CÜNEYT ÖZDEMİR LONDRA'YA TAŞINDI! 5N1K NE OLACAK?
Radikal gazetesi yazarı Cüneyt Özdemir, Londra'ya taşındı. Özdemir, CNNTURK'te yayınlanan 5N 1K programının akıbetini de açıkladı.
Önceki yıl yapımcı Türker İnanoğlu ve Gülşen Bubikoğlu'nun kızı Zeynep İnanoğlu ile evlenen Cüneyt Özdemir'in bu yıl Nisan ayında Mavi adını verdikleri bir çocukları dünyaya geldi.
Özdemir çifti, Google Türkiye Ürün Pazarlama Müdürü olan eşi Zeynep'in görevi dolayısıyla yeni yaşama merkezi olarak Londra'yı seçti.
Cüneyt Özdemir, Radikal Gazetesindeki bugünkü yazısını Londra'ya taşınmasına ayırdı
Bir şehri tam kalbinden vurup gitmek
Henüz güneş doğmadı ama alacakaranlık da gitmeye hazırlanıyor.
Uzaklardan birkaç arabanın mahmur telaşının sesi gelmeye başladı.
Büyükşehirler bu araba seslerinin çoğaldığı bir uğultuyla uyanırlar
ya, İstanbul da öyle, yavaş yavaş yükselen bu uğultuyla uyanıyor.
Ben bir Ankaralıyım. 21 yaşıma kadar İstanbul’a sadece bir kez
gelmiştim. Kuleli sınavlarına girip çuvalladığımda henüz hayatta
kaybedip çok üzüldüğümüz şeylere günün birinde tam tersi
kaybettiğimiz için çok sevinebileceğimizi bilmediğim bir yaştaydım.
Derken üniversite yıllarında 32. Gün programında çalışmaya
başladım. Yaptığım işlerden biri Ankara’dan uçağa binip 32. Gün
bandını İstanbul’a getirmek, iç hatlardan dış hatlara geçip
Fransa’ya (O zamanlar Show TV’nin merkezi oradaydı) giden uçağın
kontuarı önünde gözüme kestirdiğim bir yolcuyu ikna edip eline
kaseti tutuşturabilmekti. Sonra ilk uçakla hayatın bize bir koza
gibi sunduğu Ankaramıza, yani mahalle, okul, iş arkadaşlarımın,
sevgilimin olduğu şehre hevesle geri dönüyordum. Gel zaman git
zaman bir süre sonra neredeyse her hafta birkaç kez haber veya
yayın vesilesi ile İstanbul’a gidip gelmeye başladım. Günün birinde
32. Gün ekibi olarak İstanbul’a taşınmaya karar verdik. İstanbul’da
ilk bulduğum evin Yeşilyurt’ta olmasının tek sebebi Ankara’ya
benziyor olmasıydı.
İki bavulla İstanbul’a
Doğup büyüdüğüm çocukluğunu bildiğim mahalle arkadaşlarımla okulda
her türlü fırlamalığı yaptığım, beraber büyüdüğümüz okul
arkadaşlarıyla ve sokaklarını kafamın içindeki bir navigasyon
cihazı gibi adım adım arşınlayarak ezber tuttuğum şehirle ipleri
attım. Yalnızlık gemisinin hem kaptanı hem miçosu olarak 1994
yılının tam da bu aylarında dımdızlak İstanbul’daydım.
Yeni bir şehrin insana en çok koyan tarafı yalnızlığı oluyor
sanırım. İstanbul 90’ların ortasında genç bir televizyoncu için
fırsatların ve tuzakların olduğu bir şehirdi. Ankara bozkırının
kurak hayal coğrafyasında ancak rüyalarımızda görebileceğimiz büyük
bir karmaşanın, şaşaanın ve rezaletin ortasına düştüm. Sanki önümde
şöhret, para ve içinde daha akla hayale sığmayacak ‘şey’leri
kaplayan bir nehir akıyordu ve ben durup o nehre girsem mi girmesem
mi diye tereddüt, korku ve biraz da bilinmezliğin heyecanıyla
bakıyordum.
O nehre hiç girmedim.
Sabırla ben İstanbul’a, İstanbul bana sarılıp sarmalamaya başladı.
Müthiş keyifli bir 18 yıl kol kola böyle geçti. Kanlıca’da şehrin
ortasında izole bir taşra hayatını da yaşadım, Cihangir’de bohem
dünyaların içinde ayın şavkının Boğaz’ın siluetine paldır küldür
düşmesini de şaşkınlıkla seyrettim. Emek ve zaman harcayıp yeni
dostlar, arkadaşlar edindim. Geride bıraktıklarımın yerine daha
güçlü, daha sağlam, daha vefakâr dostlar koymayı başardım.
Aşkı da gördüm ihaneti de...
An geldi “İstanbul, beni yenemeyeceksin” diye hınzırca naralandım,
an geldi gözyaşlarımı olmayan kaldırım taşlarına akıttım.
Bir şehri sevmek zor.
Daha zor olanı ise sevdiğiniz bir şehirden ayrılmak.
Tanıdığınız sokakların konforunu, bildiğiniz insanların yanındaki
güveni, hele konu İstanbul olunca Sarayburnu’nun o mis gibi
kokusunu, Boğaz’ın herhangi bir noktasında durup “Ne kadar büyülü
bir şehir” diye içinizden geçirdiğiniz o anları geride bırakmak
inanın kolay değil.
Siz bu satırları okurken ben yine elimde iki bavul ve cebime
sıkıştırdığım yalnızlıklarla yeni bir şehre doğru yola çıkmış
olacağım. Ama bu sefer bir farkla: Yanımda elinden tutup omzuna
güvenle yaslanabileceğim bir kadın ve kucağımda her ‘bip bip’
dediğimizde şen kahkahalar patlatan 5 aylık bir erkek çocuğu
ile.
Biliyorum ki yeni şehirler insanı tazeliyor. Yeni insanlarla
tanışmak, gidilen şehrin bilinmedik kokularını yakalamak ama en
önemlisi geride bıraktığınız şehre biraz da uzaktan bakmak -bir
süreliğine de- olsa insanın ruhuna iyi geliyor. Hele bunu bizim
gibi iletişim kanalları açık gazeteciler yapıyorsa aslında
gittiğimiz her yere sizleri de beraberinde götürüyor.
Anlayacağınız, ‘Atlayın Lodra’ya gidiyoruz.’
Bu yıl 5n1k programını CNNTürk’ün Londra stüdyolarından sunacağım,
Radikal’deki yazılarımı -eğer bir terslik olmazsa- Londra merkezli
bu yeni hayatımdan yazmaya çalışacağım. Teknoloji artık sadece
ulaşımdaki mesafeleri değil, farklı hayatlar arasındaki zaman,
mekân ve bilgi akışını da oldukça kısalttı. İnanın siz neredeyseniz
dünyanın merkezi de orası. Hay Bin Nasrettin Hoca! Yeni hikâyelerin
peşine aynı heyecanla düşmek için bazen tıpkı Teoman’ın yıllardır
mırıldanmaktan yorulmadığım şarkısında olduğu gibi, ‘Bir şehri tam
kalbinden, beyninden vurup gitmek’ gerekiyor.
Tanıdık bir şehir çok uzaklardan çağırıyor, “Gelirsen severim”
diyor...
Bakalım.
Dipnot: 1) Yolculuk telaşı nedeniyle senelik
iznimin bir haftasını kullanmak için yazılarıma bir hafta ara
veriyorum.
Dipnot: 2) Dün Taraf gazetesinde benimle yapılan
uzun bir röportaj kısaltılarak yayımlandı. Bu röportajda Taha
Akyol’a atfettiğim sözler üzerine Sayın Akyol aradı ve “Ben öyle
bir şey söylemedim” dedi. Sanırım telefondaki bir sohbeti benim
algılamamda ve aktarmamda hata oluştu. Düzeltirim.
Cüneyt Özdemir/Radikal