Cüneyt Özdemir’den bir Hollywood filmi: İmamoğlu firarda

Francis Ford Coppola halt etmiş…
Steven Spielberg nal toplamış…
James Cameron, ‘bunu ben niye düşünemedim’ diye hayıflanmış…
Anlayacağınız Hollywood’un ağır top yönetmenleri kafalarını duvarlara vurmuş.
Youtube fenomeni Cüneyt Özdemir’den yedikleri gole üzülmüş.

Sevgili Keskin Kalem sırdaşları.
Şu sosyal medya illeti var ya, her gün medyamızın bir rezilliğini ortaya döküyor.
Ben görmekten, yazmaktan yıldım.
Kendine gazeteci diyenler yapmaktan yılmadı.

Dün Twitter’da takılırken, karşıma ülkenin PR düzenine esir olmuş gazeteciliğinin kanlı canlı halini gördüm.
Youtuber Cüneyt Özdemir (Keskin Not: Bakın artık gazeteci demiyorum), güüüüyaaaaaaaa İstiklal Caddesi’ne gitmiş, aman bir de kimi görsün?
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu…
Özdemir’in deyimiyle olay şuymuş, ‘Mephisto kitabevine gidiyordu. Normal şartlarda konvoyunu caddeye sokup, kitabevinin önünde inmek yerine yürüyordu.’
Böyle aynı ofisine bisikletiyle giden Hollanda başbakanları gibi.
O kadar Avrupai, o kadar güzel bir görüntü ki…
Maşallah!
Bir de not düşmüş sayın Özdemir: Esnafla şakalaşıp isteyenlerle fotoğraf çektirmesini (rahatsız etmemek için) uzaktan izledim...
Hani olur ya böyle, sevdiceğinizi, uyurken, uzaktan izlersiniz…
Bakmalara doyamazsınız.
Öyle bir romantizm işte.

Bilmeyenler, özellikle de yeni nesil emekçi kardeşlerim için açıklayayım:
Türkiye basınında bu tür derinden sevdalar, genelde çıkar ekseninde gelişir. Bu güzellemenin sebebi duygusaldır yani...
Parayı veren düdüğü çalar.

Şimdi hakkını verelim, Özdemir gene biraz kafa patlatmış, bir senaryo yazmış.
Öyle çiğ PR işine girmemiş.

Bir de hemen hemen her gün kah hükümet cenahına, kah muhalefete sinyaller veriyor.
Göz kırpıyor.
‘Gelin beni kullanın’ diyor…
Sık sık İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a yalvarıyor.
Sonra dönüyor İmamoğlu PR ekibiyle çalışıyor.
Sıfır ideoloji.
Sıfır duruş.
Çokça çıkar, para…

Gamestop meselesinde olduğu gibi bence küçük gazeteciler birleşsin, aralarında para toplasın, Cüneyt Özdemir’e bir video çektirsin.
Ama bu sefer mümkünse, senaryo şu olsun:
Yıllarca Doğan medyada kaymak yiyen, PR parasıyla zengin olan, ekranları köşeleri işgal edenlerin altında ezilen emekçi gazetecinin bir günü!

Haber kanalları kan kaybediyor, yok mu pansuman?

Yoldaşlarım, dostlarım.
Geçen hafta RTÜK’e şu tartışma programlarıyla ilgili bir çağrıda bulundum.
Bunun üzerine eski televizyoncu bir dostum aradı.
Keskin dedi, ‘millet hep aynı konukları izlemekten sıkılmadı mı diyorsun ya, bayağı bir sıkılmış!’

Hadi ya, anlat bakalım nerden çıkardın bunları dedim.
‘Reytinglerden’ demez mi…

Gönderdiği verilere baktım.
Haber kanalları sık sık yok işte ben birinciyim, yok PT de ben ipi göğüsledim diye reklam yapıyor ammaaa…
Durum aslında hiç de iç açıcı değilmiş meğerse.

En çok izleneni mesela günde yüzde 2 share bile alamıyor.
Yani yüz kişiden ikisi bile izlemiyor.

Evet haber kanallarının siyasi tartışmalar üzerinde etkisi var ama sokaktaki vatandaşın öncelikli tercihi değil.
Arkadaşım aslında reytinglerin eskiden bu kadar kötü olmadığını da söyledi.
Onun yalancısıyım, son zamanlarda iyice düşmüş.

E temcit pilavı gibi aynı yüzleri sürekli ekrana sürerseniz olacağı budur.
Neyse ben üzerime düşeni yapayım, kalemimi oynatarak bir kez daha çağrıda bulunayım:
Bu tartışma programları haber kanallarını bitirmeden bir müdahale şart!

Olay TV olayında son durum: Ekran yüzleri batan gemiden kaçıyor

Bir süre önce, henüz Olay TV’nin kapatılması olayının dumanı tüterken bir yazı yazmıştım.
‘Maaşlar ödenecek, yeni frekans bulunacak denildi ama çalışanlar iş aramaya başladı bile’ demiştim.
Orada çalışan ve mağdur olanlardan bir emekçi, bana ulaştı ve sitem etti.
Herkes büyük bir mağduriyet yaşarken, iş arayanları yazımamı etik bulmamış.
Emekçi her zaman haklıdır.
Diyecek bir şeyim yok ama maalesef aradan geçen zaman Keskin’inizi haklı çıkardı.

Önce kanalın amiral ekran yüzü Nevşin Mengü eski yuvasına yani Deutsche Welle’ye döndü.
Son olarak da bir diğer ekran yüzü Buket Güler Haber Global’le anlaştı.
Yani gemiyi ilk terk eden ekran yüzleri oldu.

Malum emekçiye hep çile, hep dert düşüyor.
Türkiye’deki ekran yüzlüğü müessesini en çok eleştiren kişilerden biri benim herhalde.
İsmini verdiğim arkadaşları tenzih ederek söylüyorum, genel bir düzenden bahsediyorum:
Az çalışıp, ekran şöhretinin tadına varıp, daha iyi maaşlar alıp, en kolay da işi onlar buluyorlar.

Neyse…
Umarım kalan arkadaşların maaşları hala ödeniyordur.

Aşı kampanyasına destek ayağına erkenden aşı olma uyanıklığı

Can yoldaşlarım, gözlerimizin tam da önünde, Sağlık Bakanlığı’nın iyi niyetini resmen suistimal eden bir kitle kendi çaldı, kendi oynadı.
Ben de oynanan bu oyundan en başından beri bir işkillenmiştim.
Yakın çevreme de söylemiştim ama…
Maalesef son yaşananlar, beynimin komplocu tarafını haklı çıkardı.

Çoğunluğu Habertürk’te üslenmiş bu gazeteci kitlesi, ‘bakanlığın aşı kampanyasına destek için gönüllü olduk’ ayağına gidip aşı gönüllü listesine kendini yazdırdı.

Sonrasında aşılama merkezinde boy boy pozlar verildi.
Yazılar yazıldı.
Fakat bir de ne görelim?

Önce Kemal Öztürk, ‘vay ben aşı oldum ama koronaya yakalandım’ diye ortalığı velveleye verdi.
Belli ki kontrol grubunda olabileceğini, yani gerçek aşıya denk gelmemiş olma ihtimalini…
Bağışıklığın ikinci dozdan sonra kazanılabileceğini…
Bilmiyordu.
Ya da bilmek istemiyordu.

Sonrasında Sevilay Yılman ve Didem Arslan Yılmaz ortalığı ayağa kaldırdı.
‘Neden bizim gerçek aşıyı olup olmadığımız açıklanmıyor, kafayı yiyeceğiz’ dediler.
Neyse ki Yılman tam da canlı yayındayken ‘size gerçek aşı denk gelmiş’ mesajı telefonuna düştü de milyonların önünde sevindirik oldu.
Havalara uçtu.
Ne de olsa milyonları atlatmış, bir şekilde aşı oluvermişti.

Kısa süre sonra koroya Nagehan Alçı katıldı.
Ama o Yılman kadar şanslı değildi.
Eşi Rasim Ozan Kütahyalı ve kendisi maalesef kontrol grubundaydı.
Köşesinden duyurdu Alçı talihsizliğini.

Bense başka bir talihsizliğe odaklandım.
Bir grup gazeteci elindeki köşeleri, ülkenin iyiliği kisvesi altında, nasıl da kendisi için oyuncak eder onu gördüm.
Bir de koca ülkede başka dert yokmuş gibi, ortalığı velveleye vermelerini resmen gözü yaşlı izledim.
Bir kez daha ülkenin basınının ruhuna El-Fatiha okudum.

KESKİN KALEM

[email protected]