydu?
-Elbette gerekiyordu. Can bir sürü tehdit aldıktan sonra başvurdu,
devlet bir koruma tahsis etti. Bir hücre evinde bizim adres
bulununca, ilk 4-5 gün, evin etrafında çok sivil vardı. Gece de
kalıyorlardı. Ama sonra çekip gittiler.
Suikastçıya hamle yaparken aklından neler geçti? “Eyvah
kocam öldürülecek” refleksi miydi?
-Elbette! Ben aslında onun dengesini bozmak istedim. Bir de, “Vatan
haini!” diye bağırıyordu. Hani filmlerde polisler slogan atmasın
diye saldırganların ağızlarını kapatırlar ya, ben de galiba adamı
susturmaya çalıştım. Bu benim karakterim, elimde olan bir şey
değil, hep atağımdır. Evde mesela çıt olsa, hemen koşar bakarım.
Kaçmak yerine korkularımın üzerine giderim. Korku, korkuyu
yaratıyor ve insanları eziyor, unufak ediyor. Halbuki korkunun
kaynağını anlayınca rahatlıyorsun.
Herkes Can’ın kaçıp senin ileriye atılmanı, Can’ın
korkaklığı olarak değerlendirdi, sen ne diyorsun?
-Alakası yok! ‘Hedef’ olmak başka bir şey, Can orada hedef. Adam da
ona silahı doğrultmuş. Belki hedef olsam, ben de kaçardım.
Sözlüklerde adın bir de şöyle geçiyor: “Dilek Dündar, Can
Dündar’ın aldattığı eşidir.”
-Yıllardır kurtulamadık bundan! O dönem üzüldüm ama zannedildiği
kadar önemsemedim. Şöyle düşünüyorum ben: İnsanların gönlü kayar.
Kayabilir yani. İnsanız. Erkeğin de kayar, kadının da kayar.
Olabilir yani böyle şeyler. Önemli olan hatanı anlamak ve telafi
etmeye çalışmak. Biz Can’la yıllar boyunca bir şey inşa etmişiz,
böyle bir şey yaşandı diye benim bunu bir çırpıda silmem mümkün
değil. Kaldı ki o benim sevdiğim adam.
“Seven kadın. Üstelik gözükara... Allah herkese onun gibi
eş nasip etsin!” Böyle de diyorlar...
-Bütün kadınların içinde var bu. Bunu çıkarmasını bilsin erkekler.
Kadınları korkutmasınlar, dövmesinler, bak o zaman kadınların
içinde ne cevherler var.
“Lağım ağızlı Can Dündar’ı kahraman yapmak için düzenlenen
kurgunun dişi figüranı...” Bir de böyle demişler...
-Valla, ben hiç film yıldızı olmak istemedim ama ona uygun
görmüşler. İçinde zekâ barındırmayan hakaret işte!
“Kadınların erkeklerden çok daha cesur olduğu başka bir
ülke var mıdır? Elinde silah olan çomarın, yakasına yapışmış kadın,
bırakmıyor. Polisler bile 10 metreden titreyerek bakıyor. Kadın
bırakmıyor. Bu nasıl hesapsız bir feda duygusudur! Biz, bu
kadınların tırnağı olamayız!” Buna ne diyorsun?
-O kadar da küçültmesinler kendilerini diyorum. Herkes içindeki
cesareti ortaya çıkarsın bu ülkede. Korkarak hiçbir yere
varamayız.
‘Adamı sevmesek de suikast düzenlenmesi ne kadar korkunç’
diyebilecek cesareti bile bulamayan insanlara lanet
olsun...”
-Çok doğru tespit.
“Hepsi iyi güzel de, eşi kendini siper ederken Can
Dündar’ın kız gibi kaçması utanç verici!”
-Gülüp geçiyorum bunlara. Bence önemli olan şu: AKP iktidarından
bir kişi bile geçmiş olsun diye aramadı. Bu çok ağır bir şey.
Toplumu bir arada tutmak, bir toplumu yönetmek istiyorsan,
toplumdaki herkese sahip çıkmak istiyorsan arayacaksın. Bu, ayıp
bir şey.
Bir elinde telefon var, n’apıyordun? Suikastı belgelemeye
mi çalışıyordun?
-Yok öyle bir şey değil. Mahkemeye ara verilince, herkes “N’oldu?”
diye arıyor ve gelişmeleri soruyor. Bizim Nazan vardır Ankara’dan,
o aramıştı o sırada. Ben da “Ara verildi, şimdi Sütiş’e gidiyoruz”
dedim. Sonra da telefon elimde kaldı. Çantam omzumda, kolumda da
palto var. Birden silahlı bir adamla karşılaşınca, telefon elimde
kaldı. Mantıki olarak çantayı adamın suratına vurmam daha hoş
olabilirdi ama düşünemedim veya telefonunla vur mesela, onu da akıl
edemedim, sadece adamı yakasından tuttum.
Saldırgan da heyecanlı mıydı?
-Valla çok sakindi. Polisleri görünce de hemen ellerini kaldırdı.
Şöyle bir şey duyduk: Sabahtan beri oradaymış. İlk önce sakallı
gelmiş, berbere gitmiş tıraş olmuş, yani bayağı süslenmiş!
Tutuklandıktan sonra da kameralara döndü ve poz verdi. O da kendi
cephesinde kahraman olmak istedi herhalde!
Bu koruma duygusu aşktan da üstün mü?
-Bence öyle. Bunun bana özgü olduğunu düşünmüyorum. Tüm kadınlarda
var.
O anda üzerine, çocuğunu kamyonun altından çekip alacak
anne gücü mü geldi?
-Evet. Ve bence öyle bir şey var! Hani Kurtuluş Savaşı’nda da
derler ya, “O ağır mermiyi nasıl kaldırdı kadın!” Bence kriz anında
böyle bir güç geliyor insana.
Sonra peki?
-Saldırganı polise teslim ettikten sonra, “Can nerede?” diye
sordum. “Çay ocağına götürdüler!” dediler. Yanına giderken yolda
Ege’yle konuştum. İngiltere’de okuyor, görüntüleri izleyip
paniklemesin diye.
Bu karambolde Ege’yi de aramayı akıl etmişsin,
pes!
-Evet ama benim böyle bir halim var. Kriz anlarında kriz çözmek.
Belki de bunu Birand’dan öğrendim. Yıllarca 32. Gün’de çalıştık.
Hep çözülmesi gereken bir denklem olurdu ortada. Ege’ye “Sakın
merak etme, biz babayla iyiyiz!” dedim. Telefonu kapattım, Can’ın
yanına gittim, “Bir şeyin var mı?” dedim. “Yok hayır” dedi. Ama ben
titriyormuşum ve ter içinde kalmışım. “N’oldu sana?” dedi. Meğer
Can, bu olayların hiçbirini görmemiş. Sonra görüntüler ekrana
düşmeye başlayınca, olayın nasıl olduğunu anladı.
Can’ın sana söylediği ilk şey neydi?
-Çok hatırlamıyorum, sarıldık birbirimize, galiba “Kahraman karım”
gibi bir şey söyledi. Ama mesela benim arkadaşlarım “Hiç
şaşırmadık. Biz seni biliyoruz, aynen böyle davranırdın!”
dediler.
Çıtayı yükselttin demiyorlar mı?
-(Gülüyor) Diyorlar, diyorlar! Bütün evlerde bu konuşulmuş. Soru da
şu: “Sen olsaydın benim için bunu yapar mıydın?” Evlilik
tekliflerinde bile gelmiş bu soru: “Seninle evleneceğim ama benim
için kurşunların önüne atlar mısın?” Millet de bana, “Hiç
evlenmedim. Ama senin gibi birini bulursam hemen evleneceğim!” der
oldu. Bir arkadaşım da, “Artık seni aşamayız, yapabileceğimiz tek
şey kaldı, ağzımızla kuş tutmak!” dedi.
Bir de “Tamamen kurgu ve kumpas!” diyenler
var...
-O çok komik! Ben genellikle bu Aktrol tweet’lerine bakmıyorum
çünkü hastalıklı bir yapı olduğunu düşünüyorum. “Niye vaktimi
harcayayım onlarla?” diyorum. Hani bir deyiş var Türkçede: Herkes
karşısındakini kendi gibi bilir. Herhalde bunlar öyle tezgâhlar
içine giriyorlar ki, böyle bir kurgu olabileceğini
düşünebiliyorlar. Hastalıklı olduğu kesin.
Biz nasıl bu kadar kötü olabiliyoruz?
-Bölündüğümüz için! Ben aslında bu toplumun merhametli, şefkatli ve
vicdanlı olduğunu düşünüyorum. Ama böyle bir bölünmüşlük, böyle
hedef gösterme söz konusu olunca, insanlar kötüleşmeye başlıyor. Ve
hep kendilerinin haklı olduğunu düşünüyorlar.
Atatürk sevgim büyük
‘Mustafa’ belgeseli bazı kesimler tarafından çok sert
eleştirildi. “O belgeselde biz yanlış anlaşıldık” diye düşündüğün
oluyor mu?
-Oluyor tabii. Dilimizde tüy bitti ama anlatamadık. Beni tanıyanlar
nasıl bir Atatürk sevgim olduğunu bilirler. Kişi olarak çok hayran
olduğum bir lider Atatürk. Bence adından kaynaklandı...
‘Mustafa’ adı laubali mi geldi?
-Herhalde. Biz ‘Yalın Kılıç’ koyacaktık adını. Tek başına bir adam
çünkü. Ama sonra ekip olarak aramızda tartışırken dedik ki, “Ona
Mustafa diyen bir tek annesi var. Diğerleri hep Mustafa Kemal
diyor. Anne sevgisi gibi olsun; Mustafa olsun, daha bizden biri
olsun!”
Ama ters tepti...
-Evet, başta iyi gitti, harika tepkiler aldık ama sonra bence
aleyhte kampanya düzenlendi. Birileri ters bir şeyler söylemeye
başladı ve bütün insanlar döndü. Yazık oldu bence. Güzel bir
belgesel. Seyretmelerini öneririm.
Söyleşinin tamamını okumak için
tıklayın