18 Ağu 2017 10:50
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 23:03
Cumhuriyet yazarından Kütahyalı'ya tavsiye: Rasim kardeşim, 'neskafe' olma, 'filtre kahve' ol!
Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, "Kutuplaşma değil kültürel melezleşme yaşanıyor" başlıklı yazısından dolayı Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'ya tepki gösterdi.
"Rasim, benim Türkiye toplumuna dair ha bire altını çizdiğim bir başka olguya (kültürel melezleşme) dayanarak beni yanlışlama yoluna nasıl gider" ifadesinin kullanan Atay, "Rasim, hâlâ çok geç değil, 'neskafe' olma kardeşim. Filtre kahve ol" diye yazdı.
Rasim Ozan Kütahyalı, 15 Ağustos 2017'de yayımlanan yazısında şunları kaydetmişti:
"Atay'ın Şerif Mardin'e referansla kullandığı tabirle 'İslami ulus' içinde gözüken kimi insanlar karşı kutba geçmekteyken 'Laik ulus' içinde olanlar da tam tersini yapabilmektedir. Siyasi söylem kavgası düzeyindeki 'İslamcılık- Laikçilik' atışmalarının toplumda kültürel anlamda hiç karşılığı yoktur. Günümüz Türkiye'sini anlamak için siyasi tartışmalara değil toplumun kendisine bakmak ve toplumu irdelemek şarttır."
Tayfun Atay'ın "Rasim, ‘neskafe’ olma" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
2012 yılında kaleme aldığım bir yazıda Rasim Ozan Kütahyalı’nın “görsel kitle kültürü” evrenimizde yükselen performansı karşısında onu “Entelektüel bir şaka” olarak tanımlayıp önünde selâm durmuştum.
Onunla hiç karşılaşmadık, ama kendisine yönelik yaptığım çözümlemeleri olgunlukla gayet “medeni” karşıladığını söyleyebilirim. Verdiği bir röportajda da beni eserlerimden tanıdığını, kendisiyle ilgili tenkit ve tespitlerime saygı duyduğunu ifade etmiştir.
Ben de ona “sempatik” bakmaktan yanayım.
Rasim, Sabah’ta kaleme aldığı son iki yazıyı benim görüşlerime hasretti. Ama ne hasretme! Bir an “entelektüel şaka”lığın bu kadarı da olmaz diye isyan ettim!..
Özetle, Şerif Mardin’in 1989’da yazdığı bir makalede yer alan, “Türkiye gelecekte biri İslami diğeri seküler iki ‘ulus’a bölünebilir” öngörüsüne 2013 Gezi olaylarından bu yana AKP’nin dinbaz-politik tasarruflarıyla ilişkili olarak “güncellik” kazandırmama karşı çıkıyor.
Hele ki 16 Nisan referandumu sonrasında toplumun “Evet-Hayır” şeklinde neredeyse tam ortasından ikiye ayrılmasını böylesi bir kültürel (“laik” ve “İslami”) kutuplaşmanın iyice kristalleşmesine işaret saymamı baştan sona yanlış buluyor.
Olabilir. Sosyal-beşeri alanda “mutlak doğru” diye bir şey yok; her söz, fikir, tez göreli ve tartışmaya açık.
Ama ilginçtir, Rasim bana bunu yaparken kendisi gibi Sabah’ta yazan ve yerlere göklere sığdıramadığı Şükrü Hanioğlu’nun da aynen benim gibi “seküler” ve “İslami” yaşam tarzları üzerinden bir kutuplaşmadan bahsetmesine ancak hafiften vurgu yapıyor. “Orantısız güç” kullanıp “Şükrü Hoca”sını korumaya alırken “Tayfun Hoca”sını hedef tahtasına art arda iki yazı boyunca oturtmuş.
Adeta “Vur abalıya, Cumhuriyet’te yazmıyor mu zaten” diye düşündürürcesine!..
Buna da eyvallah da beni yanlışlamaya yoğunlaştığı ikinci yazıya öyle bir başlık atmış ki (“Kutuplaşma değil, kültürel melezleşme yaşanıyor”), yanlışlık bende mi, onda mı demekten alamadım kendimi!..
Rasim, benim Türkiye toplumuna dair ha bire altını çizdiğim bir başka olguya (“kültürel melezleşme”) dayanarak beni yanlışlama yoluna nasıl gider?!
Sonra okuyunca anladım ki bende bir “çelişki” olduğu kanaatinde. Buna birazdan geleceğim.
Aynı bağlamda Rasim, genç akademisyen Volkan Ertit’i de işin içine karıştırmış. Onun “Endişeli Muhafazakârlar Çağı” adlı kitabından hareketle Türkiye’nin “melezleşerek sekülerleştiği” gerçeğini kaydediyor. Benim de “kültürel kutuplaşma”dan dem vurmama rağmen Volkan’ın tespitlerine katılıp onun kitabına ilişkin “Nefis bir çalışma” diye yazdığımı not ediyor.
Sadece öyle yazmaktan öte “Önsöz” de yazacaktım o kitaba!.. Volkan onu da istedi benden ama vakit yetiremedim.
Çünkü Volkan, benim antropolog olarak hiçbir kültürün “öz”lüğünden söz edilemeyeceğini, her kültürün “melez” olduğunu ileri sürdüğümü bilir. Aynı doğrultuda Türkiye toplumunun etnik, dinsel, yaşam-biçimsel olarak melezliğine ve sürekli melezleştiğine ilişkin, onun yazdıklarıyla örtüşen bir müktesebatım olduğunu da bilir.
Aslında Rasim de bunun farkında. Diyor ki “Türkiye’nin her geçen gün sekülerleştiği ve melezleştiği gerçeğini bilen ve yazan Tayfun Hoca” aynı zamanda katı bir kültürel (“laik” ve “İslami”) kutuplaşma olduğunu da yazıp duruyorsa bu çok büyük bir çelişkidir.
Neden çelişki olsun, çok basit: Kültürel melezlik, siyasi dinbazlıkla “yırtılıp” kültürel kutuplaşma, ayrışma, düşmanlıklara yelken açtırtıldı, hepsi bu.
Melezliğin olduğu yerde kutuplaşma olmaz diye bir şey yok. Kültürel sarmaşma ve ayrışma eğilimleri, hayatın akışı içerisinde (politik, ekonomik, demografik, vd.) hâl ve şartlara bağlı şekilde ardışık olarak da, eşzamanlı olarak da kendisini gösterebilir. Antropoloji, böyle "söyler".
Rasim bir de bendeki “çelişki”yi kendince siyasi kutuplaşmanın sert parçalarından biri olmama bağlamış ki bunu duymamış olayım!..
Kendisine gönderdiğim kitabımdaki “Seküler İslam ve İslamın Sekülerleşmesi” başlıklı yazıyı yine kitapta Gezi olaylarına ilişkin yazıyla (“Türkiye’de ‘Uluslar’ Savaşı”) birlikte değerlendirseydi ortada çelişki olmadığını fark edebilirdi.
Ama işte Rasim, başta belirttiğimiz gibi, “görsel kitle kültürü”nün boyunduruğunda okuma-yazmaya ve tefekküre intikal etmiş bir kardeşimiz, o yüzden bu kadar oluyor.
Görsel kültür evreninde yazı, görüntüye ikincil ve marjinaldir. Yazıya görsel değil, görsele yazı üretilir. Tabii “temaşa”ya da fikir üretilir.
Burada karşımıza “instant intellectual” denilen tip de bol bol çıkar; kendi başına uzun soluklu, sabırlı çalışmalarla değil, kulaktan dolma fikirlerle çarçabuk, hemencecik, bir lâhzada sökün etmiş “fikir erbabı” yani…
Tıpkı çabucak, şipşak hazırlanan “instant coffee”ler gibi…
Yine de Rasim’den ümidi kesmiyorum.
Ve ona diyorum ki Rasim, hâlâ çok geç değil, “neskafe” olma kardeşim!
Filtre kahve ol!..
Rasim Ozan Kütahyalı, 15 Ağustos 2017'de yayımlanan yazısında şunları kaydetmişti:
"Atay'ın Şerif Mardin'e referansla kullandığı tabirle 'İslami ulus' içinde gözüken kimi insanlar karşı kutba geçmekteyken 'Laik ulus' içinde olanlar da tam tersini yapabilmektedir. Siyasi söylem kavgası düzeyindeki 'İslamcılık- Laikçilik' atışmalarının toplumda kültürel anlamda hiç karşılığı yoktur. Günümüz Türkiye'sini anlamak için siyasi tartışmalara değil toplumun kendisine bakmak ve toplumu irdelemek şarttır."
Tayfun Atay'ın "Rasim, ‘neskafe’ olma" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
2012 yılında kaleme aldığım bir yazıda Rasim Ozan Kütahyalı’nın “görsel kitle kültürü” evrenimizde yükselen performansı karşısında onu “Entelektüel bir şaka” olarak tanımlayıp önünde selâm durmuştum.
Onunla hiç karşılaşmadık, ama kendisine yönelik yaptığım çözümlemeleri olgunlukla gayet “medeni” karşıladığını söyleyebilirim. Verdiği bir röportajda da beni eserlerimden tanıdığını, kendisiyle ilgili tenkit ve tespitlerime saygı duyduğunu ifade etmiştir.
Ben de ona “sempatik” bakmaktan yanayım.
Rasim, Sabah’ta kaleme aldığı son iki yazıyı benim görüşlerime hasretti. Ama ne hasretme! Bir an “entelektüel şaka”lığın bu kadarı da olmaz diye isyan ettim!..
Özetle, Şerif Mardin’in 1989’da yazdığı bir makalede yer alan, “Türkiye gelecekte biri İslami diğeri seküler iki ‘ulus’a bölünebilir” öngörüsüne 2013 Gezi olaylarından bu yana AKP’nin dinbaz-politik tasarruflarıyla ilişkili olarak “güncellik” kazandırmama karşı çıkıyor.
Hele ki 16 Nisan referandumu sonrasında toplumun “Evet-Hayır” şeklinde neredeyse tam ortasından ikiye ayrılmasını böylesi bir kültürel (“laik” ve “İslami”) kutuplaşmanın iyice kristalleşmesine işaret saymamı baştan sona yanlış buluyor.
Olabilir. Sosyal-beşeri alanda “mutlak doğru” diye bir şey yok; her söz, fikir, tez göreli ve tartışmaya açık.
Ama ilginçtir, Rasim bana bunu yaparken kendisi gibi Sabah’ta yazan ve yerlere göklere sığdıramadığı Şükrü Hanioğlu’nun da aynen benim gibi “seküler” ve “İslami” yaşam tarzları üzerinden bir kutuplaşmadan bahsetmesine ancak hafiften vurgu yapıyor. “Orantısız güç” kullanıp “Şükrü Hoca”sını korumaya alırken “Tayfun Hoca”sını hedef tahtasına art arda iki yazı boyunca oturtmuş.
Adeta “Vur abalıya, Cumhuriyet’te yazmıyor mu zaten” diye düşündürürcesine!..
Buna da eyvallah da beni yanlışlamaya yoğunlaştığı ikinci yazıya öyle bir başlık atmış ki (“Kutuplaşma değil, kültürel melezleşme yaşanıyor”), yanlışlık bende mi, onda mı demekten alamadım kendimi!..
Rasim, benim Türkiye toplumuna dair ha bire altını çizdiğim bir başka olguya (“kültürel melezleşme”) dayanarak beni yanlışlama yoluna nasıl gider?!
Sonra okuyunca anladım ki bende bir “çelişki” olduğu kanaatinde. Buna birazdan geleceğim.
Aynı bağlamda Rasim, genç akademisyen Volkan Ertit’i de işin içine karıştırmış. Onun “Endişeli Muhafazakârlar Çağı” adlı kitabından hareketle Türkiye’nin “melezleşerek sekülerleştiği” gerçeğini kaydediyor. Benim de “kültürel kutuplaşma”dan dem vurmama rağmen Volkan’ın tespitlerine katılıp onun kitabına ilişkin “Nefis bir çalışma” diye yazdığımı not ediyor.
Sadece öyle yazmaktan öte “Önsöz” de yazacaktım o kitaba!.. Volkan onu da istedi benden ama vakit yetiremedim.
Çünkü Volkan, benim antropolog olarak hiçbir kültürün “öz”lüğünden söz edilemeyeceğini, her kültürün “melez” olduğunu ileri sürdüğümü bilir. Aynı doğrultuda Türkiye toplumunun etnik, dinsel, yaşam-biçimsel olarak melezliğine ve sürekli melezleştiğine ilişkin, onun yazdıklarıyla örtüşen bir müktesebatım olduğunu da bilir.
Aslında Rasim de bunun farkında. Diyor ki “Türkiye’nin her geçen gün sekülerleştiği ve melezleştiği gerçeğini bilen ve yazan Tayfun Hoca” aynı zamanda katı bir kültürel (“laik” ve “İslami”) kutuplaşma olduğunu da yazıp duruyorsa bu çok büyük bir çelişkidir.
Neden çelişki olsun, çok basit: Kültürel melezlik, siyasi dinbazlıkla “yırtılıp” kültürel kutuplaşma, ayrışma, düşmanlıklara yelken açtırtıldı, hepsi bu.
Melezliğin olduğu yerde kutuplaşma olmaz diye bir şey yok. Kültürel sarmaşma ve ayrışma eğilimleri, hayatın akışı içerisinde (politik, ekonomik, demografik, vd.) hâl ve şartlara bağlı şekilde ardışık olarak da, eşzamanlı olarak da kendisini gösterebilir. Antropoloji, böyle "söyler".
Rasim bir de bendeki “çelişki”yi kendince siyasi kutuplaşmanın sert parçalarından biri olmama bağlamış ki bunu duymamış olayım!..
Kendisine gönderdiğim kitabımdaki “Seküler İslam ve İslamın Sekülerleşmesi” başlıklı yazıyı yine kitapta Gezi olaylarına ilişkin yazıyla (“Türkiye’de ‘Uluslar’ Savaşı”) birlikte değerlendirseydi ortada çelişki olmadığını fark edebilirdi.
Ama işte Rasim, başta belirttiğimiz gibi, “görsel kitle kültürü”nün boyunduruğunda okuma-yazmaya ve tefekküre intikal etmiş bir kardeşimiz, o yüzden bu kadar oluyor.
Görsel kültür evreninde yazı, görüntüye ikincil ve marjinaldir. Yazıya görsel değil, görsele yazı üretilir. Tabii “temaşa”ya da fikir üretilir.
Burada karşımıza “instant intellectual” denilen tip de bol bol çıkar; kendi başına uzun soluklu, sabırlı çalışmalarla değil, kulaktan dolma fikirlerle çarçabuk, hemencecik, bir lâhzada sökün etmiş “fikir erbabı” yani…
Tıpkı çabucak, şipşak hazırlanan “instant coffee”ler gibi…
Yine de Rasim’den ümidi kesmiyorum.
Ve ona diyorum ki Rasim, hâlâ çok geç değil, “neskafe” olma kardeşim!
Filtre kahve ol!..