10 Mar 2012 13:01
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:25
ÇOK İYİ YAZILAR YAZIYORSUN AMA NEDEN HAKARET EDİYORSUN GÜZEL ABİM?
Ahmet Altan'ı hedef alan Ahmet Kekeç dostça denebilecek bir eleştiriyle Taraf'ın tepe ismine seslendi...
Kendilerinde “hakaret hakkı” vehmedenlere bakın...
Mutlaka bir iddiadan, bir ayrıcalıktan, masuniyeti korunmuş bir aidiyetten geliyorlardır...
Üstündürler.
Fikren, zikren, madden, manen “öteki”ne galebe çalmışlardır.
Ve üstünlüğün dilini kullanırlar.
Dolayısıyla, ötekini aşağılama, ötekinde “nakısa” gördükleri hususiyetleri kaba bir lisanla dışlaştırma, ötekine kendi konumunu hatırlatma hakkına sahiptirler.
Mesela, üstünlüğün diline sahip Kemalistlerimiz için hakaret, doğal bir haktır.
Böylece, hem kendi konumlarını (üstünlüklerini) tahkim ederler, hem de hakarete değer gördüklerine “ait oldukları yeri” hatırlatırlar.
Hem de meramlarını anlatmış olurlar.
Bunun bir “bedeli” olabileceğini düşünmezler.
Bedeli ödenmiştir çünkü... “Üstünlük”, ödenmiş bedellerden gelmektedir zaten.
Daha düne kadar, koca koca seçkin adamlar, televizyon ekranlarında, kendilerine yakıştıramadıkları muhataplarını (partnerlerini) “Çabuk söyle, Laik Cumhuriyetin değerlerine ve Atatürk’e inanıyor musun, inanmıyor musun? Yoksa mürteci misin? Hemen bilmek istiyorum!” diye sıkıştırırlardı.
Garibim mürteci, ne yapsın?
İnansa bir türlü, inanmasa bir türlü...
Bin dereden su getirerek, böyle bir soruya muhatap olmak istemediğini anlatmaya çalışır ama anlatamazdı.
Bu hastalık, vakti zamanında mürteci için mücadele eden, mürtecinin hak ve özgürlüklerini savunan, mürtecinin iktidara gelmesine yardımcı olduğu için de otomatikman “vasi” konumuna yükselen kimi liberal gazetecilerimizde de görülmeye başladı.
Hem üstünlüğün dilini kullanıyorlar, yani mürteciyle kurulan “doğal diyalog dilini” benimseyerek hakaret ediyorlar, hem de verdikleri desteğin diyetini istiyorlar.
İşin doğrusunu bir tek kendileri biliyor...
En akıllı kendileri...
Ülkenin nasıl yönetileceği, hangi yasaların çıkarılacağı kendi ihtiyarlarında ve kendi “yetkinlik alanları” içinde...
Bundan sapma gösterenleri “kof kabadayı” diye aşağılıyorlar.
Hırslarını alamıyorlar, “Senin ahlakından ve adamlığından şüphe ediyorum” diyorlar.
Dayanamıyorlar, “Sefil” diyorlar.
Dayanamıyorlar, “Uludere’de üzerine bomba yağdırdığın köylülerin hesabını ver” diyorlar.
Dayanamıyorlar, “Zavallı Başbakan” diyorlar.
Bir taraftan da, “Bakın nasıl da Başbakan’la çata çat kavga ediyorum, nasıl da ağzının payını veriyorum” havası basıyorlar.
Bu kabasabalığı, bu müdanaasızlığı, bu hastalıklı ruh haletini eleştirenleri de, yine aynı kabasaba üslupla “Başbakan’ın yazarları, ne olacak!” diye aşağılıyorlar.
Herkes herkesi eleştirme hakkına sahiptir.
Başbakanlar da eleştirilir, gazeteciler de eleştirilir.
Eleştirilerde, icabında, sert de yapılır.
Fakat, kimi liberal ağabeylerimiz, çoğu zaman, eleştiriyle hakareti karıştırıyor.
Dahası, tahkir sözcükleri kullanmayı “doğal hak” sayıyor.
Mahkemeye verilince de, “Ne yani, savcılar Hz. Muhammed’in hadis-i şerifini mi yargılayacak” diyerek, cürmüne kılıf arıyor.
Tamam, bir iddiadan, bir ayrıcalıktan, bir üstünlükten geliyorsun, çok iyi gazete çıkarıyorsun, çok iyi yazılar yazıyorsun ama neden hakaret ediyorsun güzel abim?
Hakaret etmeden konuşamaz mısın?
Bu alışkanlığı terk etsen de terk etmesen de seviyoruz seni.
Sevmeye devam edeceğiz.
Neden değerinden eksiltiyorsun? Oluyor mu yani?
Mutlaka bir iddiadan, bir ayrıcalıktan, masuniyeti korunmuş bir aidiyetten geliyorlardır...
Üstündürler.
Fikren, zikren, madden, manen “öteki”ne galebe çalmışlardır.
Ve üstünlüğün dilini kullanırlar.
Dolayısıyla, ötekini aşağılama, ötekinde “nakısa” gördükleri hususiyetleri kaba bir lisanla dışlaştırma, ötekine kendi konumunu hatırlatma hakkına sahiptirler.
Mesela, üstünlüğün diline sahip Kemalistlerimiz için hakaret, doğal bir haktır.
Böylece, hem kendi konumlarını (üstünlüklerini) tahkim ederler, hem de hakarete değer gördüklerine “ait oldukları yeri” hatırlatırlar.
Hem de meramlarını anlatmış olurlar.
Bunun bir “bedeli” olabileceğini düşünmezler.
Bedeli ödenmiştir çünkü... “Üstünlük”, ödenmiş bedellerden gelmektedir zaten.
Daha düne kadar, koca koca seçkin adamlar, televizyon ekranlarında, kendilerine yakıştıramadıkları muhataplarını (partnerlerini) “Çabuk söyle, Laik Cumhuriyetin değerlerine ve Atatürk’e inanıyor musun, inanmıyor musun? Yoksa mürteci misin? Hemen bilmek istiyorum!” diye sıkıştırırlardı.
Garibim mürteci, ne yapsın?
İnansa bir türlü, inanmasa bir türlü...
Bin dereden su getirerek, böyle bir soruya muhatap olmak istemediğini anlatmaya çalışır ama anlatamazdı.
Bu hastalık, vakti zamanında mürteci için mücadele eden, mürtecinin hak ve özgürlüklerini savunan, mürtecinin iktidara gelmesine yardımcı olduğu için de otomatikman “vasi” konumuna yükselen kimi liberal gazetecilerimizde de görülmeye başladı.
Hem üstünlüğün dilini kullanıyorlar, yani mürteciyle kurulan “doğal diyalog dilini” benimseyerek hakaret ediyorlar, hem de verdikleri desteğin diyetini istiyorlar.
İşin doğrusunu bir tek kendileri biliyor...
En akıllı kendileri...
Ülkenin nasıl yönetileceği, hangi yasaların çıkarılacağı kendi ihtiyarlarında ve kendi “yetkinlik alanları” içinde...
Bundan sapma gösterenleri “kof kabadayı” diye aşağılıyorlar.
Hırslarını alamıyorlar, “Senin ahlakından ve adamlığından şüphe ediyorum” diyorlar.
Dayanamıyorlar, “Sefil” diyorlar.
Dayanamıyorlar, “Uludere’de üzerine bomba yağdırdığın köylülerin hesabını ver” diyorlar.
Dayanamıyorlar, “Zavallı Başbakan” diyorlar.
Bir taraftan da, “Bakın nasıl da Başbakan’la çata çat kavga ediyorum, nasıl da ağzının payını veriyorum” havası basıyorlar.
Bu kabasabalığı, bu müdanaasızlığı, bu hastalıklı ruh haletini eleştirenleri de, yine aynı kabasaba üslupla “Başbakan’ın yazarları, ne olacak!” diye aşağılıyorlar.
Herkes herkesi eleştirme hakkına sahiptir.
Başbakanlar da eleştirilir, gazeteciler de eleştirilir.
Eleştirilerde, icabında, sert de yapılır.
Fakat, kimi liberal ağabeylerimiz, çoğu zaman, eleştiriyle hakareti karıştırıyor.
Dahası, tahkir sözcükleri kullanmayı “doğal hak” sayıyor.
Mahkemeye verilince de, “Ne yani, savcılar Hz. Muhammed’in hadis-i şerifini mi yargılayacak” diyerek, cürmüne kılıf arıyor.
Tamam, bir iddiadan, bir ayrıcalıktan, bir üstünlükten geliyorsun, çok iyi gazete çıkarıyorsun, çok iyi yazılar yazıyorsun ama neden hakaret ediyorsun güzel abim?
Hakaret etmeden konuşamaz mısın?
Bu alışkanlığı terk etsen de terk etmesen de seviyoruz seni.
Sevmeye devam edeceğiz.
Neden değerinden eksiltiyorsun? Oluyor mu yani?