11 Eki 2016 16:18 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:35

Cumhuriyet'in 31 yıllık eski çalışanı gazeteyi topa tuttu: Ayıptır, utanç vericidir...

Cumhuriyet gazetesi eski İzmir Temsilcisi Serdar Kızık, sosyal medyadan eski gazetesine ateş püskürdü.

Cumhuriyet gazetesi eski İzmir Temsilcisi ve köşe yazarı Serdar Kızık, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün gazetenin mahkemelik olan yönetim kurulu toplantısının yeniden yapılması kararını değerlendirdi.

Kızık, Cumhuriyet'ten ayrılma nedenini de açıkladığı mesajında şu ifadeleri kullandı:

"CUMHURİYET'TE NELER OLDU ?

Gelelim asıl soruya, Cumhuriyette ne oldu, neler oluyor ?

Gazetenin tarihinin yaklaşık üçte birine tanıklık edip, 31 yıl emek vererek, yönetim kurullarında görev almadan, 23 yıl İzmir temsilcisi olarak çalıştığım ve 2016 yıl başında bir kumpasla atıldığım ya da ayrılıldığım gazetemle ilgili söyleyeceklerim hep oldu, bundan sonra da olacaktır kuşkusuz.

Asıl konu, gazetenin varlığı ve kurucu ilkeleri doğrultusunda işlevinin sürdürmesidir...
Atatürk'ün ismini verdiği, cumhuriyet devrimi ve ilkelerini korumakla yükümlü gazete, acaba bugün hangi çizgide?

Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün ardından başlayan, yıllarca sağcı ve gerici iktidarlarla süren ve AKP'yle doruğa tırmanan karşı devrim sürecinde, Türkiye cumhuriyetinin bütün kurum ve kuruluşları erozyona uğratıldı, dönüştürüldü, genleriyle oynandı.

Cumhuriyet gazetesinde de benzer süreçler yaşandı.

Geçmişte karşı devrimin gazeteye ele geçirmeye yönelik 2 operasyonu, Cumhuriyetin gerçek sahipleri okurlar tarafından engellendi...

Lafı uzatmadan gediğine koyayım. Bugünkü cumhuriyet, kuruluş çizgisinden uzağa düşmüştür. Yeni bir bunalımla daha yüz yüzedir.

Yönetim buna “değişim” diyor ama dönüşümdür, mutasyona uğratılmaktır.

Cumhuriyetin bütün kurumlarında yaşanan bu dönüşümün mimarları, “siyasal İslamcılar, ayrılıkçı etnikçiler ve neoliberal 2. cumhuriyetçi, yetmez ama evetçilerdir.”

Hepsinin ortak paydası, cumhuriyet ve Mustafa Kemal karşıtlığı, emperyalizme bağımlı olmalarıdır. Küresel güçlerin Türkiye'deki plan ve projelerini yürütme konusunda söz ve eylem birliği içindedir.

Siyasal İslam’dan demokrasi bekleyen, cemaat ve tarikatları sivil toplum örgütü sayan neoliberal tayfa, bugünkü baskıcı, otoriter düzenin kurucusu ve mimarıdır.

Hala cemaatin darbe girişiminin dinci bir kalkışma olduğunu, siyasal İslam boyutunu, ardındaki ABD ve küresel güçlerin varlığını söyleyemiyorlar.

KUŞATMA...

Gazete yönetimi, içinde bulunduğumuz karanlık günlerin sorumlusu olan cumhuriyet karşıtlarını, 2. cumhuriyetçileri, yetmez ama evet tayfasını gazeteye getirmiş, köşe yazarı olarak okura sunmuştur.

Bu, açılım ve traj gerekçeleriyle gazeteye ve okura kurulan kumpastır. Küreselleşme özentisi sağ bir darbedir.

Bu her devrin, her düzenin adamları, omurgasız neoliberal ekip, demokrasi ayağına yıllarca AKP ve FETÖ cemaatini desteklemiştir.

AB'ci ve Amerikancı bu takım “ülkenin bağırsakları temizleniyor” diye, “ askeri vesayet çöküyor” diye kumpas davalarını desteklemiş, masumları ve yakınlarını acılara boğmuş, yıllarca televizyon ve gazete köşelerinde, hukuksuzluğa karşı çıkan solcuları bile “ faşist” diye nitelendirecek kadar büyük bir aymazlık sergilemiştir. Özellikle 12 Eylül referandumuyla cemaatin yargı, askeriye, emniyet , bakanlıklar ve benzeri kurumlarda örgütlenmesinin zeminini yaratmış, AKP iktidarının kolaylaştırıcısı olmuşlardır.

Gazete yönetimi cumhuriyet düşmanlarını cumhuriyete taşırken, son aşamada HDP güzellemeleri yapanları, da yazı işlerine monte etmiştir.

Yönetim bu operasyonları yaparken gazete içine ve kamuoyuna sürdüğü gerekçe, “tiraj düşüklüğü ve buna bağlı olarak ekonomik durumdur.”

Her ikisi de yalandır...

Başka bir gerekçe ise kamuoyuna yapılan bir açıklamada görüldüğü gibi “bir kurum ve yapı değişimden kaçamaz, kaçmamalıdır. Her siyasi ve sosyal organizma gibi gazeteler de değişmek, yenilenmek zorunda" yalanıdır.

Evet, değişim esastır ama dönüşüm ve başkalaşma, mutantlaşmanın anlamı nedir ?

MAYMUNCUKLAR DEVREDE ...

Bugün Cumhuriyet yönetimi, imzasız baş yazıyla, Balbay'ı kumpas kurmakla, AKP ortaklığıyla suçluyor.

Ayıptır, utanç vericidir...

Yaşamının 5 yılını AKP ve FETÖ ortaklığında, yetmez ama evetçilerin olağanüstü desteğiyle Silivri zindanlarında, hücrede geçiren bir yazarı böyle suçlamak nereye sığar?
Siz nihayetinde böyle suçlamalarda bulunacaksınız, yıllardır AKP ve cemaate destek verenleri, sol düşmanlarını değişim adına, aslında “dönüşüm” için maymuncuk gibi kullanarak gazetenin kapısından buyur edeceksiniz.

Bu ne yaman çelişkidir !

İlhan Selçuk, Ergenekon çuvalına sokulurken, o yaşta sabaha karşı yatağından alınıp, sorguya götürülerken “ darbeciler hesap veriyor” diye yazanları destekleyenlerin ne işi vardı Cumhuriyette ?

Bu açmazı, hiçbir şekilde açıklayamazsınız.

Bu tayfanın yüzsüzlüğü öyle uzadı ki, cumhuriyetteki köşelerinde 15 Temmuz FETÖ darbe girişimini tıpkı, ABD gibi, tıpkı Avrupa'nın küresel güçleri gibi, “kem küm” ederek karşıladılar.

Karın ağrıları, satır aralarına vurdu. ABD derin güçlerinin desteklediği darbe girişimini, “ senaryo” diye nitelendirdiler.

Hani darbe karşıtıydınız, hani her türlü darbeye direnecektiniz ?

Kumpas davalarında “ darbecilerrrr” diye haykıranları , Silivri'deki masumlar için uzun tutukluluk sürelerinde “ durun bakalım, hukuk var, yargılamanın sonunu bekleyelim” diye kalem oynatan zihniyeti görmeyecek miyiz, unutacak mıyız?

Bu ekip ve onların gazete dışındaki ortakları, üst akıl tartışmalarında, darbeye destek veren ABD unsurlarını inceden inceye aklamakla tutumlarını sürdürüyor hala.

Hatta aralarında, utanmadan 15 Temmuz girişimini FETÖ'cülerin yanında ordudaki Kemalist subaylara yamamaya çalışan gergedan derililer de var.
Soros zihniyetidir nihayetinde, küresel sistemin çarkındadırlar.

“Özgürlükçü” söylemlerinden ötürü bazıları bu tayfayı solcu diye algılasa da “sol ve sosyalizm” düşmanıdırlar.

Neoliberal tayfa tarihsel olarak sağcıdır, gericidir. “Liberal sol” kavramı da uyduruktur.Bu kesimden bazıları şimdi pişmandır, bazıları “aldatıldık ” demekle operasyon sonrası narkoz etkisinde kandırıldıklarını itiraf etmektedir. Ancak yemezler....

MESELE EKONOMİK DEĞİL...

Gazete yönetimi , bütün operasyonları, çalışanların kovulmasını, yeni ekibin ve yazarların gelmesini , tiraj düşüklüğüne ve kurumun içinde bulunduğu ekonomik açmaza bağladı hep.

Her ikisi de yalan...

Buradan soruyorum ; tiraj sorunu diye gönderdiğiniz, aslında İlhan Selçuk dönemindeki yayın politikasını iyi kötü izlemeye çalışan genel yayın yönetmeni İbrahim Yıldız sürecinde gazete satışı kaçtı, şimdi kaç ?

Geçiş dönemi için görevlendirdiğiniz, Charlie Hebdo meselesinden değil, içerdeki etnikçi destekçilerin itirazları ve çabalarıyla genel yayın yönetmenliğine son verdiğiniz, kendi yazı işleri takımını kurmasını engellediğiniz Utku Çakırözen zamanında tiraj ne kadardı, şimdi kaç ?

“Üç ayda gazetenin satışını 65 binle ulaşacak “ diye göreve getirdiğiniz Can Dündar dönemindeki tiraj ne oldu, bugün kaça düştü.

Soruları sürdürelim...

1500-2000 bin liralık ücretlerle on yıllık çalışanları gönderip, yeni gelenlere kat kat maaş vermenin anlamı hangi ekonomik gerekçeye sığıyor?

“Küçülmek zorundayız” derken çalışanlara ödediğiniz ücret neydi, yeni cumhuriyete getirdiklerinize verdikleriniz ne kadardı ?

Gazeteye gelir getiren, beğeniyle, övgüyle okunan Ege ekini de sözüm ona ekonomik gerekçelerle kapatmıştınız.

Ege ekinin hesap kitabını, gelir gider durumunu ortaya koyduğumda bir laf edememiş, farklı bir bilanço ortaya koyamamış, “ ama Ankara eki zararda, onu kapatıp Ege'yi tutarsak olmaz “ diye saçma bir gerekçeyle geveleyip, susmuştunuz.

Ekonomik gidişattan birinci derecede gazeteyi yönetenler sorumlu olması ve hesabını vermesi gerekirken, okunan ekleri kapatmanın, faturayı çalışanlara kesmenin, onları işten atmanın neresi adil ?

Gazete sizin babanızın malı mı, mirasyedi misiniz?

Gazetedeki her türlü yıkımın sorumlusu olanlar hesabını vermelidir.

FETÖCÜ SUÇLAMASI...

Cumhuriyete geçmişte haksız suçlamalar yöneltilmişti. Kimileri “komünist, kimileri faşist” demişti.

Şimdi salt iktidar yandaşı medya değil, onların dışında kimileri, gazeteye “FETÖ'cü” suçlaması yöneltiyor. Kamuoyunda bu yönde sorgulama ve tartışmalar sürüyor.

Gazetenin dışında kalmış eski bir çalışan olarak bu değerlendirmelerden üzüntü duyuyorum, içim acıyor.

Peki, bu “yersiz suçlamalara” muhatap olan gazete yönetimi, acaba ne düşünüyor, ne hissediyor?

Bu algının yaratılmasındaki payları nedir?

Berbat bir durum !

Bu tür değerlendirmelerle karşılaşmak bile gazete yönetimi için utanç verici olmalı.

Cumhuriyetin kurumsal olarak cemaatçi, FETÖ'cü olmaz, olamaz ancak bu tür suçlamalara neden muhatap oluyor, bakmak lazım.
Cumhuriyet gibi bir gazeteye devşirdiğiniz köşe yazarlarının, FETÖ'nün Gazeteciler Vakfı toplantılarına katılması, Abant'ta görüntü vermesi acaba bu tüür suçlamalara bir zemin yaratıyor mu?

Bırakın katılmayı, bu köşeler nasıl cemaat toplantılarının düzenleyicileri, çağrıcıları olabiliyor?
Bu durum “ Canım ne var, MHP kongrelerine gittiğimizde MHP'li mi oluyoruz” açıklamasıyla geçiştirilebilir mi?

ASIL KUMPAS...

Şimdi, yönetimin itiraz bile edemeyeceği, çarpıtamayacağı önceden de değindiğim kumpasının bir iki ayrıntısını vereceğim.

Kumpas nasıl olurmuş, anlaşılsın...

23 yılını İzmir temsilcisi olarak geçirdiğim, 31 yıl boyunca çalıştığım gazetemden “ kovulmama ve kendi irademle gitmeme” yol açan kumpası anlatayım.

2016 yılbaşında gazeteden koparılmam ve kopmamla ( her iki durum çelişki değildir, anlatacağım) ilgili gelişmelerin çerçevesini önceden sosyal medyada yazmıştım.

Bazı internet siteleri bu değerlendirmelerimi alıp, yayınladı.
Gelelim ayrıntılara...

Gazetedeki yeni yapılanmaya, 2. cumhuriyetçilere köşe verilmesine, Can Dündar'ın görevlendirilmesine açıkça karşı çıktım. Yeni Cumhuriyet yapılanmasına gereke olmadığını yüksek sesle yönetime belirttim, elimden geldiğince mücadele ettim.

AKP, FETÖ, etnik ayrılıkçılar ve neoliberalleri eleştiren yazılarım da hala arşivde duruyor...
2015 Aralık ayının son haftasında İstanbul'a çağrıldım. Gerekçesini önceden öğrenmiştim; gazete yönetimi, faşizm dönemlerinde bile kapatılmayan 50 yıllık İzmir bürosunun ömrüne son verecekti.

Gittim...İlhan Selçuk'un odasında gazetenin İcra kurulu başkanı Akın Atalay, İzmir bürosunun ekonomik gerekçelerle kapatılacağını söyledi.
Duruşu, bir yıl önce “Ege ekini ekonomik gerekçelerle kapatıyoruz” dediği an gibi sıkıntılıydı.

Bu kez önceki gibi tartışmadım, gereksizdi. Ekonomik gerekçe bahaneydi, sorun , itirazlarımdı.
Nihayetinde karşımda oturan, 1 Kasım seçimlerinden sonra yazdığım “ Bu sonuçlardan, ülkenin bu hale gelmesinden yetmez ama evetcilerler de sorumludur “ köşe yazıma yanıt olarak “ gazetedeki bazı yazarlara sataşma, uğraşma. Köşende daha özgür yazmak istiyorsan temsilcilikten affını iste” diye mesaj atan ve karşılığında ağzının payını verdiğim bir çaresiz vardı.

Basın özgürlüğü konusunda “her daim ahkam kesen”Atalay, benim Mavi Sürgün köşemde özgür yazmam için temsilcilikten ayrılmamı öneriyordu, mesajını hala saklıyorum...

Küçülte küçülte 9 kişi bıraktıkları İzmir büronun ölüm fermanı verirken ( Büro, zarar değil, kar ediyordu) güya bana bir seçenek sunuyordu. “istersen maaşını al, haftada bir evden yazmaya devam et. Durumu değerlendir “ dedi.

Yani, bir çoğunu yetiştirdiğim çalışma arkadaşlarım işsiz kalacak, “ ekonomik sıkıntı” gerekçesiyle kapatılan İzmir büronun yerine ben evde oturup, haftada bir köşe yazısıyla maaşımı almayı sürdürecektim.

Sözüm ona bana “ayar” veriyordu.

O anda onurumu, geçmişimi ve nasıl bir veda yazısı yazacağımı düşündüm sadece...

Alt kata , Hikmet Çetinkaya'nın odasına gittim. Akın'la aramızda geçen diyaloğu anlattım.
Yazılarıma devam etmemi istedi.

On dakika sonra personel servisinden bir genç sarı zarfla geldi, “ Akın Bey gönderdi” dedi.

Zarfı açtım, içinde 9 arkadaşımla ilgili işten çıkış kağıtları vardı, en üste de benim adım yazılıydı, altında Akın Atalay'ın imzası.

SALLA BAŞINI AL MAAŞINI...

On dakika önce “ istersen köşe yazılarına devam et, maaşını al “diyen Atalay, çıkış kağıdımı imzalamıştı.

Madara edecektim. Bu sahtekarlık ve kumpas üzerine hemen üst kata, yeniden Akın Atalay'ın yanına çıktım. “ Bu ne iş, hem bana yaz diyorsun, hem de işten çıkış kağıdımda imzan var “ dedim.

Altında ıslak imzası olan yazı için ne dedi, beğenir misiniz ?

“ Kalacaksan ciddiye alma, işten çıkış kağıdını yırt at, yazmaya devam et...”
İmzasına bile sahip çıkamamıştı!

Bu onursuzluğu, itibarsızlaştırmayı, boyun eğmeyi kabul edemezdim.

Kararımı verdim.... Yeniden alt kata indiğimde, Cetinkaya'nın ısrarlarına karşın çıkış kağıdını yırtmadım ve sonradan telefonda Güray Öz'ün kalmam yönünde ısrarlarına rağmen, düşüncemi değiştirmedim.

Şimdi değerlendirmesini size bırakıyorum, kovuldum mu, gazeteden ayrıldım mı?

İzmir'e dönüp arkadaşlarıma yönetimin hazırladığı işten çıkış kağıtlarını verdiğim an , yaşamımın en sıkıntılı süreçlerinden biriydi.

“Yaşasın Cumhuriyet “ başlıklı son yazımı yazdım ve çıkış belgesini imzaladım.

50 yıllık İzmir bürosunu kapatan gazete yönetimi, bu konuda kamuoyuna herhangi bir açıklama yapamadı.

İş başa düştü. Ben de “ Yönetim ekonomik gerekçelerle İzmir büroyu kapatmış !” dedim.
Çevremdeki herkes, İzmir'in siyasal parti ve kurumlarının temsilcileri, yerel yönetimleri bu saçmalığa tepki gösterdi, kimileri de acı acı gülümsedi...

Ardından iki gün içinde işlerine son verdikleri 9 kişilik bürodan 3 çalışanı, yeniden işe aldılar.
Hani sorun ekonomikti ?
Nasıl kumpas ama !

Bu vesileyle gazeteyi çökerten, cumhuriyetin asli okurlarını kaçırtan yönetime, bir selam çakayım.

“ Unutulmamalıdır ki bu gazete hancı, her bir çalışanı, yazarı ve yöneticisi yolcudur”
İnanıyorum ki gazete bir gün, gerçek cumhuriyetçi kimliğine yeniden kavuşacaktır..."