Cumhuriyet yazarı 'Agos'un Baronu'na böyle veda etti!
Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, Cumartesi günü hayatını kaybeden gazeteci Sarkis Seropyan'ı bugünkü köşesine taşıdı.
Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, Agos gazetesinin Ermenice sayfalar
editörü Sarkis Seropyan'ın ölümünün ardından bir köşe yazısı kaleme
aldı.
Engin, 28 Mart Cumartesi günü hayatını kaybeden Seropyan için Agos
yazarlarının yaptığı gibi 'Baron' ifadesini kullandı.
Baron'un Ermenicede 'hak edilmiş bir saygı'nın dile getirilmesi
olduğunu belirten Engin, Seropyan ile olan anılarını okuyucuyla o
paylaştı.
Engin ayrıca, Seropyan'ın bugün Feriköy'deki kiliseden son
yolculuğuna uğurlanacağı da anımsattı:
İşte, Engin'in o yazısı:
AGOS'un Baronu'nun Ardından...
Sarkis Seropyan'dan söz ediyorum. 28 Mart günü yitirdiğimiz koca
Ermeniden...
Başlığa bakıp, "baron" sözcüğünü görüp benim ihtiyarı aristokrat
filan sanmayın. Baron Ermenice. Çevirisi yok desem yeridir. Yeri
geldiğinde "efendi"dir. Hani bizim sevdiğimiz saydığımız
öğretmenlerimize, büyüklerimize "efendim" dediğimiz gibi.
Kestirmeden söylersek Baron, Ermenicede "hak edilmiş bir saygı"nın
dile getirilmesidir.
Sarkis Seropyan AGOS'un gencecik, hatta yaşlıca kadın ve
erkeklerinin tümünün "baron"udur.
Hrant'tan aktarayım: "Bana da arada bir baron dedikleri oluyor ama
bende eğreti duruyor. Ama bu kötü buzdolabı tamircisinin üstüne el
dikimi ceket gibi oturuyor."
Sinsi hastalık onu önce yatağa düşürdü, kısa zamanda da aramızdan
çekip aldı. Hastanede son ziyaretimde “İhtiyar” dedi, “birlikte bir
kere daha rakı şişesinin dibine vuramayacağız gibi geliyor
bana...”
Vuramadık.
AGOS’ta çalışanlar, dahası AGOS’a ucundan kıyısından değmişler,
hatta AGOS okurları ağlıyor şimdi.
Bense şu yazıyı bitirmeye çabalarken sık sık gözlüğümü silmek
zorunda kalıyorum.
Nedense...
***
Benden altı yaş büyüktü. Sık sık da yüzüme vurdu. Hele rakı adabı
söz konusu ise yüzüne pek yakışan en huysuz ifade ile “kıdem”ine
sığınıp beni çok azarladı. (Gözlük silme molası veriyorum)
“Ben genç yaşta iş hayatına atıldım” diye övünürdü. İş hayatı
dediği de buzdolabı tamirciliği. Ben tanık olmadım ama iddiasına
göre iyi ustaymış. Ben ve özellikle Hrant, ustalığıyla dalga
geçtiğimizde tanık buldu. Kapalıçarşı’nın namlı kakmacı
ustalarından Muşer, “Bu bir dolap tamir eder, sıfır buzdolabından
daha uzun dayanır” dedi ve ekledi “İnanmazsanız benim buzdolabına
bakın. Beş yıllıkken bozuldu. Bu tamir etti, 23 yıldır tıkır tıkır
çalışıyor...”
AGOS kurucularındandır. Hrant Dink, akıllı Harut, Sarkis Seropyan
ve fırlama Harut kafa kafaya verip üç beş kuruşu bir araya getirip
AGOS’u kurduklarında gazetenin temel direklerinden biri o oldu.
Resmi görevi “Ermenice editörü” idi. Kulak asmayın. O AGOS’un
baronu idi.
Dediği dedikti; çünkü dediğini bilerek derdi. Adları
Türkçeleştirilmiş (aslında Türkleştirilmiş) Ermeni köy ve
kasabaları söz konusu olduğunda kocaman, kalın ve açıla kapana
yaprakları iyiden iyiye aşınmış kitabının kapağını kaldırır ve
cevaplardı:
- Yeşilbük? Pülk o Pülk... Çayırlı? Mans o Mans... Çataksu? Aravans
o Aravans... Çadırkaya? Pekeriç o Pekeriç... Varto? Varto tabii.
Bakma sen Kürtlerin Gımgım dediğine...
Böyle uzar gider...
Böyle uzar gider idi... (Yine bir gözlük silme molası...)
***
Hrant’ın o kalleş pusuda öldürüldüğü günün akşamında gözleri yaşlı,
perişan, ürkmüş, öfkeye kesmiş AGOS çocuklarına dönüp “Haydi herkes
işbaşına. Gazeteyi hazırlayacağız. AGOS susarsa Hrant işte o zaman
ölmüş olur” diye gürledi.
Hepimizi silkeleyen o sözler oldu. Gözyaşlarımızı ileriki günlere
saklayıp AGOS’u hazırladık. AGOS’un en acılı ve en şanlı sayısı
öyle hazırlandı...
Haydi, henüz gözlük ıslak değilken bir Sarkis anısı daha.
Bir yazı yazdım. Ermenilerin siyasal, kültürel, hatta ekonomik
sorunlarının temsilcisinin, sözcüsünün Patrikhane olmasına itiraz
eden; bu bağlamda bir örgütlenmenin yarar ve gerekliliğine değinen
bir yazıydı.
Hrant lafı geveleyerek ve kekeleyerek konuştu:
- Abi yazına karışmak olarak anlama, ama sen cemaat içi yazılar
yazma. Kürt sorunu yaz, demokratikleşme yaz, Avrupa Birliği yaz,
Kınalı Ada yaz ama cemaat içi... I-ıh...
Bitişikte Sarkis vardı. Hrant odasına geçince ceketimin eteğinden
çekti, kıs kıs gülüldü:
- Yaz lan... Biz yazsak sorun olur. Sen yazsan kim ne diyebilir ki
?
Onu dinlemedim. Hrant’ı dinledim. O da ha bire yüzüme vurdu, “Sen
de ödlek çıktın be!” deyip durdu. Ta ki bir rakı masasında ben
patlayıp “Yeter lan. Hesabı ben ödeyeceğim, sen de bir daha bana
böyle sataşmayacaksın” diyene kadar.
***
Onu bugün Feriköy’deki kiliseden uğurlayacağız. Bundan böyle artık
bizlerle değil
Hrant’la sohbet edecek...
Şey...
Bu yazı burda bitsin e mi ?
Şu benim gözlük rahat bırakmıyor da...