CUMHURİYET'İN ADANA TEMSİLCİLİĞİ'NDE NELER OLUYOR?
Cumhuriyet Gazetesi Adana Temsilciliği ve Güneydoğu eki ekonomik nedenler gerekçe gösterilerek kapatıldı.
Cumhuriyet Gazetesi Adana Temsilcisi Çetin Yiğenoğlu bu ekin son sayısında yayınlanmak üzere kapatmayla ilgili “Son” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yiğenoğlu yazısında, “Çok hain, çok dönek, çok topuksuz tanıdık bu sürede... Brütüsler gördük, bilmeden yetiştirdiğimiz... böğrümüze yediğimiz hançerle yürümesini, dik durmasını öğrendik... Kin gütmedik yine de, yaşadıklarımızdan dersler çıkartarak bilgelik yolunda yürümenin şifresini çözmeye çalıştık... bunu kazanç bildik, acıyı damıtırken... Söz konusu yolda yürümenin, yüreğinde sevgi yeşertenler için soluk almak denli kolay olduğunu öğrendik böylece... Ama hiçbir zaman Brütüs'ü gözünden tanımayı öğrenemedik...” cümlelerine yer verdi.
Fakat iddialara göre bu yazı yönetimin pek hoşuna gitmedi ve bu yazının yayınlanmasını engellemek için yine iddiaya göre çareyi ekin son sayısının basımını iptal etmekte buldular.
Odatv olarak iddiaları Cumhuriyet gazetesine sorduk fakat ısrarlı aramalarımıza rağmen hiçbir yetkiliye ulaşamadık. Konu ile ilgili Cumhuriyet gazetesi yönetimi tarafından bir açıklama gelirse sayfalarımızda o açıklamaya da tereddütsüz yer veririz.
İşte Odatv’ye gönderilen ve Cumhuriyet'te yayınlanmadığı iddia edilen o yazı:
'Son' Yazı
4. ÖLÜM
Hoşçakalın derken...
Her şeyin bir sonu var... her şey; canlı cansız, yaşam, dünya, evren... son; ölüm, değişim-dönüşüm... Cumhuriyet'teki yolculuğumuzun da bir sonu vardı; bunun bilincindeydik; ne ki, yolumuzun, yolculuğumuzun sonunu kestiremedik... Bu gemide kalacak üç-beş kişiden biri olduğumuzu sanıyorduk; yanılmışız...demek ki buraya kadarmış... Oysa hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarkenkine benzer duygulanımlarla içselleştirerek kimliğimizin bir parçası saymıştık Cumhuriyet Gazetesi çalışanı olmayı... Doğrusu, tabutla ayrılmayı da düşünmemiştik... Aklımıza her gelende, onurlu ayrılmalarla onursuz kalmaların metronomunda sızladı yüreğimiz... Ne de olsa nasıl yaşadığımızın önemli olduğunun bilincindeydik; Solon'un dediği gibi nasıl öldüğümüzün, nasıl yaşadığımızdan daha önemli olduğunun da...
Bir bakıma bu da bir ölüm... Bir ölüm demek yanlış olur, üç ölüm bu... bir arada yaşanan üç ölüm... Bu bir gazete bürosunun, bir haftalık yayının, çalışanların (Adana Büro'daki varlıkları açısından) eşzamanlı ölümü... Dolayısıyla bu da bir son yazı... Eğer, yönetim son anda bir karar değişikliğine gitmezse bir daha “Cumhuriyet Adana Büro” olmayacak çünkü... Daha sonra Adana'da yeni bir örgütlenmeye gidilmesi bile bu gerçeği değiştirmeyecek, bu Adana Büro'nun sonu olacak... Adana Büro, Cumhuriyet çınarının bir uzvu... Eli, kolu, ayağı olmasa da bir uzvu; atrofiye uğramış sayılsa da, sorumluluk üstlendiği bölgenin Türkiye haritasında bir körbağırsak konumunda görünse de bir uzvu; 46 yaşında... Bu biraz da onun ölümü anlamına gelir; bu travmadaki 4. ölüm.
Son 26 yılı Cumhuriyet'le geçen, Aydınlanma Devrimi'nin ışığında biçimlenmiş bir yaşam; 44 yılı bu meslekle içli dışlı geçirilmiş...
Yaşadıklarımızı, tanıklıklarımızı bir yazıda bütün ayrıntılarıyla anlatmak öyle zor ki... Hangi birini anlatmaya kalksak, kitap, kitaplar çıkar ortaya...
Tanığı olduğumuz çoğu şey tam anlamıyla bir travma... Türkiye Cumhuriyeti'nin çeyrek yüzyıllık tarihi, neredeyse bu bölge ekseninde yazıldı; biz de tanığı olduk... Tam 26 yıl önce bölgeye Cumhuriyet penceresinden baktığımızda ilkin acıyı, ihaneti, kanı gördük... Güneydoğu pazılındaki (puzzle/yap-boz) “kanlı bilmece”nin şifrelerini ilk biz çözdük, doğallıkla... Yayın sorumluluğunu üstlendiğimiz bölgenin Türkiye'nin en sancılı bölgesi olacağını/olduğunu, senaryonun bölgeyi aşan boyutunu görebilmeyi ıskalamadık... Keşkelerimiz boğazımızda düğümlendi birçok kez.
Yıllarca izin yapmadan çalıştık; çoğu gün az uyuyarak bazen hiç uyumadan... Her gün kendimizi göreve hazır tuttuk... Bölgemizle ilgili sayısız haber yazdık, röportajlar yaptık... Ortadoğu ülkelerinden dizi yazılar, röportajlar yayımladık. Zor koşullarda, teknolojik olanakların bu denli gelişmediği dönemlerde Erbil'e dek bölgenin nabzını tuttuk... Ama bunların hiçbirini kendi elmamızı parlatmak için malzeme yapmadık.
Depresyon yıllarını yaşadık, sarsıldık, ama yıkılmadık... Yazarlarımızın bombalı saldırılarda ölümüne tanık olduk, kahrolduk... Nadir Nadi'nin ölümü sonrasında yaşanan savaşımda tavrımızı net koyduk...
Sivas yangınına tanıklık ettik; Salman Rüşdi ilan edildik bu nedenle; evimize, işyerimize “Selomünaleykümlü” telefonlar açıldı... Tehditler aldık; Adana Büro karakol oldu, 24 saat polisler bekledi... Başkanı olduğumuz Cemiyet'e (Çukurova Gazeteciler Cemiyeti) kimliği belirsiz kişiler geldi; görevliler fenalık geçirip düştü, bayıldı, sonrasında işten ayrıldı... Cemiyet de polis korumasına alındı, karakol haline getirildi.
Çok felaket yaşadık bu gazetede; kör kuyuların, karanlık tünellerin içinde kaldık... İki yıl ücret almadan, özlük haklarımızdan fedakarlık yaparak çalıştık... Üç kez mi, dört kez mi karıştırdım, kıdem tazminatımızı yitirdik... Ancak, her felaketi Cumhuriyet'in tüm kadrosuyla el ele vererek, omuz omuza atlatıp çıktık aydınlığa...
Mayınlı yollarda yürüdük, ardımızdan gelen kamyonların havaya uçtuğunu gördük... Buna karşın, ne kalemimizi sattık ne de kiraladık... Hep arsızın, hırsızın yakasına yapıştık... Asla Aydınlanma Devrimi çizgisinden sapmadık, halkımıza sırtımızı dönmedik, yurdumuzun çıkarları söz konusu olduğunda sessiz kalmadık...
Çok hain, çok dönek, çok topuksuz tanıdık bu sürede... Brütüsler gördük, bilmeden yetiştirdiğimiz... böğrümüze yediğimiz hançerle yürümesini, dik durmasını öğrendik... Kin gütmedik yine de, yaşadıklarımızdan dersler çıkartarak bilgelik yolunda yürümenin şifresini çözmeye çalıştık... bunu kazanç bildik, acıyı damıtırken... Söz konusu yolda yürümenin, yüreğinde sevgi yeşertenler için soluk almak denli kolay olduğunu öğrendik böylece... Ama hiçbir zaman Brütüs'ü gözünden tanımayı öğrenemedik...
Elinizde 86. sayısını tuttuğunuz gazetenin 20 ay önceki ilk sayısı için kaleme aldığımız “manifesto”ya (Yan sütunlarda) uygun davrandık her zaman...
Ne yazık ki bu üç ölümü aynı anda yaşama kaderinden kurtulamadık... Tam da Adana'nın, Doğu Akdeniz'in Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun, Akdeniz'in en büyük metropolü olmaya hazırlandığı, Güneydoğu'da “Demokratik Özerklik” çığlıklarının atıldığı, Suriye'nin altüst olmaya ramak kaldığı günlere denk geldi bu travma...
Kuşkusuz, gazetemiz yönetiminin bu operasyon kararı temel altyapıyla, ekonomiyle ilgili... Ama sakın bunun yaşadığımız faşist sürecin bir operasyonu olduğunu unutmayın! Bu karar Cumhuriyet yönetiminin faşist baskılar karşısında bunalması sonucunda alınmıştır. Evet, dolaylı da olsa Feto tipi bir saldırıdır bu... Gazetecilerin zindanlarda çürütüldüğü, insanların sindirildiği, her kurumun kendisini tehdit altında gördüğü bir döneme özgü saldırıdır... Bu bir FESTAPO (Feto tipi Gestapo) saldırısıdır! Din arsızlarının, din azgınlarının saldırısı!
Adana Büro'yu kapatma kararı ise bir “Sarı Öküzü Verme” öyküsüdür...
Dileriz, Cumhuriyet bu sarı öküzü vermekle kurtulur, 4. ölümü öteler... Tersi durumda okuru da okumazı da, faturayı herkes öder.
Bize gelince... Bizi merak etmesin dostlar; biz uygun vahalarda yeniden dirilmeyi biliriz...
Cumhuriyet Gazetesi Adana Temsilcisi
Çetin Yiğenoğlu