29 Nis 2011 11:29 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:17

CUNTA EMRİYLE MANŞET ATANLAR YARGILANACAK! HÜSEYİN ÇELİK ERTUĞRUL ÖZKÖK'Ü MÜ KASTETTİ?

Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ile yaptığı söyleşiyi köşesine taşıdı.

İki gün önce 27 nisandı... Bir darbe girişiminin yıldönümüydü. Dört yıl evvelki bu alçak girişim demokrasi güçleri tarafından geri püskürtülmüştü. 27 Nisan darbe girişimine doğru giderken ve ardından gelen süreçte birçok medya mensubu darbeyi teşvik ve tahrik etti, ya da var olan bu alçak girişimi destekledi. Bugün herkes bu başarısız girişime ve Yaşar Büyükanıt’a sallamayı iyi biliyor ama o dönem yazdıkları yazılar, attıkları manşetler ortadaydı... 27 Nisan dışındaki “başarılı” olmuş darbe operasyonlarında durum çok daha fenaydı. Tam da bu cunta&medya ilişkilerine dair zehir zemberek bir açıklamaya şahit olduk geçen hafta...

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, partisi adına kurumsal bir açıklamayla Ertuğrul Özkök örneğinden yola çıkarak bu konuda çok ağır bir açıklama yaptı. Özkök de Çelik’e “Artık haddimi bileceğim, sizden korkuyorum, aileme zarar verebilirsiniz” mealinde bir cevap verdi... Aslında burada mesele Özkök değil. Salih Tuna’nın doğru tesbitiyle Özkök “eski rejim”in, “eski Türkiye”nin numune teşkil eden örneği aslında. Özkök’ü ele aldığınızda sembolik olarak tüm o askerî vesayet rejimini ele alıyorsunuz aslında... Özkök’le bağlantılı herkes de aslında Özkök demek, tıpkı derin devletle bir şekilde bağlantılı olan herkesin aslında derin devleti ifade ettiği gibi...

İşte AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’le bu “eski Türkiye”yi, illegal yapıların emriyle hareket edenlere hukukun dokunup dokunamayacağını ve daha birçok şeyi konuştuk...


» Hüseyin Bey, Ertuğrul Özkök’ün “Ara rejim çuvallıyor” yazısından hareketle zehir zemberek açıklamalar yaptınız... Mesela diyorsunuz ki ”Yıllarca derin devletin payandası ve ara rejimlerin şakşakçılığını yapan, Türkiye’de ne yazık ki, bir merkez medyası vardı. Kendisine merkez medya diyen bazı medya kuruluşları, hükümetleri deviriyorlardı, bakan tayin ediyorlardı, cumhurbaşkanının kim olması gerektiğine karar veriyorlardı, ne olması gerektiğine ve ne olmaması gerektiğine bu insanlar karar veriyorlardı. Ve kendilerini bu konumda görüyorlardı.’... Şimdi bu konumda değiller mi? Bu medya gruplarının “derin devletin payandalığı”nı yaptığını söylüyorsunuz, bu evrensel hukuka göre suçtur. Bu konuda adalet mekanizması devreye girmeyecek mi?

Valla önce genel fotoğrafa bir bakmak lazım, bugüne kadarki Türkiye ne yazık ki demokratik bir cumhuriyetten çok bürokratik bir cumhuriyet görünümü arz ediyordu. Bu konudaki eksiklik ve arızalar hâlâ tam anlamıyla giderilebilmiş değil. Bürokratik cumhuriyetlerde halkın iradesi varmış gibi görünür. Tek partili dönemde de seçimler, TBMM yine vardı. Ne var ki esas irade sivil ve askerî bürokrasiye ait idi. Sivil bürokrasi ayağında yargı da var. Bu ülkenin geleneksel yargısını şekillendiren ruh Mahmut Esat Bozkurt’un jakoben ruhudur.

Hukukun üstünlüğü kavramını esas olarak yargılama yapan gerçek hukukçularımızı, hâkim ve savcılarımızı elbette tenzih ederim. Ben özellikle yüksek yargıdaki hâkim bir zihniyetten söz ediyorum.

Güç paylaşımında sivil ve askerî bürokrasi, her zaman yargıyı da ve medyayı da yanında bulmuştur. Statükonun korunmasında güçbirliği yapan unsurlar, nimet paylaşımında ve birbirlerini kollamada da hep müttefik olmuşlardır. Karşılarındaki kitle ise hep ”aklı ermez” kabul ettikleri geniş halk kitleleri ve onların temsilcisi olan siyasi irade olmuştur.

Yargı demokratikleştikçe ve gerçekten ”Türk milleti adına” karar verir hale geldikçe birilerinin militan yargı üzerinden yaptıklarını meşrulaştırması mümkün olmayacaktır. İşte o zaman Türkiye, ”bürokratik cumhuriyetten”, “demokratik cumhuriyete” terfi edecektir. Bugün bu geçişin sancısı yaşanıyor. Elbette gerçek demokratik bir cumhuriyette yasadışı cunta güçlerince yönetilen, yönlendirilen ve yasadışı güçlerin emriyle manşet atan, yazı yazan ve yazdıranlar da yargılanacaktır. Bunlar er geç olacaktır, bu evrensel hukukun da bir gereğidir...


» Yine bir başka önemli sözünüz şöyle; ”28 Şubat post-modern darbesinden önce adeta ara rejim tahrikçiliği yapan, derin devlet ile işbirliği yaparak halkı, milleti, milletin iradesini yönlendirmeye, yönetmeye kalkışan bazı medya kuruluşlarının hangileri olduğunu kamuoyu ve sizler çok iyi biliyorsunuz”... “Derin devlet ile işbirliği yapmak” çok ağır ifadeler hocam, yani bir illegal yapının emir, telkin ve talimatlarıyla hareket eden, manşet atan, haber yaptıran ve yazı yazan/yazdıran bir medya yapısı mı vardı ortada?

Böyle bir yapının yok olduğunu kim söyleyebilir? Bu medyadaki herkesin de malumu bir olay. 1960 darbesi ve sonrasında, 12 Eylül darbesi sonrasında ve 28 Şubat post-modern darbesi öncesi ve sonrasında medya organlarının tavrı aslında ciddi bir doktora tez konusu olur.


Bu derin işbirliği içinde ne yazık ki o zaman “mahşerin beş atlısı” olarak nitelendirilen bazı sendikalar ve STK’lar da vardı.

Hiç bir darbe medya desteği olmadan hedefe varamaz. Eğer 1960’dan bu yana geçen süre içinde bir düzine darbe veya darbe teşebbüsü varsa buna teşne olan bir medya gücünün var olması, teşvik edici bir unsur olmuştur.

Burada tek sıkıntı esasen medya da değildir. CHP’nin geleneksel duruşu da ve bazı sağ iktidarların medeni cesaretten yoksun tavrı, cuntacıların iştahını arttırıcı unsurlar olmuştur. Ama dediğim gibi derin suç çeteleriyle ile işbirliği içine giren, bu yasadışı yapıdan aldığı talimatla iş yapanların yargılanması evrensel hukuk kurallarının da bir gereğidir...


”Söylediklerim ispatlı. Zaten ne yaptıklarını biliyorlar”


» Gelelim Özkök’e... Özkök konusunda da lafınızı hiç sakınmadınız. Üstelik bu açıklamayı kişisel olarak değil Türkiye’yi yönetmekte olan AK Parti kurumsal kimliği adına yaptığınızı biliyoruz. Diyorsunuz ki ”28 Şubat’tan önce cuntacıların verdiği talimatlarla manşet atan, gazetecilerin andıçlarla fişlendiği, gazetecilerin andıçlarla baskı altına alındığı, gazetecilerin andıçlarla işlerine son verildiği bir dönemde Ertuğrul Özkök ve benzeri bazı gazeteciler, bu cuntacıların gözdesi olan insanlar konumundaydı”... Böyle miydi gerçekten?

Valla, ben dediklerimi o günlerde atılan manşetlerle ispatlıyorum. Nitekim bununla ilgili karşı taraftan ciddi bir itiraz gelmemesi de haklılığımın ispatıdır. Kendilerinin neler neler yaptığını bu arkadaşlar çok çok iyi biliyorlar...


» Özkök size şöyle cevap verdi; “Sayın Çelik, attığımız manşetler ve yazdığım yazılardan dolayı hakkımızda dava açılacağını ima etti. Merak ediyorum bu sözler ne anlama geliyor?”... Ne diyorsunuz bu cevaba?


Ben savcı değilim ve kendimi bu ülkenin hukuk adamlarının yerine koymam. Ama demokrasimizin standartları yükseldikçe bu ülkedeki her türlü antidemokratik yapılanma ve eylem elbette sorgulanacaktır. Yasadışı cunta yapılanmalarının emriyle, talimatıyla ya da yönlendirmesiyle hareket edenler de elbette yargılanacaktır... 12 Eylül 2010’daki referandum, 12 Eylülcülerin yargılanmasını engelleyen zırhı ortadan kaldırmıştır. Kimse günün birinde 12 Eylülcülerin yargılanacağını belki aklından bile geçirmiyordu. Ama hak er veya geç tecelli ediyor.

28 Şubatçılar ve onlara payandalık yapanların da yargılanmasını arzulamak elbette bir temennidir. Bağımsız yargıya talimat vermek bir parti yetkilisi olarak benim hakkım da, haddim de değildir. Esasen icra organı üyelerinin de böyle bir yetkisi yoktur.

Kaldı ki bu temennide bulunan ilk ve son kişi de ben değilim. Ma’şeri vicdan bunu istiyor. Ama siz sabretseniz de zaman sabretmez ve hükmünü icra eder.

Devamı yarına....