04 Mar 2013 09:27 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:03

DERYA SAZAK'TAN BAŞBAKAN ERDOĞAN'A YANIT; ''PUSULAMIZ ŞAŞMAZ: HABER DOĞRUYSA BASARIZ!'

Derya Sazak, Başbakan Erdoğan'ın Milliyet'e yönelik "Batsın senin gazeteciliğin" tepkisine karşılık verdi.

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "Çözüme katkıda bulunacaksan, böyle bir haber yapmamalıydın. Böyle yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin" tepkisine karşılık verdi.

Sazak, yayımladıkları İmralı tutanakları haberini ve haberi yapan gazeteci Namık Durukan’ı savunurak, "Milliyet’in 62 yıllık tarihi böylesine altın sayfalarla doludur. Pusulamız şaşmaz: Haber doğruysa basarız! Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz!" dedi.

Derya Sazak’ın "İmralı zabıtlarıyla tarih yazmak" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

İmralı zabıtlarıyla tarih yazmak

Türkiye gibi ‘haber cenneti’ ülkelerde gündem oluşturmak zor değildir.

Çoğu zaman gündeme konu olan haber ve başlıklar ‘sansasyonel’dir. Ertesi güne kalmaz, uçup giderler. 24 saat sonra kimse hatırlamaz bile. Arşivler böylesine ‘sanal’ yığınla gazeteyle doludur. Eskiden bunlar kâğıt olarak SEKA’ya giderdi. Çağ değişti artık ‘dönüşerek’ daha az ağaç kesimine yol açacak şekilde tasarruflu kullanılabiliyorlar.

Milliyet, 28 Şubat Perşembe günkü ‘İmralı zabıtları’ manşetiyle gerçek anlamda ‘gündem’ oldu.

Daha doğrusu, ‘gündem’de olan bir haberin ayrıntılarını okurlarla paylaşarak gazeteciliğin temeli olan ‘haber verme’, toplumu bilgilendirme işlevini hakkıyla yerine getirdi.

Ertesi gün, 1 Mart’ta ise medyada ‘her gazetecinin rüyası’ olan bir durum yaşadık.

Türkiye’de yayımlanan gazetelerin tamamında, televizyon ve internet sitelerinde tek bir haber vardı:

Milliyet’in ‘manşet’ten duyurduğu, İmralı’da Öcalan’la BDP heyetinin görüşmelerinin ‘notları’ medyanın tamamında yer alıyordu.

Sözcü’den Özgür Gündem’e, Zaman’dan Birgün’e, Cumhuriyet’ten Yeniçağ’a, Star’dan Sabah’a, Hürriyet’ten HaberTürk’e, Radikal’den Posta’ya, Akşam’dan Yurt’a tüm gazeteler ‘sözleşmiş’ gibi Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmenin zabıtlarını yayımladılar.

Neden böyle oldu?

Çünkü haber, basit bir ihtiyacı karşılıyordu. İmralı’da neler olup bittiğini merak eden toplumu bilgilendiriyordu.

30 yılda 50 bin yurttaşımızı kaybettiğimiz Kürt sorununun barışçı çözümünde cesaret verici adımlar atılırken, çatışmaları durduracak, PKK’nın silah bırakmasına ortam hazırlayacak görüşmeler sürecinde İmralı’da hükümlü Öcalan’la doğrudan temas kurulmuştu. Görüşmenin tarafı 3 BDP’li milletvekili adaya giderek Öcalan’la buluşmuşlardı.

Milliyet, 23 Şubat tarihli görüşmenin notlarını ele geçirdi.

Ve yayımladık.

28 Şubat tarihli gazetedeki haberi ise tüm medya Milliyet’ten alıntı yaparak okurlarına duyurdu.

Böylece cuma günkü tirajımız refikimiz olan gazetelerin de katılımıyla Türkiye’de günlük toplam 5.5 milyon adede ulaştı.

Çevreye saygımız adına sevindik.

Daha fazla gazete basmamıza gerek olmaksızın en yüksek okura eriştik.

Öteki gazetelerin kâğıdından yararlanarak yeşili de korumuş olduk.

Muhabirin yükselişi

Aslında böyle zamanlarda ‘gazetecilik adına’ seviniyoruz. Ve biz de başka gazetelerde çıkan, gerçek ve topluma yararlı olacağına inandığımız haberleri ‘kaynak’ göstererek Milliyet’te kullanıyoruz. Ancak bunu yaparken ajans, gazete, televizyon ayrımı yapmadan mesleki saygıyı, muhabir emeğini yücelterek, haber kiminse onun adını veriyoruz. Zaten aksi etik dışı olur. İntihal/çalıntıya girer.

Kimi meslektaşlarımız Milliyet’te başarılarıyla kendisini yıllardır kanıtlamış olan arkadaşımız Namık Durukan’ın haberini ‘gazetecilik’ ürünü saymak yerine ‘kim sızdırdı?’ tartışmasından hareketle Milliyet’i yıpratmaya çalıştılar ama Cumhuriyet gibi geleneği olan kurumlar, özden uzaklaşıp ‘isim vermekten’ neden kaçındılar anlayamadım?!

Haberi, ‘Paris cinayetinden daha büyük bir sabotaj’ olarak gören ‘resmi gazeteciler’ bu olasılıklardan sadece birisine değinmediler:

O olasılık, bütün o komplolar dışında ‘haberin bir muhabir tarafından çıkarılmış’ olduğu gerçeğiydi.

Gazetecilik hayli zamandır dibe vurduğu için doğal olarak ‘haberci’nin adı da, değeri de unutuldu!

Akla her türlü komployu getirenleri, 28 Şubatvari yöntemlerle ‘andıçlayanları’ daha fazla yormamak için basit gerçeği açıklıyorum:

Namık Durukan’ı Ankara Büro’da ve Milliyet’te yayın yönetmenliği yaptığım 1995-98 yılları arasındaki dönemden bu yana tanıdığım için Fikret arayıp, ‘Namık, İmralı görüşmesinin tam metnini almış’ dediğinde sayfayı hazırlamaya başladık.

Milliyet Yayın Yönetmeni Yardımcısı Umut Alphan, Yayın Koordinatörü Tahir Özyurtseven metni okudu ve manşeti attık. Çünkü Namık’a kendim gibi güveniyordum.

Onu 28 Şubat sürecinde generallere karşı korumuştum!

Beni hiçbir zaman yanıltmadı!

Ankara Büro Şefimiz Serpil Çevikcan’a da gazete baskıya girene dek başlık ve spotları, metni noktası virgülüne okuduğu için teşekkür ediyorum.

Namık’ı bir kez daha kutluyorum. Bu yıl ödülleri toplayacak!

İtiraf ediyorum, ‘İmralı Zabıtları’ başlığı bana aittir! Parlamento Muhabirleri Derneği (PMD) üyesi kıdemli bir Meclis muhabiri olarak mesleğe başladığım yıllarda okuduğum İstiklal Savaşı’nı yöneten Birinci Meclis’e ait, ‘Gizli Celse Zabıtları’ kütüphanemde baş köşede durur. Üstadımız Altan Öymen gibi ‘eski Meclis Türkçesiyle’ konuşmayı, ‘Beyefendi’ demeyi severim. O an aklıma ‘zabıtlar’ geldi.

Evrensel ilkeler

Milliyet’in 62 yıllık tarihi böylesine altın sayfalarla doludur.

Pusulamız şaşmaz:

Haber doğruysa basarız!

Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz!

Milliyet gazetesi, Demirören ailesiyle yeniden doğdu.

Bu grubun ‘ülke ekonomisinin gücüne, iyiliğine ve sevgisine’ olan bağlılığı tartışılmaz.

Yayın politikamızı Abdi İpekçi’den bu yana, ‘Doğru haber, nesnellik ve dengeli gazetecilik’ oluşturur.

Kürt sorununun barışçı çözümünden yanayız.

Milliyet’ten köşesinde bu konuda ‘taraf olduğumuzu’ açıklamıştım.

Tereddüdü olanlar ‘Siyaset Günlüğü’ köşesinde 20 yıldır yazdıklarıma baksınlar. Hasan Ağabey’in (Cemal) ömrü de bu sevdayla geçti.

Bizi hedef gösterenlere evrensel gazeteciliğin en saygın ödülüyle anılan Pulitzer’in ilkelerini hatırlatıyorum:

‘’Korkmayın! Ancak bir dosyaya el atmadan önce, mutlaka haklı olduğunuzdan emin olun! Bir uçtan ötekine geçmeyin ve büyük bir titizlikle tarafsız, bağımsız ve adil davranmaya dikkat edin.’’

Namık’ın haberi doğrudur.

Aksi kanıtlanırsa mesleği bırakmaya hazırım.

Saygılarımla.