Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen'den 'Nuray Mert' açıklaması: Asıl sorgulanması gereken...
Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, gazetesinin Nuray Mert'in yazılarına "yayın politikalarına aykırı" olması gerekçesi ile son vermesini kaleme aldı.
Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, gazetesinin Nuray Mert'in yazılarına
"yayın politikalarına aykırı" olması gerekçesi ile son vermesiyle
ilgili olarak "Asıl sorgulanması gereken, Cumhuriyet,
Cumhuriyet olarak kalma refleksini tümüyle kaybetmediği sürece,
ayrılıkla bitmesi kaçınılmaz olan bu beraberliğin neden başladığı
ve bu birlikteliğe, Cumhuriyet okuru olmanın bedelini ödemekten
hiçbir zaman yüksünmemiş, gazetenin çalışanı ve patronu kadar
sahibi olan okurun ne tepki verdiğiydi" dedi.
"İlk kez 1974 baharında kapısından içeri girdiğim Cumhuriyet’te ana
ilke kimsenin yazısına karışılmamasıdır" diyen Sirmen, sözlerinin
devamında şunları kaydetti:
"Ben de diğer arkadaşlarım da nereye girdiğimizi biliyorduk ve bu
girişte yazılı olmayan bir zımni anlaşmaya uymayı kabul ettiğimizin
bilincindeydik. Cumhuriyet’in tarihi boyunca da bu zımni anlaşmaya
uyulmadığı haller hep kopuşla noktalandı."
Ali Sirmen'in "Zorunlu bir açıklama" başlığıyla
yayımlanan yazısı şöyle:
Cumhuriyet kurumunda, herhangi bir idari görevim olmadığından,
köşemde de bu konuda düşünce ileri sürmek gibi bir yetkim yok. Bu
tür tartışmalardan uzak durmayı, vakıf yöneticileri arasında zaman
zaman patlak veren anlaşmazlıklarda taraf olmamayı mensubu olmaktan
onur duyduğum kurumun selameti açısından daha doğru bulurum.
Bu açıklamaların ışığında yine de Cumhuriyet gazetesi ile Sayın
Nuray Mert’in yollarının ayrılması konusundaki görüşlerimi
açıklamak zorunlululuğunu hissediyorum. Çünkü olay kimilerince bir
kurumun, bir yazarın ifade özgürlüğüne müdahalesi ve susturması
şeklinde sunuldu.
Tabii eğer bu sunum doğruysa, ben de diğer arkadaşlarım gibi ifade
özgürlüğüne müdahaleye seyirci kalmaktan sorumlu olurum. O
yüzdendir ki görüşümü açıklamak zorunluluğunu hissediyorum.
Demokrasinin temel öğelerinden birinin ifade özgürlüğü olduğu
konusunda en ufak şüphem yok. Ama hemen belirtmeliyim ki her
düşüncenin kendini her türlü siyasal ve ekonomik baskıdan azade
olarak, ifade olanağına sahip olması demek olan ifade özgürlüğü her
şeyin, her yerde savunulması anlamını taşımaz.
Demokrasi adına işveren örgütü temsilcilerinden grev gözcüsü
gömleği giymesini veya düşünce özgürlüğü adına, liberal partinin
sosyalizm mücadelesinde başı çekmesini bekleyemezsiniz. Böyle bir
beklenti, gerçekçi olmayıp kimseye bir şey kazandırmaz.
***
Nasıl, Zaman gazetesinde laiklik savaşımını sürdürmeye kalkışmak,
onu yapana da Zaman gazetesine de laikliğe de bir şey
kazandırmayacak bir saçmalık ise laik Cumhuriyet’in kazanım ve
ilkelerini savunmak için kurulmuş ve bütün tarihi boyunca bu
işlevine titizlikle sahip çıkmış Cumhuriyet gazetesinin de laik
Cumhuriyet veya Kemalizm ile hesaplaşma platformu haline
getirilmesine seyirci kalınması, demokrasi ve ifade özgürlüğü
değil, eninde sonunda gazeteye zarar verecek olan (nitekim
vermiştir de) bir başı bozukluktur.
Herkesten Kemalist olmasını bekleyemeyeceğiniz gibi, bütün
partilere de böyle bir mecburiyet yüklemeye kalkmak, baskıcılıktır.
Demokrasi için zorunlu olan, demokrasinin kurallarına bağlı
olmaktır, Atatürk ilke ve inkılaplarına değil. Bunu Cumhuriyet
gazetesi dahil, bütün platformlarda böylece savunabilmek
gerekmektedir ve öyle de yapmışızdır.
İlk kez 1974 baharında kapısından içeri girdiğim Cumhuriyet’te ana
ilke kimsenin yazısına karışılmamasıdır. Biz bunu Nadir Bey’den
böyle gördük, o da babasından öyle gördüğünü anlatırdı.
1974 yılında Cumhuriyet’e girerken, Nadir Bey “şunu yaz, bunu
yazma” gibi bir uyarıda bulunmadı, hiçbir zaman da kimsenin
yazısına karışıldığına tanık olmadım. Ama ben de diğer arkadaşlarım
da nereye girdiğimizi biliyorduk ve bu girişte yazılı olmayan bir
zımni anlaşmaya uymayı kabul ettiğimizin bilincindeydik.
Cumhuriyet’in tarihi boyunca da bu zımni anlaşmaya uyulmadığı
haller hep kopuşla noktalandı.
Herhalde Nuray Mert de Cumhuriyet’te yazmaya başlarken, nereye
intisap ettiğini biliyordu ve bütün bunların farkındaydı.
Sanmam ki o “ben doksan yıllık tarihi de, içinde laiklik ve
demokrasi şehitleri de bulunan bunca birikimi de tek başına ayaklar
altına alıp, kuruma tek başıma yeni bir yön veririm” diye düşünmüş
olsun.
Şimdi çeşitli platformlarda, başarısız evlilikler gibi ayrılıkla
noktalanan bu beraberliğin neden sona erdiği sorgulanıyor. Ama bana
göre, asıl sorgulanması gereken, Cumhuriyet, Cumhuriyet olarak
kalma refleksini tümüyle kaybetmediği sürece, ayrılıkla bitmesi
kaçınılmaz olan bu beraberliğin neden başladığı ve bu birlikteliğe,
Cumhuriyet okuru olmanın bedelini ödemekten hiçbir zaman
yüksünmemiş, gazetenin çalışanı ve patronu kadar sahibi olan okurun
ne tepki verdiğiydi.
Bence mesele bütünüyle bundan ibarettir.