Davutoğlu'nu eleştirince Milliyet'ten kovuldum!
Gazeteci Pelin Batu, medya patronlarına 'kara liste' gönderildiğini savunarak kimlerin işe alınıp, kimlerin çıkartılacağının söylendiğini söyledi...
Gazeteci-yazar Pelin Batu, Milliyet gazetesinden ayrılması
hakkında, "Ben Ahmet Davutoğlu yazılarım yüzünden olduğunu
düşünüyorum. Son birkaç aydır özellikle Ortadoğu’daki
kepazeliklerden dolayı ben Davutoğlu'na takmıştım. Yazılarımda da
kendisini sık sık eleştiriyordum" dedi. Batu, hükümeti eleştirerek
"Sadece etraflarında onları poh pohlayacak ve 'Padişahım çok yaşa!'
diyecek insanlara ihtiyaçları var" diye konuştu.
Pelin Batu, medya patronlarına "kara liste" gönderildiğini iddia
ederek, "Çok sevdiğim bir medya büyüğü bana şöyle dedi: 'Bize bazı
listeler geliyor ve ‘Burada yazılı isimleri işe almayın’ deniyor.'
Kısacası kara listeleri var. Benim işe alınmamam önemli değil ancak
bir süre sonra sistem bu şekilde yürümeyecek zaten" dedi.
İşte Bugün gazetesinden Dilara Tahmaz’a konuşan Pelin Batu
röportajındaki ilgili bölüm:
Türk medyasının son dönemdeki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gezi’den sonra iktidara yakın bilinen yayın organlarının itibar
kaybı yaşadığı, sosyal medyanın daha güvenilir bir hal aldığı
söylendi. Sizce medyadaki son durum nedir?
Türkiye’de bence birçok gazetenin hiçbir güvenilirliği kalmadı.
Medya patronları işadamı oldukları için hükümetle aralarında bir
danışıklı dövüş durumu var. Haliyle korkuyorlar. Otokontrol devreye
giriyor ve yazarlarını işten atıyorlar. Sonuçta beni de attılar bu
sebeplerle.
İHALE KAYBETME KORKUSU VAR
Bu insanlar ne gazetelerden, ne de televizyon kanallarından doğru
dürüst para kazanmıyorlar. Öbür tarafta patronun ihale kaybetme
korkusu iktidarın dediğini yapmalarına neden oluyor. Aslında bu iş
adamlarının çoğu medya sektörüne girmek bile istemiyor. Adeta
kucaklarında buluyorlar gazete ve TV kanallarını.
Ethem Sancak örneğindeki gibi mi?
Evet, kesinlikle. Resmen, "Sen bu medya grubunu satın alacaksın
kardeşim" dayatması var. Medya grubunu alıyorlar, sonra büyükler ne
servis ederse onu basıyorlar. Bunun adı da nasıl oluyorsa
"gazetecilik" oluyor. Gezi’de yerel basının 11 gazetesi aynı
başlıkla çıktı. Türk gazeteciliğinin nereye geldiğine dair bir
milattır bu.
Medyanın itibar kaybını patronların ödediği bir bedel
olarak değerlendirir misiniz?
Bence bu bizim ödediğimiz bir bedel. Onların kâr meselesinden,
arsızlıklarından dolayı ülkede güvenilecek bir medya kalmadı.
Herkes para kaybından dolayı iktidara yanaşıyor ki yukarıdaki
kızmasın. Belki Aydın Doğan çıkıp, "Sizler yüzünden servetimi
kaybettim" açıklaması yapıyor ama insanlar da onlar yüzünden haber
alma özgürlüklerini kaybetti.
DAVUTOĞLU'NU ELEŞTİRDİM DİYE MİLLİYET'TEN KOVULDUM
Milliyet’ten kovulma sürecinize gelelim. Beklediğiniz bir şey
miydi?
Aslına bakarsanız son 1 yıldır her yazım için "Bu son olacak"
diyordum. O yüzden de bana müthiş bir özgürlük duygusu gelmişti.
Hiç otosansür uygulamadan çok rahat bir şekilde yazdım. Kimse de
bir şey demedi. Kısacası ben kovulmayı bekliyordum, ama aslında bir
o kadar da beklemiyordum. Neticede iki yıldır her istediğimi
yazmışım demek ki ya birileri okumuyor ya da bir tane de
göstermelik muhalif kişi orada dursun, diye düşünüyorlardı. "Bakın
biz, ne kadar özgürlükçüyüz, değişik seslere yer veriyoruz"
diyebilmek için benim gibi isimleri çalıştırdıklarını
zannediyordum.
Peki, bu durumu değiştiren neydi sizce? Neden işten
çıkarıldınız?
Ben Ahmet Davutoğlu yazılarım yüzünden olduğunu düşünüyorum. Son
birkaç aydır özellikle Ortadoğu’daki kepazeliklerden dolayı ben
Davutoğlu'na takmıştım. Yazılarımda da kendisini sık sık
eleştiriyordum.
Ama sizin kovulma döneminizde henüz başbakan
olmamıştı…
Evet, hatta ben kovulduktan 2 hafta sonra başbakan oldu.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli oldu
yani…
Öyle görünüyor. Davutoğlu'yla şahsi bir meselem yok. Ama dış
politika dediğiniz, ben doğduğumdan beri bizim evimizde tartışılan
bir durumdur. Rahmetli babam Davutoğlu’nun dış politikasını çok
başarısız buluyordu. Etrafımızda kelleler kesilirken Ortadoğu’yu
bir video oyunu izler gibi izliyoruz. İster istemez nedenlerinden
biri de biziz. Bunu da biliyoruz ama sanki odada dev bir fil var ve
bizler o dev file karşı sessiz, korkak kalıyoruz. Ayrıca
Davutoğlu’nun Pantürkizm üzerine hayalleri ve Enver Paşa’yı andıran
tavırları çok ilginç.
Kendisi bütün Türki cumhuriyetler birleşecek, Osmanlı yeniden
gelecek hayalleri kuruyordu. "Stratejik Derinlik" isimli kitabında
bulabilirsiniz bu hayallere dair söylemlerini. Son aylarda IŞİD’in
de patlak vermesiyle yazılarımda sık sık eleştirdim kendisini,
ancak onların eleştiriye tahammülleri yok. Sadece etraflarında
onları poh pohlayacak ve "Padişahım çok yaşa!" diyecek insanlara
ihtiyaçları var.
DARBE DÖNEMİ GAZETECİLİĞİ BİLE BUNDAN İYİDİR
Bahsettiğiniz havuz medya son dönemde fazlasıyla yıldızlaştırıldı.
Türkiye'de muhalif basının bu kadar susturulduğu dönemler olmuş
muydu sizce?
Bence kesinlikle yoktu. Geçenlerde Oya Baydar’la konuştuk. Şöyle
bir cümle kurdu: "Darbe döneminde bile gazetecilik bundan daha
iyiydi!". Kesinlikle katılıyorum. Darbe dönemi ve askeri dikta
korkunç bir şey elbette ama o dönemin gazeteciliği bile bundan daha
özgür, düşünebiliyor musunuz? Çetin Emeç ve benzer görüşteki
isimler, istedikleri gibi gazete çıkarmışlar. Evet, belli
dönemlerde sansür olmuş, ancak o sansüre rağmen seslerini
çıkarmışlar
Sizce Derya Sazak Milliyet’te devam etseydi, siz de devam
ediyor olur muydunuz?
Derya Sazak gazeteyi bambaşka bir boyuta taşımayı düşünüyordu.
"Medyada gençler ve kadınlar olmalı" diyordu. O kalsaydı, bir süre
daha devam ederdik ama yukarıdan sürekli telefon gelip, "O
gazeteciyi işe al, şu kadar para ver" gibi uyarılar geldiğinde
genel yayın yönetmeni ne yapsın?
PATRON OTOSANSÜR UYGULUYOR
Sizi istemeyen medya patronu muydu, hükümet miydi? Kişisel fikriniz
nedir?
Açıkçası bilmiyorum. Ama kraldan çok kralcıların olduğu bir
dönemdeyiz. Hükümetten siyasi figürlerin benden çok memnun
olmadıklarını zaten biliyordum. Ancak artık onların telefon edip
"Bu kızı işten çıkar" demesine gerek kalmıyor. Medya patronu
otosansürü kendine uygulayıp, "Bu bizim canımızı sıkabilir, kovalım
gitsin" diyor. Zaten başka herhangi bir gazetede olsaydım, mesela
Habertürk'te devam etseydim de pekala bu durum başıma
gelebilirdi.
FATİH SARAÇ'IN ERDOĞAN'LA YAKIN İLİŞKİSİ ÇOK BELLİYDİ
Habertürk'te herhangi bir sansür vakasıyla karşılaştınız
mı?
Habertürk’teki programım, tam Gezi döneminde yaz tatiline girmişti.
Ben eylülde aynı programa devam edecektim. Görüşme için gittiğimde
bana, "Dış politika programı yapar mısınız" diye sordular. Ben de
"Yaparım, ama siz benim yaptığım programı yayınlamak istemezsiniz"
dedim. Çünkü ben dış politika programı yaparsam çok eleştirel bir
program olur. Haliyle onlar da öyle bir program istemezlerdi.
Kiminle yapmıştınız bu konuşmayı?
Fatih Saraç'la.
Dinlemeler ortaya çıktıktan sonra karşılıklı diyaloğunuz
olan Fatih Saraç’a karşı bakış açınız değişti mi?
Benim için yeni bir şey değildi. Odanın ortasındaki o malum fili
ben hep görüyordum. Dinlemeler sadece bunları kanıtladı.
Mesela, Habertürk'te Kemal Kılıçdaroğlu'nun da katıldığı bir
programa çıkmıştık. O sırada Fatih Saraç da oradaydı ve dönemin
başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dan program boyunca sürekli
kendisine telefon geliyordu. Hepimiz de görüyorduk Saraç'ın
Başbakan’la konuşmalarını. Alt yazılara karışan Başbakan her şeyi
yapabilir zaten.
Yani hiç şaşırmadınız?
Hem de hiç! Ben, Saraç'ı hayatımda iki defa gördüm. Ama aldığım
intiba Erdoğan'la çok yakın ilişkileri olduğu yönündeydi. Beni
şaşırtan ülkede bu kadar problem varken, alt yazıya müdahale etmeye
tenezzül etmeleri.
Medyanın içinde bulunduğu baskı ortamı size kendiliğinden
istifa etmeyi hiç düşündürdü mü?
Hayır, çünkü ne olursa olsun en azından orada ya da burada bir
kalem var ve onu bırakmamalıyım. Dinlemelerde Demirören'in
ağlamalarını duyduğumda çok üzülmüştüm. Ama ben korkmuyorum! O
gazete olmaz başkası olur ama bir şekilde düşündüklerimi söyleme
gibi bir hastalığım var. Ve buna devam edeceğim. Benim Arnavut
damarım var. Benim önümü kapamaya çalışır, işten kovar,
sansürleseler ben daha güçlenerek geri dönerim.
RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN
TIKLAYINIZ