Cumhurbaşkanı'nın medya iftarı 'mahalleyi' karıştırdı! Yeni Şafak yazarı Star yazarına çattı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın medya iftarının ardından "davet edilen ve edilmeyen gazeteciler" üzerine polemikler devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın medya iftarına malum "bıyık" mevzusu
damgasını vurmuştu. İftar sonrası bazı köşe yazarlarının iftardan
aktardığı kulisler, medya gündeminin en çok konuşulanları arasına
girdi. En az bıyık mevzusu kadar Cumhurbaşkanı'nın iftarına davet
edilen ve edilmeyen gazeteciler de polemik yarattı.
Yeni Şafak gazetesi Merve Şebnem Oruç, bugün köşesinden bu konuyu
yazdı. Oruç, isim vermeden Star Gazetesi yazarı Fadime Özkan'ın
yazısını işaret ederek "Bir köşe yazarının, muhalefet etmekle
etmemek arasındaki çizgiyi fark etmiş olanların davetli listesinde
olduğunu ifade edip, “İhanet içindekilerse davet edilmemişlerdi
zaten,”demesineyse hayret ettim" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın medya iftarına davet edilmeyen isimler
arasında olan Oruç, Fadime Özkan'ın kimi kastettiğini bilmediğini
yazarken "Yazarın kimi kast ettiğini bilmiyorum ama böyle
genellemeler yapmanın ne kadar büyük yanlış anlaşılmalara neden
olabileceği, her köşe yazarının gayet iyi bildiği bir gerçek.
Sonuçta bir Emre Uslu’dan bir Mehmet Baransu’dan bahsedilmediği de
muhakkak" ifadelerini kullandı.
FADİME ÖZKAN NE YAZMIŞTI?
"Doğrusu davetli listesi de Cumhurbaşkanının konuşmasında
vurguladığı noktalar kadar haber konusuydu. Yakın bir döneme dek
Erdoğan’a ve AK Parti’ye muhalefet etmekle Türkiye’ye muhalefet
etmek arasındaki çizgiyi fark edememiş, bunun eleştirellik değil
doğrudan ülkeye kötülük, hatta düşmanlık demek olduğunu anlamamış
ya da meseleyi kişiselleştirmiş medya kuruluşlarından temsilciler
de uzun bir aradan sonra devletin başı tarafından kabul edilmiş
oldu.
Kırılma noktasıolarak işaretlediğim “yakın dönem”, 15 Temmuz
darbe-işgal girişimielbette. O gece o büyük saldırının hepimizin
ortak geleceğine, ortak vatanına, ortak evine, birliğine dirliğine
olduğunu anladı çünkü malum gaflet ve dalalet içindeki medya
da.
İhanet içindekilerse davet edilmemişlerdi zaten.
Hem bu idrak halinin bir sonucu, hem de referandum sonrası yeni
siyasetin bir işaretiolarak değerlendirdim o yüzden geceyi. Haber
yönü açıkça baskındı.
MERVE ŞEBNEM ORUÇ'UN YAZISI
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşinin geçenlerde Huber Köşkü’nde verdiği
medya iftarının magazin boyutu sanatçı/sporcu iftarından bile fazla
konuşuldu. Medyada hala yeni sayılırım, malum ‘ortam’ları pek
bilmiyorum; sakal-bıyıktan gizli gizli sigara içenlere ve göstere
göstere namaz kılanlara yazılanlara bakınca “Medya-siyaset ilişkisi
acaba biraz da böyle bir şey mi?” diye düşünmedim değil.
Davete katılan ve davet edilmeyenler hakkında bolca dedikodu
yapılacağını herkes tahmin ediyordur muhakkak ama bu kadarını
beklemiyordum. Bir köşe yazarının, muhalefet etmekle etmemek
arasındaki çizgiyi fark etmiş olanların davetli listesinde olduğunu
ifade edip, “İhanet içindekilerse davet edilmemişlerdi
zaten,”demesineyse hayret ettim.
Hay Allah...
Cumhurbaşkanı'nın verdiği iftara katılan sanatçı ve sporcuları
ihanetle suçlayan öfkeli laik solcuların haline gülerken, davet
almayan gazetecilerin hain ilan edildiği günleri de mi
görecektik?
Hasbinallah...
Yoksa Cumhurbaşkanı’nın iftar davetlerine katılıp katılmamak, yurt
dışı seyahatlerine davet almak ‘ihanete varan/varmayan statüler mi
kazandırıyordu gazetecilere?
Fesuphanallah...
Ondan mıydı acaba bazı gazeteci-yazarların etrafta davet-toto
galibi gibi kasıla kasıla dolaşması...
Tövbe estağfurullah... Meğer ben her şeyi daha kompleks
sanmışım.
Valla ne yalan söyleyeyim, bu davetlerin gazeteci ve yazarların
durdukları yerin doğruluğunu teyit etmesine, çember dışında kalan
herkese ise şüpheyle bakmasına neden olduğunu bilmiyordum, çok
şaşkınım. Bu yılki iftar davetine katılmayanlar arasında 15 Temmuz
gecesi ölümü göze alarak sokağa çıkan, köprüye koşan, Gezi’den,
17-25 Aralık’tan bugüne, güçlü olduğu için değil, doğru olduğu için
Erdoğan’a yapılan saldırılar karşısında onun yanında duran köşe
yazarları da vardı; onlar da mı ihanet içindeydi yani?
Yazarın kimi kast ettiğini bilmiyorum ama böyle genellemeler
yapmanın ne kadar büyük yanlış anlaşılmalara neden olabileceği, her
köşe yazarının gayet iyi bildiği bir gerçek. Sonuçta bir Emre
Uslu’dan bir Mehmet Baransu’dan bahsedilmediği de muhakkak.
Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanı’nın “Hükümetimizle ya da benimle aynı
şeyi konuşmak zorunda değilsiniz. Ama ülkemizin ve milletimizin
menfaatleri söz konusu olduğunda yerli ve millî olmanız gerekir,
bunun dışında kalan her şey teferruattır”sözleri bazı kulaklara
ulaşmış ama ‘lafın tamamı’ bir kulaktan girip ötekinden çıkmış. Bir
gazetecinin hain olmadığını ispat etmesi için Cumhurbaşkanı ile
aynı şeyleri konuşmasına gerek olmadığına ikna olunmuş, ama demek
ki adının yanına konan ‘onay’ kutucuğunun işaretlenebilmesi için o
akşam orada bulunması şartmış.
Gezi’de, 17-25 Aralık’ta daha öncesine kadar el ele kol kola
oldukları meslektaşları kılığındaki kişilerin neler çevirdiğini
anlayamamış, olan biteni iyi süzememiş, çevrilen dolaplar daha
gizli saklıyken rotasını Erdoğan’a göre ayarlayıp “Biz çok
anlamıyoruz ama vardır bir bildiği” diyerek tüm yazılarını, tüm
düşünme pratiğini Cumhurbaşkanı’nın kurduğu cümlelere, takındığı
tavra göre alanlar var aramızda muhakkak.
Uzunca bir süre karanlıkta kaldığınız için bir fenere,
kaybolduğunuzu zannettiğiniz anlarda yürüdüğünüz yolda bir rehbere
ihtiyaç duymuş olabilirsiniz; ama dostlar, o belirsizlik sizin için
de 15 Temmuz’la birlikte bitmedi mi? Kimin ne olduğu, ne yaptığı
iyice ortaya çıktığına, aydınlığa kavuştuğuna göre kendi aklınızla
tahlil yapmaya, kendi düşüncelerinizi yüksek sesle söylemeye
başlamanın zamanı gelmedi mi? Siz yapmıyorsanız da bunu yapanlara
sorgusuz sualsiz kötü gözle bakmaktan vazgeçmek, önce bir
‘neden’ini, ‘niçin’ini sorgulamak gerekmez mi?
Erdoğan dahi aynı şeyleri konuşmak zorunda değiliz derken siz neden
herkesin onunla aynı şeyleri söylemek zorunda olduğunda ısrara
devam ediyorsunuz. Cumhurbaşkanı dahi FETÖ’nün gerçek yüzünü
önceden görememiş, çok önceden ortaya dökememiş olmanın verdiği
üzüntüsünü belirtirken ve Allah'tan af, milletten özür dilerken,
henüz kendi özeleştirisini dahi yapmamış olanlar, yoksa dün de
bugün de tercihlerini doğrudan yana değil güçlüden yana yaptıkları
için mi bu yana düşmüşler?
En kötüsü geride kaldı. Bakın sadece ben demiyorum Erdoğan da
diyor, en kötüsü geride kaldı. O zaman “oyuna gelmeyelim” diyerek
kendimizi kapattığımız hiç bitmeyen oyun sarmalından artık
çıkabilir miyiz?
Uzunca bir dönem FETÖ’cüsü muhalefeti içerisi dışarısı hep biri
ağızdan sıradan bir Ak Partilinin bir yanlışı yüzünden faturayı
Erdoğan’a kesmeye kalktığı için, yeri geldi gördüğümüz duyduğumuz
yanlışlara da sustuk.“Aman şunların eline koz vermeyelim, oyuna
gelmeyelim,”dedik. Sesimizi ötekiler kullanacak diye sakındık,
şimdi suskunluğumuzu berikiler kullanır oldu. Öyle kanıksanmış ve
kullanışlı hale gelmiş ki bu suskunluk, bugün artık Üsküdar’daki
tarihi Şemsi Paşa Camii önündeki projeye yanlış deyince, kışladaki
askerlerin gıda zehirlenmesinin arkasındaki nedeni sorgulayınca,
Üsküdar zabıtasının seyyar kadına yaptığı zorbalıktan rahatsız
olunca, “Hüda-Parlı genç nasıl olur da polis şiddetine maruz
kalır?” diye sormaya yeltenince bile kendimizi Erdoğan sevgisi
ölçerlere ispatlamak zorundayız artık.
Gezi’de ‘ağaç’ dediler, ama mesele ağaç değildi; 17-25 Aralık’ta
‘yolsuzluk’ dediler, amaç o değildi; ama Üsküdar olağanüstü haller
dışında Üsküdar’dır, Mehmetçik her zaman Mehmetçik’tir, zorbalık ve
şiddet her daim kötüdür be kardeşim. AKM’den daha çirkin bina
yığınlarıyla dolu bir İstanbul istemiyor diye, ecdat yadigarı
camilerin betonlar arasında kaybolmasına tepki veriyor diye,
“Erdoğan öyle istedi” kabilinden teyit etmesi zor cümlelerle
susturmayın insanları ve güzel bir adamı zorla diktatör yapmaya
çalışmayın.
“Adalet” bu partinin adında var, ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun o
pankartı kapma fırsatı bulmasında biraz da bizim payımız var.