24 Ağu 2011 12:54
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:43
DİKKATİ DAĞINIK BİR KÖPEĞE BENZETİYORUM KENDİMİ!
Ece Temelkuran iyi bildiği Beyrut sokaklarından bir hikaye yazarak bir yandan da Türkiye'de süregelen polemiğe ilginç göndermeler yaptı.
İşte Habertürk yazarı Temelkuran’ın yazısı...
Köpeğin hicreti
"HİCRET, yalnız evdeki zalimden kaçmak için değil, ruhumuzun derinliklerine ulaşmak için de yapılır." (Kar-Orhan Pamuk)
BEYRUT’un arka sokaklarında gece. Uzaklardan bir yerlerden silah sesleri geliyor. Savaşı ve düğünü aynı malzemelerle yapan ülkeler sık sık sevişmekle öldürmeyi de karıştırırlar. Bombaların patladığı topraklarda yapılan düğünlerdeki havai fişek iştahı başka türlü açıklanamaz. Dokunmayı bilmediği için sadece vurabilen oğlan çocuklarının büyüyemeden ihtiyarladığı memleketlerdir bunlar, kadınlar pişmeden yanar.
Bu kadar merhemsiz kalmış topraklara dünyanın en güzel gözlü çocukları, dünyanın en güzel gülen kadınları ve dünyanın en becerikli adamlarının bahşedilmiş olması olsa olsa Tanrı’ nın bitmez tükenmez adalet duygusuyla açıklanabilir.
Bu yüzden ne zaman Ortadoğu topraklarında gülen insanlar görsem içim yanar. Gülünce dişleri de gülen insanlara bakmak, tersine bir etkiyle, bu toprakların ne kadersiz olduğumuzu hatırlatır. Hızar gibi memleketlerdir bunlar, ölülerini hızlı, ama canlarını daha hızlı gömerler.
AYRINTILAR OLARAK BİZ
Afrika’nın Akdeniz kıyılarından İstanbul’un kalbine kadar her yerde kavga var. Savaş, efkâr, hasret, hüzün, "canım" sözcüklerinin ne anlama geldiğini bilen insanlar arasında yapılıyor. Ne tuhaf: Bütün bu savaşları, bu sözcükleri hiç bilmeyen halkların efendileri anlatıyor gerisin geri savaşanlara.
CNN hemen dün Libya petrolünün ne zaman kullanılmaya başlayacağını sormaya başladı çok uluslu şirketlerin yöneticilerine. "Önemli bir ayrıntı(!)" var dedi spiker: "Rafinerilerde çalışacak adamların geri gelmesi lazım. Yani eğer ölmedilerse..."
Bu topraklardaki "ayrıntı" nüfusu fazla, kum gibi insan doğruyor bu coğrafya. Kum tanesi gibiyiz hepimiz. Kafka okusak da, Amy Winehouse’a üzülüp duvarlara dünyanın en büyük harfleriyle "Kahrolsun... " yazsak da. İnsan hayatının bir kıymeti olduğuna inanıldığı topraklara meyledişimiz bundandır. Buralarda hiç bitmeyecek olduğunu apaçık gördüğümüz kavganın bizim de ömrümüzü ufalayıp yutup yok etmesin diye...
Bir "Medine" bulmak isteriz kendimize. Medeniyetin olduğu bir yer yani, insanların "din" (inanç, vicdan, düşünce) etrafında durup daireleştiği bir yeryüzü noktası. Düşünmek için, kendimiz olmak, üretebilmek, gerçekleşebilmek yani insan olabilmek için. "Mekke"yi terk etmenin kederi peki? Üstelik bütün bahçe sahipleri üzerimize çullanmış olsa bile... O büyük kırgınlığa merhem yok.
KÖPEKLERİN GECESİ
Beyrut’ ta arka sokaklar, gece. İki köpek durdular ve dünyanın tüm zamanı kendilerine ait olduğu için öylece kaldılar. Ancak köpekler birbirlerine bu topraklardaki insanların birbirlerine baktıkları kadar uzun bakabilir. Sonra giriyorlar birbirlerine.
Kavgaları aynı anda hem ölümüne bir hesapsızlığı hem de dünyanın ne büyük, kavganın ne anlamsız olduğunu derin ve kendiliğinden kavrayabilen bir dikkat dağınıklığını içerir. Bu topraklarda insanların henüz bilmediği budur: Kavganın ucunu bir anda bırakabilecek dikkat dağınıklığıyla malul değillerdir henüz. Kavganın ucunu bırakınca da...
Öyle memleketlerimiz var ki bizim, gitsen kavgadan, hicret etmiş oluyorsun ülkeden. Kavgadan gitmek istiyorsun ruhunun derinliklerine doğru biraz sokulabilmek için ama ülkeyi bırakmış oluyorsun. Ülke ile kavga birbirine eşit artık, ülkenin kavgayı aşan bir metrekaresi yok. Ülkedeysen kavgadasın yani. Kavgada değilsen ülkede de değilsin...
Bugünlerde dikkati dağınık bir köpeğe benzetiyorum kendimi... Bir kavganın ortasında aniden bir ruhu olduğunu hatırlayan bir köpek... Hicret ve hasretin köpeği...
Köpeğin hicreti
"HİCRET, yalnız evdeki zalimden kaçmak için değil, ruhumuzun derinliklerine ulaşmak için de yapılır." (Kar-Orhan Pamuk)
BEYRUT’un arka sokaklarında gece. Uzaklardan bir yerlerden silah sesleri geliyor. Savaşı ve düğünü aynı malzemelerle yapan ülkeler sık sık sevişmekle öldürmeyi de karıştırırlar. Bombaların patladığı topraklarda yapılan düğünlerdeki havai fişek iştahı başka türlü açıklanamaz. Dokunmayı bilmediği için sadece vurabilen oğlan çocuklarının büyüyemeden ihtiyarladığı memleketlerdir bunlar, kadınlar pişmeden yanar.
Bu kadar merhemsiz kalmış topraklara dünyanın en güzel gözlü çocukları, dünyanın en güzel gülen kadınları ve dünyanın en becerikli adamlarının bahşedilmiş olması olsa olsa Tanrı’ nın bitmez tükenmez adalet duygusuyla açıklanabilir.
Bu yüzden ne zaman Ortadoğu topraklarında gülen insanlar görsem içim yanar. Gülünce dişleri de gülen insanlara bakmak, tersine bir etkiyle, bu toprakların ne kadersiz olduğumuzu hatırlatır. Hızar gibi memleketlerdir bunlar, ölülerini hızlı, ama canlarını daha hızlı gömerler.
AYRINTILAR OLARAK BİZ
Afrika’nın Akdeniz kıyılarından İstanbul’un kalbine kadar her yerde kavga var. Savaş, efkâr, hasret, hüzün, "canım" sözcüklerinin ne anlama geldiğini bilen insanlar arasında yapılıyor. Ne tuhaf: Bütün bu savaşları, bu sözcükleri hiç bilmeyen halkların efendileri anlatıyor gerisin geri savaşanlara.
CNN hemen dün Libya petrolünün ne zaman kullanılmaya başlayacağını sormaya başladı çok uluslu şirketlerin yöneticilerine. "Önemli bir ayrıntı(!)" var dedi spiker: "Rafinerilerde çalışacak adamların geri gelmesi lazım. Yani eğer ölmedilerse..."
Bu topraklardaki "ayrıntı" nüfusu fazla, kum gibi insan doğruyor bu coğrafya. Kum tanesi gibiyiz hepimiz. Kafka okusak da, Amy Winehouse’a üzülüp duvarlara dünyanın en büyük harfleriyle "Kahrolsun... " yazsak da. İnsan hayatının bir kıymeti olduğuna inanıldığı topraklara meyledişimiz bundandır. Buralarda hiç bitmeyecek olduğunu apaçık gördüğümüz kavganın bizim de ömrümüzü ufalayıp yutup yok etmesin diye...
Bir "Medine" bulmak isteriz kendimize. Medeniyetin olduğu bir yer yani, insanların "din" (inanç, vicdan, düşünce) etrafında durup daireleştiği bir yeryüzü noktası. Düşünmek için, kendimiz olmak, üretebilmek, gerçekleşebilmek yani insan olabilmek için. "Mekke"yi terk etmenin kederi peki? Üstelik bütün bahçe sahipleri üzerimize çullanmış olsa bile... O büyük kırgınlığa merhem yok.
KÖPEKLERİN GECESİ
Beyrut’ ta arka sokaklar, gece. İki köpek durdular ve dünyanın tüm zamanı kendilerine ait olduğu için öylece kaldılar. Ancak köpekler birbirlerine bu topraklardaki insanların birbirlerine baktıkları kadar uzun bakabilir. Sonra giriyorlar birbirlerine.
Kavgaları aynı anda hem ölümüne bir hesapsızlığı hem de dünyanın ne büyük, kavganın ne anlamsız olduğunu derin ve kendiliğinden kavrayabilen bir dikkat dağınıklığını içerir. Bu topraklarda insanların henüz bilmediği budur: Kavganın ucunu bir anda bırakabilecek dikkat dağınıklığıyla malul değillerdir henüz. Kavganın ucunu bırakınca da...
Öyle memleketlerimiz var ki bizim, gitsen kavgadan, hicret etmiş oluyorsun ülkeden. Kavgadan gitmek istiyorsun ruhunun derinliklerine doğru biraz sokulabilmek için ama ülkeyi bırakmış oluyorsun. Ülke ile kavga birbirine eşit artık, ülkenin kavgayı aşan bir metrekaresi yok. Ülkedeysen kavgadasın yani. Kavgada değilsen ülkede de değilsin...
Bugünlerde dikkati dağınık bir köpeğe benzetiyorum kendimi... Bir kavganın ortasında aniden bir ruhu olduğunu hatırlayan bir köpek... Hicret ve hasretin köpeği...