CHP’de Bundan Sonrası Tufan!.. Kongre Bitti Kavga da Bitecek mi?. .

Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, CHP İstanbul İl Kongresi’ndeki kapışmayı ve sonuçlarını yazdı…

Değerli okurlar izninizle yazıya kongreye dair kimi izlenimlerimle başlamak istiyorum.. Çünkü bazı “enstantane”ler aslında bundan sonra olacakların işareti gibi. Kongre ortamı sadece o anın psikolojisini ya da fotoğrafını vermiyor. Tarafların bundan sonra birbirlerine yaklaşımlarının ne olabileceğine dair ipuçlarını da veriyor. Kongrede olanlar bundan sonra “olacaklar”ın habercisidir!..

Dikkate Değer Noktalar!..

Öncelikle neredeyse ikiye ayrılmış bir salonda her şeyin sütliman olmasını beklemedim ama yer yer bu kadar “disiplinsizliğe” prim verileceğini de sanmıyordum. Lakin- iş şirazesinden tam çıkmasa da- bu konuda çok parlak bir sınav verilemedi bana göre. (Gene de haksızlık etmeyelim. Çoğu partinin kongresine göre daha dinamikti. Hiç değilse adaylı ve çekişmeliydi.) Bilhassa balkon tarafının solunda kalan ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu kalabalık grup (Neredeyse hepsi adeta forma gibi beyaz gömlek giymişti!) nedense hiç susmadılar ve taşkınlığa varan gereksiz bağrış çağırışta bulundular. Özellikle de Sultangazi İlçe Başkanı Kemal Avseren’in konuşması esnasında. Berhan Şimşek’e yapılanda aynı minvaldeydi aslında. (Canan Kaftancıoğlu’nun yuhalanmasını da unutmamak lâzım) Arada çıkan kavgaları, vb “normal”den saymak gerekir mi bilmiyorum. (Hele de radikal sol yapılara ait “Mahir, Hüseyin, Ulaş…” lı sloganının CHP kongresinde ne işi vardı gerçekten anlayamadım!) Gariplik üzerine gariplik yapıldı!..

Anlaşılan bir grup Özgür Çelik veya Ekrem İmamoğlu karşısında kim varsa onu susturmak için orada önceden “stratejik mevzi” olarak yerleşmişlerdi. Divan başkanı Çetin Soysal’ın uyarıları da fayda etmedi ve zayıf kaldı. Bunlar adeta futbol tribünlerinin holiganları gibi davrandılar. Öyle ki sadece “gençlik heyecanı” ile açıklanamaz. Anlaşılan onların oradaki “görevi” buydu. CHP’deki klasik jargonla söylersek “Bindirilmiş kıtalar” gibiydiler!..

Anlamlı Uyarılar!..

Bence konuşmacılar içinde en manidar uyarıyı (Dokundurmayı da denebilir!) Oğuz Kaan Salıcı yaptı. Özgür Çelik’in İstanbul’un belirli noktalarına asılan dev billboardlarına “İsraf” olarak işaret ederken son derece haklıydı. Yapılan ayrıca çok “görgüsüzce” bir yaklaşımdı. Özgür Çelik bir yerel ya da genel seçim adayı değildi ki. Topu topu 650 delegeye hitap edecekti. Hele de Özel’in “Onu çok seven bir büyüğü”nün onları astırdığını söylemesi hepten komik ve abartıydı. ( Kimmiş acaba o bir büyük ve maliyeti nedir?) Normalde böyle bir şey kendisine teklif edilse dahi muhakkak reddetmesi gerekirdi. Ona “rağmen” yapıldığını ise hiç zannetmiyorum. Bu işler “beni destekleyen biri” demekle olmaz!..

Hele de Cemal Canpolat’ın “Belediye localarında delege pazarı kurabilirsiniz!” diye haykırması hepten rahatsız ediciydi. (Ayrıca “bakanlık bekleyenlerin birdenbire değişimci” olması, vb gibi haklı vurgular) İş buralara kadar mı varmıştı? Eğer varmışsa hangi “örgüt iradesi”nden söz edilebilecekti ki? Kondurmak istemem ama oya endeksli işe alımlar, makam, mevki dağıtma iddiaları da ne ola ki? (Üstelik “rüşvet” denilen şey sadece para ile verilmez. Bazen bir makam, mevki, iş, avantaj da rüşvettir) İlaveten bilemiyorum ne derece doğru ama bu iddialara göre başka “akçeli işler” de dönmüş müdür? Bir “Delege pazarı” gerçekten kurulmuş mudur? Bunların bahsi bile çok çirkindir ve olaya –maalesef- “şaibe” düşürür!..

İki Adayın Hitabet Permormansı!..

Aslında delegelerin çoğu o salona kararlarını vermiş olarak gelmiş olmaları gerekti. Gene de içi rahat etmeyen ya da tercihinden şüphe eden “kararsızlar” olabilirdi. O yüzden adayların konuşmaları önemliydi. Belki bir miktarda olsa delegeyi kendi saflarına çekebilirlerdi. (Oysa delegenin bazıları için bu tarz idealizmlerin, fikirlerin pek de önemli olduğunu zannetmiyorum. Anlaşılan onların bambaşka rasyonaliteleri, hesapları olsa gerek!) Gerçi kimsenin bir aşamadan sonra “adam çok güzel konuştu şuna oy vereyim” diyeceğini de zannetmiyorum. Bu gibi konuşmalar işin sadece “olmazsa olmaz”ı, bir tür şovu gibiydi. Şimdi bu konuşmacıları öznel penceremden değerlendirmeye çalışayım. Haksızlık yapar isem affola!..

Bu açıdan baktığımızda en şaşırtıcı ve başarılı performansı bence –söylediklerinin hepsine katılmak gerekmez- Cemal Canpolat sergiledi. Cemal Canpolat’ın ajitasyon gücü oldukça etkiliydi. Çoğu yerde spontane olan öfkesi ile de oldukça “samimi” göründü. Çok daha vurucu noktalara temas etmesini bildi. Salonla kurduğu kontak daha iyiydi. Duruşu daha kararlıydı. “Ben buraya hesaplaşmaya geldim” edasında ve meydan okumacı bir tavırdaydı. Bir anlamda değindiği noktalarla “Örgütün vicdanı” rolü oynadı. Üstelik söylenmeyenlerin söylenenlerden çok daha fazla olduğu seziliyordu. (Bu “biz konuşursak siz sokağa çıkamazsınız” tehdidinden anlaşılıyordu!) Esti, gürledi ama sonuç alamadı!..

Özgür Çelik ise Canpolat’a göre sönük diyemesem bile daha “sade” kaldı. Yer yer volümü yükseltir gibi olsa da diğeri kadar “heyecanlı” bir imaj çizemedi. Daha “itidalli”, kendini “frenlemeci” bir aday gibi durdu. Bende nedense bir okulda öğrencilerine açık verme korkusunda olan, kontrollü bir öğretmen imajı bıraktı. (Zaten Çelik, bir iletişimci ve eğitimci idi. Konuşması daha “profesyonel soğukkanlılık” çerçevesinde kaldı.) Laflarını önce kafasında tarttı sonra söyledi. Canpolat ise önce söyledi sonra tarttı. Ayrıca önündeki notlara çaktırmadan fazla göz attı. Çelik, bu haliyle kötü sayılamasa da –istisna anlar hariç- daha “ruhsuz” ve “donuk” kaldı. Kendine sıkı bir oto-sansür uyguladığı her halinden belli oluyordu. Jest ve mimikleri yoktu. (Ben ifadesiz, duygusu bastırılmış, “Poker Face” yüzlerden çok çekinirim!) O kadar ki kazandığı kesinleştiğinde bile bir sevinç davranışı gösteremedi. (Bu konuşmadaki “bir çift kara lastik” söylemini fazla popülist ve gereksiz buldum.) Hemen sağa sola komut yağdırmaya başladı. Olay daha resmileşmeden işe çabuk ısındı!..

“Yorgan Gitti Kavga Bitti” mi?..

Neyse gelelim sadede. Peki şimdi ne olacak? Bu konuda da birkaç gözlemim ve sezisel yaklaşımım var. İlla doğrudur diyemem. Birde siz düşünün isterseniz…

1) Bu kongrede aslında Canpolat ve Çelik yarışmadı. Ya da şeklen yarıştı. Gerçekte Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu yarıştı. (Özel’i saymıyorum.) Gizliden gizliye (Ne gizlisi hatta açıkça!) savaş buydu. Şimdi 4-5 Kasım’da alenisi yaşanacak.

2) Kılıçdaroğlu cephesi önemli bir mevzi kaybetti. “Değişimciler” kurultay için büyük bir avantaj elde ettiler. Fakat yetmeyebilir.

3) Genel merkezciler anlaşılan moralleri bozulsa da olaya her şeyin sonu olarak bakmıyorlar. “Muharebeyi kaybetmek savaşı kaybetmek değildir” modundalar. Kendilerini mi kandırıyorlar hakikaten öyle mi bilmiyorum.

4) Kurultay artık ortadadır. Herkes ve her taraf kazanabilir!

5) Parti şu andan itibaren hukuken ve fiilen bölünmese de zihnen, vicdanen, manen, psikolojik olarak kadrolar düzeyinde bölünmüştür.

6) Yeni yönetim “tasfiye yapmayacağız” dese de tasfiyeler kaçınılmazdır. Kimse kendini aldatmasın. İşin doğasında vardır.

7) Genel merkezcilerin yerel seçimlerde İmamoğlu için çalışacağı hatta ona oy vereceği bile şüphelidir.

8) Bu çatışma CHP’ye özellikle İstanbul’da seçim kaybettirebilir.

9) Bu kavgadan gerçek bir “yenilenme” ya da “değişim” çıkmaz!

10) Kimse dinginleşme beklemesin. Saflaşma daha da sertleşecektir. Olay daha da karmaşık bir hal almıştır.

Haydi hayırlısı!..

10. 10. 2023

NOT 1: Ne Cemal Canpolat’ı ne de Özgür Çelik’i tanımam. Şahıslarına karşı da ne özel bir antipatim ne de sempatim vardır. İkisine dairde saptamalarımda hata olabilir ama öznel ve kasti bir kötü niyet taşımaz. Gene de aksi yönde bir itirazları olursa bu köşede yer vermeye hazırım.

NOT 2: 04 Ekim 2023 tarihli “Kurultay’ın Provası İstanbul’da Yapılacak!.. İstanbul’u Alan Kurultay’ı Alır mı?” başlıklı yazımda kongreyi “Feodal ilişkileri güçlü” olan adayın kazanacağı saptamasında bulunmuştum. Çünkü Canpolat’ın bilhassa Alevi delegeler üzerinde etkili olacağını varsaymıştım. Özgür Çelik’in mezhepsel yapısını bilmem. (Muhakkak salt inanç olarak beni ilgilendirmiyor ama bu ilişki şayet bir siyasi desteğe dönüşürse durum farklıdır) Eğer o da öyleyse aynı menşeli oylar bölünmüş demektir ama sonuçta gene “feodal etki” teorim (Tek başına bir faktör olmasa da) haklı çıkmış sayılır. Şimdilik bilgim eksik. Kesin konuşamıyorum. Bilgisi olan beni de bilgilendirirse sevinirim.

NOT 3: İmamoğlu erken sevinmesin. Acaba –belki yakın dönemde değil ama orta vadede- kendisine bir rakip, bir “alternatif” yaratılmasına katkıda mı bulundu? Başına “bela” mı aldı? Nedense İmamoğlu’nun da daha önce CHP Beylikdüzü ilçe başkanı olduğu aklıma geldi. Özgür Çelik’de Bahçelievler ilçe başkanı. Bu iki ilçe de çok güçlü ilçeler değillerdi. İkisi de yeni yüzler ve görece gençler. Acaba yarın öbür gün Özgür Çelik, İmamoğlu’nun karşısına bir seçenek olarak çıkar mı? Biliyorum henüz erken ama sadece bir soru bu.

NOT 4: Gene “Acaba”lı bir soru üşüştü aklıma. Düne kadar “İmamoğlu ayrılıp ayrı parti kurar mı?” türünden sorular ortaya atılıyordu. Acaba şimdi de diğerleri açısından işler iyice sarpa sarıp, tersine dönerse bu çatışkıdan yakın vadede ayrı bir oluşum çıkar mı? Hiç sanmıyorum ama bu da aklıma geliverdi birden!..