Cumhuriyet'ten Barkın Şık'a veda yazısı: Barkın'ı korkutamazsınız...
Cumhuriyet'in Ankara Temsilcisi, önceki gün vefat eden muhabirleri hakkında yazdı.
Cumhuriyet gazetesinde savunma muhabiri olarak çalışan Barkın Şık,
önceki gün hayatını kaybetmişti.
37 yaşındaki Barkın Şık, dün ailesi ve mesai arkadaşlarının
katıldığı bir cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlandı.
Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Şık hakkında
bir yazı kaleme aldı.
Erdem Gül'ün, Barkın Şık'ın kişiliğinden ve meslek yaşantısından
söz ettiği yazısı şu şekilde:
“Korkutmaz bizleri musalla taşı...” Barkın deyince aklıma Çarşı
Grubu’nun bu ünlü marşındaki o
“Gerçekçi ol imkânsızı iste” ruh halini yansıtan dizesi geliyor.
Barkın Beşiktaşlı mıydı? Yo, hayır. Hatta takım da tutmaz ve futbol
diyebileceğimiz kadar uzaktır bu mevzudan. O futbol deyince 4
senede bir Dünya ve Avrupa kupalarını izler o kadar. Ama Barkın,
musalla taşına meydan okuyan Beşiktaş’la yollarını bir şekilde
kesiştirecek bir adamdır. Adam filan değil aslında çocuk. Daha 37
yaşında. Ama ona sorsanız antik çağlardan bu yana dünyanın bütün
dertlerini yüklenmiş bir çilekeş sanırsınız. Kuşak ve yaş olarak
örgütlü Türkiye’nin bir çocuğu olmadığı için de bütün yükleri tek
başına üstlenir. Paylaştığında anlarsınız yükünün ne kadar ağır
olduğunu. Normalde bu yüklerin altında olmaktan şikâyetçi değildir.
Ama bu yüklerin nedenleri konusunda kafasını yorar. Nedenlere
itirazı vardır. Ama dedim ya, daha çok küçük, o üç yaşındayken 12
Eylül darbesi olmuştu ve o büyürken örgütlülüklerin köküne kibrit
suyu dökülmüştü.
Bu kadar yüklü oluşunun bir nedeni de mesleği. Muazzam netlikte bir
gazetecilik görüşü vardır
Barkın’ın. Bilenler bilir. Başka gazetecilik bakışlarını
küçümseyecek kadar nettir bu konuda. Bu ülkede bir zamanlar
yapıldığını düşündüğü ama artık yapılamadığını itiraf etmeden
kabullenmekten yorulan bir gazetecilik bakışı vardır. Ona göre
mümkündür hâlâ. Ama burada da bu imkânı paylaşacak çok insan yoktur
çevresinde. Haber kaynaklarıyla ilişkisi de öyle başka
imkânsızlıklara benzer. Mesela, haber kaynaklarıyla haber dışında
farklı ilişkiler kurmak ona göre ayıptır, kınanacak bir durumdur.
Elbette “yazılmamak kaydıyla” konusunda sadıktır ama gazeteci ile
haber kaynağı arasında sırların artması onu işkillendirir. Sırlar
arttıkça gazeteciliğin ve gazetecinin öldüğünü düşünür. Tabii ki
son eylemi bu yüzden değildir ama “kendiliğinden ölüm” yerine, “ben
kendimi öldürürüm” düşüncesi Barkın’ın ta kendisidir. Coşkuludur,
bunalımlıdır, üzgündür, ağlar, güler, sevinir, eğlenir, mutlu olur,
çok sinirlenir... Herkes gibi. Herkes gibi değil. Zihnini o kadar
çok açmadığı için az da olsa Ankara’da bilenler bilir ki “Barkın
gibi” diye bir şey vardır. Şimdi gitti. Bizi çok hastalanmış bir
halde koydu gitti. İyileşir miyiz? Mecburen. İyileşmezsek de
dünyanın sonu (değil). Ama şunun için de iyileşmeliyiz, bize
arkasında YAMAN bir hikâye bıraktı.
Barkın’ı Tanıl Bora’nın Ulus Baker’i uğurlarken yazdığı
cümlelerle
anlatabilirim:
“Gittiği yer her neresiyse, hangi dinin cenneti, hangi hiçlik,
hangi ebediyetse, orada kendine mahsus bir statüsü olacağı kesin.
Anlayamadıklarımız, yapamadıklarımız, beceremediklerimiz için
hakkımızı helal etsin. Ama asıl, her neresi ise orası, ne olur
artık kendine iyi baksın.”
Yeni statünde dinlen kardeşim, geleceğiz merak etme...