CUMHURİYET YAZARI ANNESİNE BU SATIRLARLA VEDA ETTİ!
Cumhuriyet gazetesi yazarı Ali Sirmen, vefat eden annesi için çok duygulu bir yazıyı kaleme aldı...
Cumhuriyet gazetesi yazarı Ali Sirmen'in emekli tarih öğretmeni
annesi Rahşan Işılay, dün 93 yaşında vefat etti.
Sirmen bugün köşesinde duygu dolu satırlar ile annesinin ardından
yazdı:
İşte Çocuklar Kendilerine Ağlarlar başlıklı o yazıdan çarpıcı bir
bölüm:
"Lugi Pirandello, Taviani Kardeşler tarafından da filme alınan
eserinde, annesinin ölümüne ağlayan bir çocuğun öyküsünü
anlatır.
Çocuk hıçkıra hıçkıra ağlayıp yakınmakta, kendisi için kimin
endişeleneceğini, geceleri üstünün açık olup olmadığını kimin
düşüneceğini sormaktadır.
Öykünün sonunda bakarsın ki, başta ölen anasına ağladığını sandığın
çocuk aslında kendisine ağlamaktadır.
Çocuklar bencildirler, onlara son derecede de doğal gelir bu
durum.
Galatasaray İlkokulu’nda yatılı okurken, beni sık sık, Amerika’ya
göçüp yerleşmiş oğlunun yerine koyup, Samim diye çağıran babaannem,
çarşamba günleri, elleri Ankara armudu, elma, portakal paketleriyle
dolu olarak ziyarete gelirdi. Adımı okuyup ziyaret saatleri içinde
ders görmeden oturduğumuz sınıftan çağırırlardı.
Sevinçle koşar, sorardım:
- Nasılsın babaaanne?
O da benim hatrımı sorardı. Yarım yamalak cevap verir, nasıl
olduğunun yanıtını bile beklemeden, hemen konuşmaya başlardım:
- Babaanne sen burada otur, bir yere gitme sakın! Ben biraz
arkadaşlara bakıp geliyorum!
Oğlu olan babama ne kadar benzemediğimi o sıralarda hiç düşünmüş
müdür acaba?
***
Babaannem gelmiş beni sınıfta pineklemekten kurtarmış,
arkadaşlarımla oynama olanağına kavuşturmuştu ya yeterdi!
Hem onu öpmüş, nasılsın demiş, gönlünü hoş etmiştim ya, daha ne
olacaktı ki?
Arkadaşlarımın analarına davranışları da pek değişik olmazdı.
Zaten babaanneler, anneler ne için vardı?
Onların öyküleri, bir yaşamın en güzel yıllarında çocuklarını
taşımanın öyküsünden başka neydi?
Bütün anneler gibi, annemin de beni taşıdığı yılları düşünürken,
aklıma hep bir ilkokul çocuğunun öyküsü gelir.
Çocuk, Moda Deniz Hamamı’na yüzmeye giderken, annesi kendisine iki
ekmek dilimi arasında sıkıştırılmış beyaz peynir ile domatesten
oluşan sandviçi paket yapıp verirken tembihler:
- Bunu düşürme sakın! Kolay kazanılmıyor bunlar.
Sanki öyle dememişçesine iki ısırık alınca çocuk düşürür sandviçi
elinden, çok koyar bu durum, denize atlar hemen gözyaşları
görünmesin diye.
Çocuk anasının suya düşen fedakârlığına değil, kendi
yoksulluklarına ağlamaktadır.
***
Annem yıllar yılı beni taşıdı. Son yılında artık yürüyemez olduğu
kısa bir süre, ben onu taşırken de hep şükranlarını dile
getirdi.
Son bir ay içinde zaman zaman beni tanımaz oluyordu.
Bilmiyorum, duygularım içinde, hangisi baskın çıkıyordu, durumun
iyi olmamasına duyduğum üzüntü mü yoksa beni tanımamasından
duyduğum alınganlık mı?
Ama galiba şöyle düşünüyordum: Beni tanıdığı günler daha iyidir,
beni tanımadığı günler daha sağlıksız.
Ölçü ondan çok bendim galiba.
Annem en güzel yıllarında beni taşıdı hep.
Bugün son defa ben de onu taşıyacağım.
Onu son defa da taşıdıktan sonra, artık çocuk olmaktan çıkacağım.
İlk defa gerçekten büyümüş olacağım. Sonra kısa bir süre yazı da
yazmayacağım. Sokaklara vuracağım, yağmurlar, karlar başıma
yağacak, rüzgârlar üstüme esecek, çünkü tepemdeki çatı yok olacak
artık.
Tenhalarda bir yerlerde kimseye göstermeden ağlayacağım.
Kaç yaşında olurlarsa olsunlar, öksüz çocuklar aslında kendilerine
ağlarlar.