DARBELİ KALEMLER: ASKERİ MÜDAHALELERİN İLK HAFTASINDA KİM NE YAZDI?
Yazar Mine Söğüt, Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran üç önemli askeri müdahalenin (27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül) ilk haftasında çeşitli gazetelerde yayımlanan köşe yazılarını derledi.
Uğur Mumcu’dan Çetin Altan’a, Cihad Baban’dan Av. Bekir Berk’e, Bedii Faik’ten Talat Halman’a, İlhan Selçuk’tan Sadık Albayrak’a, Nezihe Araz’dan Nazlı Ilıcak’a, Aziz Nesin’den Necati Zincirkıran’a kadar 65 yazar 125 köşe yazısı…
Hem siyasi tarihimize hem de basın tarihimize bir başka gözle bakmak için ayna işlevi görecek ola “Darbeli Kalemler”, bir dönemin usta gazetecilerinin darbeler sonrası öngörüleri, endişeleri, umutları nelerdi, askeri müdahale, bir kurtuluş mu yoksa baskılarla dolu yeni bir dönemin başlangıcı mıydı, gibi pek çok soruyla okuyucuyu baş başa bırakıyor.
Fırtınalı dönemlerin ilk günlerinde basının reflekslerini açıkça ortaya koyan bu çalışmada farklı ideolojilerdeki gazetecilerin askeri müdahaleleri nasıl değerlendirdiği gözler önüne seriliyor.
Yorumsuz, olduğu gibi aktarılan bu köşe yazıları, ardı ardına okunduklarında Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 tarihinde açılan bir kapıdan geçerek onar yıllık aralarla 1980 yılında nasıl bambaşka bir noktaya geldiğini gösteren belgesel bir değer taşıyor.
Darbelerin ardından sıcağı sıcağına yazılmış bu köşe yazıları okura hem tarihe ideolojik güdümlemelerden bağımsız “kendi gözleriyle” bakma fırsatı veriyor, hem de bugünkü ordu ve rejim tartışmalarını değerlendirebilmesi için geniş bir perspektif sunuyor.
İlk haftanın refleksleriyle yazılan bu yazıların ışığında, geçmişe bugünden değil de o günlere dönerek, olayların içinden bakmayı öneriyor.
Darbeli tarihimizin “Darbeli Kalemleri” bize bizi anlatıyor...
DARBELİ KALEMLER’den alıntılar
1960
…Siz ve ben ve yaşları ne olursa olsun Türkiye deyince akıllarına bizim yetiştiğimiz Türkiye, Atatürk’ün Türkiyesi gelenler son yılda sudan çıkmış balığa dönmüştük. Bir karamsarlık, bir umutsuzluk, daha kötüsü bir nevi utanç çöreklenmişti içimize. Benim elimden ne gelirdi? Yazmak yasaktı, konuşmak, tenkit etmek yasaktı, neredeyse insan gibi yaşamak, bir Atatürk çocuğu gibi düşünmek, davranmak yasaktı.
28 Mayıs 1960 “Ne haber” Tunç Yalman - Vatan Gazetesi
“Kara cüppeli” diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları, bilginleri, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk boşa gitmedi. O ışıklardan, o dertlerden, yiğit Türk ordusu, Türk ulusuna, işte bu nurlu günü yarattı.
(...) Sağ ol generalim, sağ ol albayım, yarbayım, binbaşım, yüzbaşım! Sağ olun yiğit komutanlarım! Varolsun Türk ordusu… 28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz gittik” Aziz Nesin - Akşam
Elbet sizler gidecek değil götürülecek adamlarsınız.
Ve bu gidişte en şanslı merasim bir çöp arabasıyle yapıldı…
Hiçbir zaman insan olmasını bilemediler, bari son dakikada biraz haysiyet sahibi olmasını bilselerdi de lağızımlık dolaplarına saklanmasalardı… 29 Mayıs 1960 “Taş” Çetin Altan - Milliyet
Bir ülkü uğruna bir insanın yapabileceği son fedakârlık ölmektir. Bundan ötesi kimsenin elinden gelmez. Ülkü yolunda ölen, ya da ölümü göze alan Türk gençleri yarın vatanımızda parlıyacağına inandığımız Hürriyet meş’alesini körpe varlıklariyle tutuşturmuş kıvılcımlardır.
29 Mayıs 1960 Başmakale Nadir Nadi - Cumhuriyet
Örfî idare Kumandanlığı’na bir gece yarısı ifade vermek üzere götürüldüğümüz zaman bizi kucaklayıp bağırlarına basan subaylarımız, “On beş gün daha dişinizi sıkın” demişlerdi.
Gazetemiz kapatıldığı gün aynı şeyi tekrarlamışlardı:
“On beş gün daha sabredin.”
Sabrettik, şimdi sevinçten ağlıyoruz. 30 Mayıs 1960 Abdi ipekçi - Milliyet
Suçlulara acımayacağız. Gözyaşlarına acımak zamanı çoktan geçmiştir. Bu halk kan ağlarken gülenlere acınmaz. Zorba çete başının gözü dönmüş polisleri, özgürlük isteyen üniversitelileri kurşunlarken, Mr. Yüzde Yirmibeş neredeydi, ne yapıyordu, biliyor musunuz? Hilton’da viski içiyor, dans ediyor, güzel kadınlarla eğleniyordu. Evet böyle… Böylelerine de acınmaz.
31 Mayıs 1960 “Az gittik uz gittik” Aziz Nesin - Akşam
Vesikaların açıklanacağını öğrenir öğrenmez Namık Gedik’in üçüncü kattan beyin üstü kendini aşağı atmasını şimdi anlıyorsunuz değil mi?
Daha iki hafta önce bir Jupiter edasile dolaşıyor, karakolların bodrum katlarında hürriyet isteyen gençlere gerile gerile tokat şaklatıyordu. Ahlaksızlığın Olemp’inden, önce dip üstü çöp arabasına, sonra da beyin üstü kaldırım taşlarına indi… 31 Mayıs 1960 “Taş” Çetin Altan - Milliyet
Koltukları ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş her siyaset zorbasının sonu mutlaka bir faciayla biter…
Okuyucularımız hatırlarlar, gazetecilerin, her fırsatta parçalanmış, leşi bacağından sürüklenmiş, kendi eliyle beynine kurşun sıkmış despotlardan bahsetmeleri boşuna değildi. Gazete sütunlarından uzanan parmaklar, onlara:
“Dikkat edin, sonunuzu iyi görmüyoruz” diyorlardı.
Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar.
Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat olunması buyrulmuştur. Lâkin adaletten ayrılmamaları şartiyle. Adaletten ayrılırlarsa onlara itaat etmemeyi emreder. Bu sebeple Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’ta zalimlere vurduğu kansız darbe her şeyden evvel Allah’ın buyruğuna uygundur, Allah’ın emriyle olmuştur. 2 Haziran 1960 “Merhaba” Kadircan Kaflı - Tercüman
1971
Neredesiniz tüm ilerici aydınlar! Edipler! Proflar! Sütun sütun yazılar yazıp, koca koca manşetler atarak (Moskova’ya karşı savaşan) Mehmetçiğe kurşun sıkan mel’unları lanetleseniz ya? Niye susuyorsunuz?
13 Mart 1971 “Sohbet” Ahmed Şahin - Yeni Asya
Son komutanlar bildirisi işte bu öfkeli yorgan yakıcılığın en dehşetli örneğidir! Ve hiç fütursuz söyleyelim, binlerce, on binlerce sol azgının, italya’da italyan ordusuna, Hindistan’da Hindistan ordusuna yaptıramadıklarını, bir avuç solcu piç Türkiye’de dört komutana yaptırmağa muvaffak olmuşlardır.
Hazin olan budur. Yirmi beş yıllık demokrasi tecrübesi taşıyan bir millete ağır gelecek olan elbette bu!
13 Mart 1971 Bedii Faik - Dünya
Aklıma Demirel’in daha işe başlarken savurduğu, orduya karşı iki yüz bin kişiyi silahlandırma kuru sıkısı geliyor. O zaman tanıdıklara: “Sonunda asarlar bu komisyoncuyu” demiştim.
Asılmaktan beter şekilde gitti. Bir başbakan gibi değil, bir başbakan gölgesi gibi de değil, ayak sesi duymuş bir kalpazan çırağı gibi gitti. 14 Mart 1971 “Taş” Çetin Altan - Akşam
Politikacılar, yıllardır, kötü niyet ve kavgayla, tembellik ve cafcafla iş takipçiliği ve kapkaççılıkla görevlerine ihanet ettiler… Aydınların kimisi, Türkiye’ye yararlı mı zararlı mı olacağı bilinmeyen bir takım ideolojilerin çığırtkanı… Kimisi keşişler gibi bir köşeye çekilmiş, sus-pus sönük, ödlek… Basında satış ve şöhret uğruna, nice yalanlar, bozgunculuklar, yaygaralar… Yüksek eğitim gençliği, sağ diye, sol diye sokaklarda meydan savaşlarına girişiyor, kıyasıya saldırıyor, bir iç savaşın hazırlıklarını yapıyor… Türkiye barikatların, bombaların, bıçakların, soygunculukların, sabotajların, süngülerin ülkesi artık… Kardeşin kardeşi boğazladığı memleket… 14 Mart 1971 “Doğrusu” Talat Halman - Milliyet
12 Mart bildirisi devrimci çizgide olumlu bir adımdır. Atatürkçülük ve 27 Mayıs doğrultusunda Türk ordusunun devrimci geleneğine ve yapısına uygun bir tarihi belgedir. fiu andan başlıyarak, orduya karşı husumet yaratmak isteyen bütün tutucu ve gerici yuvalarına karşı Atatürkçü öğretmenlerin, gençliğin, aydınların, halkın ilerici güçlerinin, devrimci sendikaların, derneklerin elbirliği etmesi; ordunun devrimci tutumu yanında yerini alması, bir milli görevdir. Cici demokrasinin cılkı çıkmıştır.
14 Mart 1971 “Pencere”İlhan Selçuk - Cumhuriyet
1980
Demokrasi hep birlikte piç edildi. Ve doğrusunu söylemek gerekirse müdahale vaki olduğu anda rejim tıkanmıştı. 11 Eylül gecesi televizyonda konuşurken çoğumuzu öfkeden titreten Süleyman Bey için şimdi çok şeyler söylenebilir. Ama bunun faydası yoktur. Bir politikacı başbakanlıktan ikinci kez müdahale ile devriliyorsa tarih önünde en büyük cezaya uğramış demektir.
13 Eylül 1980 “Ankara’da durum” Teoman Erel - Günaydın
Başka ülkelerde yönetim olağanüstü bir yoldan el değiştirirken genelde kan akar. Bizde ise 12 Eylül 1980 yıllardır kansız geçen ilk gün oldu. Herkes kafasında dilediği yorumu ve soyut değerlendirmeyi yapabilir. Ama bu somut durumun büyük çoğunluğa rahat bir soluk aldıracağı gerçeğini hesaba katmamak yanıltıcı sonuçlara götürür yorumcuyu.
13 Eylül 1980 “Mercek” Refik Erduran - Milliyet
Nasıl ki hem sendikada yönetici olmak, hem özgürlükleri tepe tepe kullanmak, hem de bir ordunun bütün damarlarına nalçalı kunduralarla basmayı marifet saymak bir araya geldi mi, sonu şamardır, silledir ve böyle bir ahmaklığın, o darbeye çağrı çıkarmaktan başka bir anlamı yoktur!
14 Eylül 1980 “Pazar konuşmaları” Bedii Faik - Hürriyet
Bu gerçekleri alt alta koyarsanız, sonuç kendiliğinden belirir: Biz çok partili yaşamı, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi, anayasal düzeni yaşatamadık, hukuk devletini kan gölünde boğduk, demokrasinin ne olduğunu, daha da önemlisi, ne olmadığını bir türlü anlayamadık!
Bu bir iflastır. Bu sonuç otuz yıldır bizleri yöneten, yönettiklerini sanan kadroların ve bunların siyasal düşüncelerinin tam bir iflası demektir…
14 Eylül 1980 “Gözlem” Uğur Mumcu - Cumhuriyet
Son 35 yılda, nice demokrasi çığırtkanı tanıdık… Hepsinin de marifeti Türkiye’ye getire getire kokorasi’yi getirmek oldu…
Oysa demokrasiyi hasta yatağından kaldırıp ayağa dikmek görevi, şimdi ordunun omuzlarında…
Demokratik çerçeve içinde ordusuna bir türlü yer bulamayan o çığırtkan takımı artık bir kez olsun kızarmayı öğrenirse, ne mutlu 12 Eylül’e…
Bu kadarcığı bile, Türkiye hesabına ölçüler üstü bir hizmettir bence…
15 Eylül 1980 “Pazartesi” Çetin Emeç - Hürriyet
12 Eylül operasyonuna üç günlük bir ara ile şöyle bir geri bakılınca Türk kamuoyunda huzur ve memnuniyet yarattığı ve milleti kendi etrafında topladığı görülür. Bu sessiz ve güler yüzlü plebisit Milli Güvenlik Konseyi’nin memlekete rahat hizmet edebilmesi için kendisine verilen hudutsuz bir kredidir.
15 Eylül 1980 Cihad Baban - Son Havadis
Birkaç gündür 12 Eylül Harekâtı ile 27 Mayıs’ın mukayesesi yapılıyor ve hemen herkes birincisinin üstünlüğünü ortaya koyuyor. Biz bu konuda tarafsız olamayız. Çünkü 27 Mayıs mensup bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Hâlbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle, yıllardır bizim yazdıklarımız arasında geniş bir mutabakat mevcuttur. Anayasa ve Seçim Kanunu’nun değiştirilerek Türkiye’nin istikrarlı bir yönetime kavuşturulması; yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki çatışmanın son bulup, kuvvetler arasında dengenin teessüs etmesi, devletin bütün müesseselerinin ahenk içinde çalışması… Terörün kökünün kurutulması, hürriyetlerin istismarından, can kaygısından arınmış, gerçek bir demokrasinin kurulması.
16 Eylül 1980 Nazlı Ilıcak - Tercüman
Kenan Evren’in söyledikleri, her hukukçunun ve her profesörün başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir…
Öpüp öpüp başlarına koysunlar. 17 Eylül 1980 “Sözün kısası” Rauf Tamer - Tercüman
Evet, Orgeneral Sayın Evren Türkiye ve dünya kamuoyuna elini dün kadife eldiven içinde uzattı. Dünya ve Türkiye kamuoyu kadife ile temas etti. Ama o eldivenin içinde demir bir yumruk var.
17 Eylül 1980 “Ankara notları” Güneri Civaoğlu - Tercüman
Evet, 1980 yazılarımı okurken üzüntü duydum. Boşa mı idi bütün bu çabalar diye. Tam yirmi beş yıldır hemen her gün yazarım bir gazete köşesinde… Bakıyorum sürekli bir yineleme, “al baştan” “sil baştan” döngüsü içinde çırpınıp duruyoruz. 1960 öncesinde böyleydi, 12 Mart 1971 öncesinde böyle, 12 Eylül 1980 öncesinde böyle… Dön dolaş, aynı noktaya gel! Zaman akıp gitsin boşuna… Acı veren bu…
17 Eylül 1980 “Evet hayır” Oktay Akbal - Cumhuriyet
27 Mayıs 1960’da tek taraflı bir tatbikat vardı. Ağlayanlarla gülenler karşı karşıya getirilmişti. Şimdi ise gene tek taraflı bir tatbikat vardır. Taraf ise milletin bir bölümü değil, Atatürk Cumhuriyeti ve devletin düşmanlarıdır. En kısa zamanda bunların başları ezilecek, hak ettikleri cezayı görecekler ve demokrasinin yolu engellerden temizlenecek, aydınlığa çıkarılacaktır. Bu aşama milletin ordusuyla bir bütün olarak el ele geçiştirilecektir.
18 Eylül 1980 “Burası Ankara” Zekai Komşuoğlu - Akşam
Atatürk’ten sonra hiç kimse onun kadar laiklik bayrağını ayakta tutamamıştır. Laiklik ekonomik sorunların çözümü kadar ve belki de ondan daha zor bir yaşama bakış biçimidir. Laikliği özüne sindirebilmiş az insan vardır dünyada.
Bizim içinse laiklik ekonomik özgürlüklerle eşdeğerde, üstünde tartışma kabul edilemez en temel özgürlüklerin başında gelir.
Laik olmasını becerememiş bir toplum, hiçbir şey olmayı beceremez. Bu sonuca ekonomiden gidilir görüşü doğrudur. Ama Atatürk daha kestirmeden gitmesini de pekâlâ başarmıştır. Başaramamış olsaydı, biz bu satırları bugün yazamazdık.
18 Eylül 1980 “Şeytanın gör dediği” Çetin Altan - Milliyet
Otuz yıldır içindeyim bu demokrasi çalkantısının. Uyarı görevini de yaşanmış görevlere dayanarak yapıyorum burada. Sayın komutanlara insan belliğinin unutkanlığını gözden uzak tutmamalarını hatırlatmak istiyorum. Bugünkü ortam da çok geçmeden unutulabilir ve toplum her şeyi beklentileri içinde değerlendirmeye başlar. Yapılanları değil, yapılmayanları düşünmeye, konuşmağa başlar bir gün. Toplumun beklentilerine yanıt verilemezse sevinç duygusu kırıklığa, umutlar umutsuzluğa dönüşebilir çok geçmeden.
19 Eylül 1980 “Ankara…Anka…” Müşerref Hekimoğlu - Cumhuriyet