Çok film izleyen ve şiir okuyan alkolik mi oluyor?
İzlediğimiz filmlerin, okuduğumuz şiirlerin-romanların arkasında bizi sigara ve alkol bağımlısı yapmak isteyen şeytani bir sektör mü var? Murat Tolga Şen'in yeni yazısında...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün “sigarayı bırakma
münasebetiyle” düzenlenen bir toplantıda konuştu ve
"Gelişmiş ülkelerde sigara içme alışkanlığı azalırken,
diğer ülkelerde arttığını görüyoruz" dedikten hemen
sonra ekledi; "Açıkçası sigara ve alkol gibi
bağımlılığa yol açan şiir, roman, film gibi büyük finans yönünün
arkasında yattığını görüyoruz."
Bu sözler sosyal medyada yankılandı ama daha çok siyasal karşıtlığa
malzeme oldu. Bizim şu aralar en büyük sorunumuz bu; birbirimizi
anlamak istemiyoruz, sadece tepki veriyoruz.
Sanırım Erdoğan’ın ne demek istediğini anladım. Gerçekten de,
sigara şirketleri 30’lu, 40’lı, 50’li yıllar boyunca Hollywood
yıldızlarından faydalanarak sigara içmenin çok havalı bir şey
olduğu fikrini aşıladılar ve bunda oldukça başarılı oldular.
Erdoğan sigara ve alkol üreten şirketlerin sıkı kanunlarla korunan
batıda artık bu tür PR çalışmaları yapamadığı için gelişmemiş
ülkelerde de aynı yöntemi izleyerek yeni tiryakiler yaratma
çabasında olduğunu iddia ediyor. İşte bu kısma pek katılamıyorum.
Bizim hiçbir zaman sektörleşememiş film yapma düzenimizde öyle
bilinçli bir yönlendirme durumu yok. Keza edebiyat ve şiir için de
bu iddia edilemez. Ayrıca kurduğu cümlelerden çıkan “film izleyen,
şiir-roman okuyan alkolik olur, sigara bağımlısı olur” fikrine
katılmıyorum. 42 yaşındayım, mesleğim film izlemek-eleştirmek,
okuduğum romanın haddi hesabı yok, şiiri de çok severim ama hiç
sigara içmedim!
Bence iktidardakiler, insanların film izlemekten, şiir-roman
okumaktan, müzik dinlemekten vazgeçmemesi için dua etmeli. Eğer bir
gün, bunları yapmayı bırakırsak delireceğiz. Ve insanlar topluca
delirdiğinde çok korkunç şeyler olur.
Çünkü… Artık tarım toplumunda yaşamıyoruz, doğanın döngüsüyle
hareket etmiyoruz, o yeşerdiğinde hareketlenip, durgunlaştığında
dinlenmiyoruz. Sanayi devrimi her şeyi değiştirdi, insanı her gün
aynı saatte kalkan, işe giden, aynı şeyleri yapan, aynı saatte eve
dönen bir makineye çevirdi. Şehirli insanın mutsuzluğunun temel
sebebi budur.
Hâlbuki dünyada yaşan tüm canlılar doğa ile birlikte hareket eder,
hızlanır ve yavaşlar. Oysa modern insan sürekli aktiftir ve bu onun
ruhunu yavaşça parçalar. Peki, delirmeden yaşamayı nasıl
başarıyoruz? Cevap çok basit; kölelerin eğlencelerine sarıldık.
Yüzyıllar önce köleler tüm gün çalıştıktan sonra gece ateş başında
şarkılar söyler, birbirlerine hikâyeler anlatırdı. Sanayi
devrimiyle birlikte bunları kayda almayı başardık. Artık
filmlerimiz, romanlarımız, şarkılarımız var. İzliyoruz, okuyoruz,
dinliyoruz ve ne kadar sıkıcı bir hayatımız olduğunu unutuyoruz.
Bunlarla uyuşturuluyoruz, tepki verme kabiliyetimizi giderek
yitiriyoruz. Ülkenin her yerinden onlarca ölüm haberi geliyor,
üzülüyoruz arkasından sevdiğimiz dizide o buna niye kavuşamadı diye
dertleniyoruz. Bakın, eğer ki bunları insanların önünden çekerseniz
onları *gerçekliğin çölüne bırakırsınız ve sonra… Sonra olacaklar
tahmin bile edilemez!
Bu yazıyla neredeyse iktidara yol göstermiş oluyorum ama insanların
ne okuduğuyla, izlediğiyle, dinlediğiyle çok fazla uğraşmamalı.
Zaten televizyon ve basın yoluyla manipüle edilerek itaat ettirilen
bir halk var. Hoşunuza gitmeyen yayınlar da olabilir; birileri
isyankâr şiirler, romanlar yazabilir. “Onları okuyan ayyaş olur,
tiryaki olur” demek bilmem ne kadar doğru? O kadar endişe etmeye de
gerek yok çünkü ne kadar içsek bile sızamadığımız bir ülkede
yaşıyoruz.
MURAT TOLGA ŞEN – [email protected]
*Matrix filminden sevdiğim bir tanımlama; “desert of the real”