19 Haz 2015 13:41
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:40
Demirel'le bir dönem tam kapandı; Binaenaleyh üzgünüz!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in vefatının ardından kendi süzgecinden artıları ve eksileriyle Demirel’i yazdı…
Eski Başbakan ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vefat haberini duyduğumda önce ufak bir bocalama yaşadım. Süleyman Demirel ben ve benim kuşağım için, belirli bir safta yer alan kişiler açısından pek de olumlu bir “politik figür” değildi. Ne yalan kendisi hakkında çoğu kez “Günahım kadar sevmem” diye düşünmüşümdür. Dolayısıyla ilk anda nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Acaba iş bu kadar basit miydi? Kolay değil tabii, “Toplumsal Baba”mızı kaybetmiştik!
Sonunda duygularımı serbest bırakmaya ve kendi “iç ses”imi dinlemeye karar verdim. Her türlü şartlamaya kendimi kapadığımda aslında üzüldüğümü fark ettim. Ancak bu tabii ki kendinizi “yakın” hissettiğiniz birisinin ölümünden ziyade size olumsuz şeyler çağrıştırsa da hayatınızın bir dönemini hatırlatan bir “simge kişi”nin çekip gitmesine üzülmek gibi bir şeydi. Gene de tam tanımlayamıyorum. Bir esneme payım varmış demek ki. Bunda espritüel kişiliğinin, kendisine yönelik eleştirilere, gazetecilere hoşgörülü tutumunun da rolü vardır belki. Ya da gelen gideni aratıyor mu desem bilmem?
Hiç şüphesiz bizim kanaat ve yargılarımız “Bu dünya”ya aitti ve o şimdi gerçek “Yargı sahibi” nin yanına gitmişti. Aynı nedenle asıl yargıyı o “ilahi üst makam”a bırakarak, sınırlı ve zaaflı zihnimle kendimce bir “muhasebe” yapmaya çalıştım. Kestirme bir fatura mümkün müydü? Sonunda artıları ve eksileriyle bir bütün olarak Demirel’i gene kendi sübjektif penceremden değerlendirmeye çalıştım. Vardığım sonuçlar –kabaca- şunlardır;
Öncelikle belirtmeliyim ki Demirel esas olarak bir “Dönem politikacısı” idi. O dönemin hem bir ürünü hem de yapıcısıydı. Ki, mevcut dönem kısaca “Soğuk Savaş” diye adlandırılan ”İki kutuplu dünya” nın çekişmelerinin bize yansımasıydı. “Anti-komünist histeri ve paranoya” çağının klasik ama sıradan olmayan bir temsilcisiydi. Dolayısıyla Demirel’den “solcu” bir politikacı gibi davranması beklenemezdi.
Demirel sağcı bir politikacıydı. İdeolojisi buydu elbette ama hedefleri ve söylemi yüksek perdeden ideolojik sayılamazdı. (O tam bir “gerçekçi” idi. Bence onun sorunu da buydu. Fazla “gerçekçi” oluşu!) Demirel belki köyündeki “Çoban Sülü” döneminden miras kalan, bu memlekete su getirmeyi, yollar yapmayı, altyapı oluşturmayı, fabrikalar kurmayı en önemli “ideolojisi” kabul etmiş bir politikacıydı. (Politikacılıktan önce aldığı eğitim ve görevler de bunu ispatlıyor zaten) Onu “Barajlar kralı” yapan ve başarılı kılan da buydu herhalde. Bu noktadaki en olumlu yanı ise alınan kredileri şimdikiler gibi çarçur etmeyip, doğrudan “Kalkınma hamlesi” ne harcamasıydı herhalde. Çimento, şeker, demir çelik fabrikaları da cabasıdır. Ondan sonraki sağ tümüyle onun bu mirasını yedi…
Burada Demirel hakkındaki çoğu ajiitatif amaçlı “Morrison Süleyman”lığı, “ABD acentalığı” , “Masonluk”, vb gibi iddiaları geçiyorum. “Demirel’in ayrıntılı günah galerisi” ni de tutacak değilim. Ancak örneğin bir “Denizler’in idam oylaması”nda farklı tavır geliştirebilir miydi acaba? (Zannetmiyorum. Önce dönem müsait değildi, sonra zihniyet olarak çelişmiyordu, iş bir intikama, “Üç’e üç”e binmişti ve “devlet kararı”ydı uymak durumundaydı.) Demirel sonuçta “devletçi” bir politikacıydı ve “devlet tercih ve hassasiyetleri” onun için ön plandaydı. Akılları sıra yeni filizlenen “silahlı sola” gözdağı vereceklerini zannetti belki de. Bu açıdan öngörüsüzdü. 12 Mart’ta hemen çekip gitmesinden sonraki kariyerindeki en önemli falsosuydu.
Kendi payıma benim için Demirel’in en rahatsız edici dönemi “M.C. İktidarları” dönemi olmuştur. Bu hükümetler hem toplumdaki kutuplaşmayı arttırmış, hem terörün tırmanmasına, Gladyo-Kontrgerilla’nın istediği türde bir ortam oluşmasına yol açmış ve ülkeyi “Kan Gölü”ne götüren süreçte önemli rol oynamışlardır. Söz konusu hükümetlerin başbakanı olarak Demirel gelinen noktanın hem siyasi sorumlusu hem de manen vebalini taşımıştır. Bir anlamda darbeye giden yol M.C. hükümetleri tarafından örülmüştür. Tabii tüm toplum olarak o esnalar hepimizin çıldırdığı gerçeği başka!
KİM DEMİŞ “DEMİREL HİÇ DARBE ÖNLEMEMİŞTİR” DİYE?
Bu arada Demirel’e dair yanlış bir kanaati de düzeltelim. Herkes Demirel’i “Darbeler karşısında hiçbir şey yapmayan adam” ya da “şapkasını alıp giden adam” olarak bilir.
Oysa bu doğru değildir. Demirel öyle bir darbeyi önlemiştir ki bence önleyemediği bütün darbelere bedeldir. Toplumun ruhunun bile duymadığı, lakin gerçekleşseydi Şili tipi faşist bir darbeye dönüşecek girişimi engellemiştir.
12 Eylül ile kıyaslanamaz bir şekilde ülkedeki bütün solcu kişilerin statlara doldurulacağı, -muhtemelen aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu- kitleler halinde kurşuna dizileceği, uçaklardan, helikopterlerden denize atılacağı ve gündeminde asla “demokrasiye dönmek” olmayan bir darbe yaşanacaktı. Kontrollü iç savaş bitirilip açık ve koyu faşist bir rejim ikâme edilecekti.
O bakımdan Demirel belki siyasi hayatının en hayırlı işini yapmıştır. Başlı başına bir artıdır. Demirel tabii ki bunu “gene “idealistliği” nden, “demokrasi severliği”nden değil ucu kendisine de dokunacağı için engellemiştir ama olsun. Şayet böyle bir darbe gerçekleşseydi olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum. Hayırlı bir iş yapmıştır.
Bunu anlamak için “77 Süreci” denen süreci anlamak lâzım. 1 Mayıs katliamı, CHP mitinglerine saldırılar, Ecevit’e Çiğli’de suikast girişimi, Sirkeci Garı ve Yeşilköy bombalamaları, birdenbire tırmanan sokak terörü, vb hep bir “darbe planı”na bağlıydı. Kabul etmek gerekir ki Demirel bu konuda “basiretli” davranmıştır. 1977 seçimleri öncesi -belki de kendisine seçimleri kaybettirme pahasına- Ecevit’e “Taksim’de miting esnasında suikast düzenleneceğini” açıklamıştı. Ki, bu hiç kolay bir şey değildi.
Fakat en önemlisi –gerçekte bütün bu olayları tezgâhladığı söylenen- devlet ve ordu içindeki bir “klik”in tasfiyesini sağlamış, 3 Haziran 1977 tarihine endeksli kaos ve darbe planını defederek seçimlerin yapılmasını sağlamıştır. Malum o günlerde -sonradan bir Amerikan gazetesine de haber olacağı üzere- başını eski Özel Harp Dairesi Yöneticisi ve o zamanki Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık Kemal Ersun’un çektiği bir grup subayın yönetime el koymak üzere bir “Cunta” oluşturdukları rivayet edilmişti.
“Ülkenin komünizme gitmesini engellemek” amaçlı yapılacak ve Frankocu bir anlayıştaki bu darbe girişimi son anda durdurulmuştu. 800 kadar subay ve astsubayın “Üçlü kararname” ile ordudan bir gecede ihracı sağlanmıştır.
Bunu sağlayan isebaşta Demirel olmak üzere, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’dı. Yani ki “Demirel’in hiç darbe önlemediği” iddiası doğru değildir. Demirel “merkez”deki darbelere karşı (12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat) olmamış ama “uçtaki” bir darbeyi engellemiştir. Bu onun hanesindeki en önemli artı puandır bana göre. Yoksa toplumun bir kesiminden binlerce insan öldürülecekti. (Bugün yaşıyorsak önce Allah sonra Demirel sayesindedir belki de kim bilir? ) Garip gibi ama esas olarak sola karşı bu darbeyi sağ bir politikacı önlemiştir.
Demirel’in başka bir açıdan -bana göre eksisi- önemli uygulaması ise 24 Ocak Kararları denen Türkiye’nin uluslar arası sisteme tam entegrasyonunu sağlayan kararların uygulayıcısı olmasıdır. (12 Eylül darbesinin gerçek yapılış nedeni de budur. “Demokrasi” koşullarında uygulanmakta zorluk çekilen bu kararları askeri yönetim hayata geçirebilmiştir. Aslında bir Demirel yetiştirmesi olan Turgut Özal’da 12 Eylül rejiminin “sivil uzantısı” olarak bu kararları başarıyla uygulamıştır. Bugün iyice anormal ve dizginsiz bir kapitalizme ulaşmışsak bu sayededir! 12 Eylül aslında Demirel’in ekonomik politikalarını devralmış ve sürdürmüştür.
Neyse; 28 Şubat’a gelirsek; orada belli ki Demirel “kitabına uygun kurnazlıklar” yapmıştır. Ama benim eleştirim buna da değil. Demirel esas olarak bu müdahalenin sonuçlarını öngöremediği (Cumhurbaşkanının asıl görevi budur!) için sorumludur. Bugün karşı çıktığı AKP’nin yolu aslında o müdahale ile açılmıştır. Aynı kafa o esnada bütün “Cihet-i askeriye”ye hakimdir!
DEMİREL’İ DE TUTUKLAYACAKLARDI!
Cumhurbaşkanlığı ayrı bir değerlendirme gerektirmektedir. Son dönemi de öyle. Bu dönemde “Klasik cumhuriyetçi değerler”e geri dönüş çabası belirgindir. Bu yüzden hedef olmuşa benzemektedir. Sadece önemli bir hatırlatma da bulunayım; 2011’de Demirel aleyhine bir kampanya düzenlenmişti. (“Demirel Yeşil’i saklıyor” gibi) Bu süreçte Demirel “Ergenekon’un sivil ayağı” diye içeri alınmak istenmişe benziyor. En azından birileri bunu “aklından geçirmiş” gibi! Sanırım bu devlet içinde ayrıca sorun oldu ve birileri engelledi. (Yaşı ve eski Cumhurbaşkanı oluşu gerekçe gösterilerek) Kim bilir o gün yaşananları doğru okumuşsam belki bir gün birileri yazar. Siz bakmayın şimdi kimilerinin timsah gözyaşı döktüklerine!
Yazı çok uzadı; toparlayamama tehlikesiyle karşı karşıyayım. O yüzden kısa kesmeye çalışayım. (Umarım bir haksızlık etmemişimdir) Demirel hakkında –olumlu olumsuz- daha onlarca şey söylenebilir ve zaten günlerdir söyleniyor da. Benim aklıma gelenler bunlar. Rahmetli Demirel tam anlamıyla “Nevi şahsına münhasır” bir politikacıydı. Türkiye’nin geleneksel devlet geleneklerini temsil ediyordu. Günahıyla, sevabıyla Türkiye’nin 50 yılına damgasını vurdu. Bir dönem onunla birlikte artık tam kapandı denebilir.
Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine, Türk milletine ise başsağlığı diliyorum!...
19.06.2015.
[email protected]
Sonunda duygularımı serbest bırakmaya ve kendi “iç ses”imi dinlemeye karar verdim. Her türlü şartlamaya kendimi kapadığımda aslında üzüldüğümü fark ettim. Ancak bu tabii ki kendinizi “yakın” hissettiğiniz birisinin ölümünden ziyade size olumsuz şeyler çağrıştırsa da hayatınızın bir dönemini hatırlatan bir “simge kişi”nin çekip gitmesine üzülmek gibi bir şeydi. Gene de tam tanımlayamıyorum. Bir esneme payım varmış demek ki. Bunda espritüel kişiliğinin, kendisine yönelik eleştirilere, gazetecilere hoşgörülü tutumunun da rolü vardır belki. Ya da gelen gideni aratıyor mu desem bilmem?
Hiç şüphesiz bizim kanaat ve yargılarımız “Bu dünya”ya aitti ve o şimdi gerçek “Yargı sahibi” nin yanına gitmişti. Aynı nedenle asıl yargıyı o “ilahi üst makam”a bırakarak, sınırlı ve zaaflı zihnimle kendimce bir “muhasebe” yapmaya çalıştım. Kestirme bir fatura mümkün müydü? Sonunda artıları ve eksileriyle bir bütün olarak Demirel’i gene kendi sübjektif penceremden değerlendirmeye çalıştım. Vardığım sonuçlar –kabaca- şunlardır;
Öncelikle belirtmeliyim ki Demirel esas olarak bir “Dönem politikacısı” idi. O dönemin hem bir ürünü hem de yapıcısıydı. Ki, mevcut dönem kısaca “Soğuk Savaş” diye adlandırılan ”İki kutuplu dünya” nın çekişmelerinin bize yansımasıydı. “Anti-komünist histeri ve paranoya” çağının klasik ama sıradan olmayan bir temsilcisiydi. Dolayısıyla Demirel’den “solcu” bir politikacı gibi davranması beklenemezdi.
Demirel sağcı bir politikacıydı. İdeolojisi buydu elbette ama hedefleri ve söylemi yüksek perdeden ideolojik sayılamazdı. (O tam bir “gerçekçi” idi. Bence onun sorunu da buydu. Fazla “gerçekçi” oluşu!) Demirel belki köyündeki “Çoban Sülü” döneminden miras kalan, bu memlekete su getirmeyi, yollar yapmayı, altyapı oluşturmayı, fabrikalar kurmayı en önemli “ideolojisi” kabul etmiş bir politikacıydı. (Politikacılıktan önce aldığı eğitim ve görevler de bunu ispatlıyor zaten) Onu “Barajlar kralı” yapan ve başarılı kılan da buydu herhalde. Bu noktadaki en olumlu yanı ise alınan kredileri şimdikiler gibi çarçur etmeyip, doğrudan “Kalkınma hamlesi” ne harcamasıydı herhalde. Çimento, şeker, demir çelik fabrikaları da cabasıdır. Ondan sonraki sağ tümüyle onun bu mirasını yedi…
Burada Demirel hakkındaki çoğu ajiitatif amaçlı “Morrison Süleyman”lığı, “ABD acentalığı” , “Masonluk”, vb gibi iddiaları geçiyorum. “Demirel’in ayrıntılı günah galerisi” ni de tutacak değilim. Ancak örneğin bir “Denizler’in idam oylaması”nda farklı tavır geliştirebilir miydi acaba? (Zannetmiyorum. Önce dönem müsait değildi, sonra zihniyet olarak çelişmiyordu, iş bir intikama, “Üç’e üç”e binmişti ve “devlet kararı”ydı uymak durumundaydı.) Demirel sonuçta “devletçi” bir politikacıydı ve “devlet tercih ve hassasiyetleri” onun için ön plandaydı. Akılları sıra yeni filizlenen “silahlı sola” gözdağı vereceklerini zannetti belki de. Bu açıdan öngörüsüzdü. 12 Mart’ta hemen çekip gitmesinden sonraki kariyerindeki en önemli falsosuydu.
Kendi payıma benim için Demirel’in en rahatsız edici dönemi “M.C. İktidarları” dönemi olmuştur. Bu hükümetler hem toplumdaki kutuplaşmayı arttırmış, hem terörün tırmanmasına, Gladyo-Kontrgerilla’nın istediği türde bir ortam oluşmasına yol açmış ve ülkeyi “Kan Gölü”ne götüren süreçte önemli rol oynamışlardır. Söz konusu hükümetlerin başbakanı olarak Demirel gelinen noktanın hem siyasi sorumlusu hem de manen vebalini taşımıştır. Bir anlamda darbeye giden yol M.C. hükümetleri tarafından örülmüştür. Tabii tüm toplum olarak o esnalar hepimizin çıldırdığı gerçeği başka!
KİM DEMİŞ “DEMİREL HİÇ DARBE ÖNLEMEMİŞTİR” DİYE?
Bu arada Demirel’e dair yanlış bir kanaati de düzeltelim. Herkes Demirel’i “Darbeler karşısında hiçbir şey yapmayan adam” ya da “şapkasını alıp giden adam” olarak bilir.
Oysa bu doğru değildir. Demirel öyle bir darbeyi önlemiştir ki bence önleyemediği bütün darbelere bedeldir. Toplumun ruhunun bile duymadığı, lakin gerçekleşseydi Şili tipi faşist bir darbeye dönüşecek girişimi engellemiştir.
12 Eylül ile kıyaslanamaz bir şekilde ülkedeki bütün solcu kişilerin statlara doldurulacağı, -muhtemelen aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu- kitleler halinde kurşuna dizileceği, uçaklardan, helikopterlerden denize atılacağı ve gündeminde asla “demokrasiye dönmek” olmayan bir darbe yaşanacaktı. Kontrollü iç savaş bitirilip açık ve koyu faşist bir rejim ikâme edilecekti.
O bakımdan Demirel belki siyasi hayatının en hayırlı işini yapmıştır. Başlı başına bir artıdır. Demirel tabii ki bunu “gene “idealistliği” nden, “demokrasi severliği”nden değil ucu kendisine de dokunacağı için engellemiştir ama olsun. Şayet böyle bir darbe gerçekleşseydi olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum. Hayırlı bir iş yapmıştır.
Bunu anlamak için “77 Süreci” denen süreci anlamak lâzım. 1 Mayıs katliamı, CHP mitinglerine saldırılar, Ecevit’e Çiğli’de suikast girişimi, Sirkeci Garı ve Yeşilköy bombalamaları, birdenbire tırmanan sokak terörü, vb hep bir “darbe planı”na bağlıydı. Kabul etmek gerekir ki Demirel bu konuda “basiretli” davranmıştır. 1977 seçimleri öncesi -belki de kendisine seçimleri kaybettirme pahasına- Ecevit’e “Taksim’de miting esnasında suikast düzenleneceğini” açıklamıştı. Ki, bu hiç kolay bir şey değildi.
Fakat en önemlisi –gerçekte bütün bu olayları tezgâhladığı söylenen- devlet ve ordu içindeki bir “klik”in tasfiyesini sağlamış, 3 Haziran 1977 tarihine endeksli kaos ve darbe planını defederek seçimlerin yapılmasını sağlamıştır. Malum o günlerde -sonradan bir Amerikan gazetesine de haber olacağı üzere- başını eski Özel Harp Dairesi Yöneticisi ve o zamanki Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık Kemal Ersun’un çektiği bir grup subayın yönetime el koymak üzere bir “Cunta” oluşturdukları rivayet edilmişti.
“Ülkenin komünizme gitmesini engellemek” amaçlı yapılacak ve Frankocu bir anlayıştaki bu darbe girişimi son anda durdurulmuştu. 800 kadar subay ve astsubayın “Üçlü kararname” ile ordudan bir gecede ihracı sağlanmıştır.
Bunu sağlayan isebaşta Demirel olmak üzere, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’dı. Yani ki “Demirel’in hiç darbe önlemediği” iddiası doğru değildir. Demirel “merkez”deki darbelere karşı (12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat) olmamış ama “uçtaki” bir darbeyi engellemiştir. Bu onun hanesindeki en önemli artı puandır bana göre. Yoksa toplumun bir kesiminden binlerce insan öldürülecekti. (Bugün yaşıyorsak önce Allah sonra Demirel sayesindedir belki de kim bilir? ) Garip gibi ama esas olarak sola karşı bu darbeyi sağ bir politikacı önlemiştir.
Demirel’in başka bir açıdan -bana göre eksisi- önemli uygulaması ise 24 Ocak Kararları denen Türkiye’nin uluslar arası sisteme tam entegrasyonunu sağlayan kararların uygulayıcısı olmasıdır. (12 Eylül darbesinin gerçek yapılış nedeni de budur. “Demokrasi” koşullarında uygulanmakta zorluk çekilen bu kararları askeri yönetim hayata geçirebilmiştir. Aslında bir Demirel yetiştirmesi olan Turgut Özal’da 12 Eylül rejiminin “sivil uzantısı” olarak bu kararları başarıyla uygulamıştır. Bugün iyice anormal ve dizginsiz bir kapitalizme ulaşmışsak bu sayededir! 12 Eylül aslında Demirel’in ekonomik politikalarını devralmış ve sürdürmüştür.
Neyse; 28 Şubat’a gelirsek; orada belli ki Demirel “kitabına uygun kurnazlıklar” yapmıştır. Ama benim eleştirim buna da değil. Demirel esas olarak bu müdahalenin sonuçlarını öngöremediği (Cumhurbaşkanının asıl görevi budur!) için sorumludur. Bugün karşı çıktığı AKP’nin yolu aslında o müdahale ile açılmıştır. Aynı kafa o esnada bütün “Cihet-i askeriye”ye hakimdir!
DEMİREL’İ DE TUTUKLAYACAKLARDI!
Cumhurbaşkanlığı ayrı bir değerlendirme gerektirmektedir. Son dönemi de öyle. Bu dönemde “Klasik cumhuriyetçi değerler”e geri dönüş çabası belirgindir. Bu yüzden hedef olmuşa benzemektedir. Sadece önemli bir hatırlatma da bulunayım; 2011’de Demirel aleyhine bir kampanya düzenlenmişti. (“Demirel Yeşil’i saklıyor” gibi) Bu süreçte Demirel “Ergenekon’un sivil ayağı” diye içeri alınmak istenmişe benziyor. En azından birileri bunu “aklından geçirmiş” gibi! Sanırım bu devlet içinde ayrıca sorun oldu ve birileri engelledi. (Yaşı ve eski Cumhurbaşkanı oluşu gerekçe gösterilerek) Kim bilir o gün yaşananları doğru okumuşsam belki bir gün birileri yazar. Siz bakmayın şimdi kimilerinin timsah gözyaşı döktüklerine!
Yazı çok uzadı; toparlayamama tehlikesiyle karşı karşıyayım. O yüzden kısa kesmeye çalışayım. (Umarım bir haksızlık etmemişimdir) Demirel hakkında –olumlu olumsuz- daha onlarca şey söylenebilir ve zaten günlerdir söyleniyor da. Benim aklıma gelenler bunlar. Rahmetli Demirel tam anlamıyla “Nevi şahsına münhasır” bir politikacıydı. Türkiye’nin geleneksel devlet geleneklerini temsil ediyordu. Günahıyla, sevabıyla Türkiye’nin 50 yılına damgasını vurdu. Bir dönem onunla birlikte artık tam kapandı denebilir.
Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine, Türk milletine ise başsağlığı diliyorum!...
19.06.2015.
[email protected]