17 Haz 2017 13:22 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:55

Cezaevinden tahliye olan Oğuz Güven Medyaradar'a konuştu: Benim tutuklanmamın nedeni o tetikçiler!

Atılan bir twitter paylaşımı gerekçe gösterilerek 32 gün boyunca tutuklu kalan ve geçtiğimiz günlerde tahliye olan Cumhuriyet Gazetesi İnternet Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven, Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu.

Cezaevine gidiş sürecinden Silivri’de yaşananlara kadar birçok konuda çarpıcı açıklamaları vardı Güven’in. Güven’e göre o serbest olsa da gazetecilik hala tutuklu, kalbinin yarısı da içeride. Bakın sevincini kursağında bırakan olay ne?

Kimi, sen kimsin ya? dedi… Kimi, böyle bir şey olabilir mi ya?

Kimi destekledi… Kimi eleştirdi…

Her şey 55 saniyede oldu ve bitti…

Cumhuriyet internet sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven ve onu cezaevine götüren süreçten bahsediyorum…

Artık o özgür…

Öncelikle 32 günlük esaretin ardından aramıza hoş geldin diyorum kendisine… Tahliye olur olmaz Oğuz Güven’in yanında aldım soluğu. Gazeteci merak sahibidir, ben de yaşadığı süreci, hislerini hemen dinlemek istedim. Yorgun da olsa gazetesinde işinin başındaydı. Biraz da bence hala özgürlüğe alışamamış haldeydi, şaşkındı. Kolay mıdır insanın özgürlüğünden 55 saniye dahi mahrum kalması. Elbette değil… Dilerim hiçbir meslektaşım da özgürlüğünden olmaz.

Olayın geçmişine döneyim isterseniz, kısaca özetleyeyim;

Trafik kazasında hayatını kaybeden Denizli Başsavcısı ile ilgili haberin sosyal paylaşım sitesi twitterdan atılan ve pek de hoş olmayan başlığı yüzünden önce gözaltına alındı.

Gözaltına neden olan “İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti” başlığı aslında sosyal medyada kullanılmış ardından hemen değiştirilmişti ama Oğuz Güven yine de sabahın köründe evi basılarak gözaltına alınmıştı. Ardından da tutuklandı ve tam 32 gün boyunca Silivri’deydi…

Şimdi ise tam da karşımda…

Gözleri dolu dolu… Ellerine bakıyorum zaman zaman titriyor… “Mutlu musunuz, özgürsünüz” diye sorduğumda, “orada onca meslektaşım varken mi” diyor. Zaten kalbinin yarısını da orada bırakmış, özgürlüğüne sevinememiş. Bir de o özgürlüğüne kavuştuğu gün Enis Berberoğlu’na verilen 25 yıl hapis cezası ve tutuklama kararı sevincini iyice kursağında bırakmış.

Diyor ki içeride yatmak değil de en çok dışarıda bıraktığın canlarını düşündüğünde kahroluyorsun… Bir de suçsuzsun… Onu en çok yaralayan konu ise torunu… "İçeride neden olduğumu anlayamayacak yaştaydı" diyor. Silivri’yi de anlatıyor, kaldığı koğuşu da, koğuş arkadaşlarını da… Tabii dışarıya çıktı artık ve bundan sonraki süreci de konuştuk… Ne düşünüyor, ne hissediyor?

Her şeyi konuştuk. Daha fazla anlatıp da röportajı kısa yoldan okuma tembelliğini size vermeyeceğim. O yüzden ben aradan çekiliyor sizleri de Oğuz Güven’in o meşhur kitabından o meşhur sözle selamlıyor. “Zordur zorda gülmek” ben de diyorum ki ama siz yine de gülün... Güneşli güzel günler diliyorum.

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
Twitter: gazetecialev
Mail: [email protected]
FOTOĞRAF: ANIL ARI




“İNSAN ÇIKTIĞINA UTANIYOR, KALBİMİN YARISI ORADA KALDI”

55 saniye kalan bir başlık ve 32 gün süren bir cezaevi süreci, tutukluluk. Öncelikle aramıza hoş geldiniz diyorum. Ne hissediyorsunuz? Neler yaşadınız? Özgürsünüz mutlu musunuz?

Çıktığımda söylediğim gibi mutlu olamıyorsunuz. Bu ülkede mutlu olmak kolay değil. Kişisel mutluluğunuz sürekli yaşanan olaylarla gölgeleniyor. Her gün kalbimizin sızlar hale geldiği bir memlekette yaşıyoruz. Toplumsal mutluluğun gerisinde kalan kişisel mutluluk çok anlamsız geliyor hayat felsefeme. Tahliyemin benim durumumda olan tüm tutukluların ve meslektaşlarımın tutuksuz yargılanmaları için bir başlangıç olmasını diliyorum. İnsan, inanın geride arkadaşlarını bıraktığı için cezaevinden çıktığına utanıyor. Soruyorsunuz bana özgürsünüz ve mutlu musunuz diye. Değilim. Çıktığım gün buruk bir sevinç yaşar gibiydim ama Enis Berberoğlu’nun tutuklanması bu sevinci de kursağımda bıraktı.Şu an o mutsuz ruh hali içindeyim.

Bu ülkenin iyi olması, barış içinde yaşaması, demokrasi içinde yaşaması için bu meslekte 32 yıldır mücadele veriyorum. Tabii sadece ben değil, bu yolda yürüdüğümüz tüm meslektaşlarım da aynı mücadeleyi veriyor. Ama şu an başladığımız noktadan da daha geriye gittiğimiz günler yaşıyoruz. Gerçekten Silivri’nin kapısından çıktığımda bir yanım içeride kaldı, oradaki arkadaşlarda kaldı. İçeridekilerin de en büyük derdi kendi değil. Aileleri, çocukları yani dışarıdakilerdi. Dediğim gibi kalbimin yarısını orada bıraktım.

“ÖMRÜM BU ÖRGÜTLERLE MÜCADELE İLE GEÇTİ, ONLARDAN HEP NEFRET ETTİM”

Hayatının büyük bir kısmını solda ve sosyalist mücadelede geçirmiş bir isim diyorlar sizin için. “Hayatım boyunca da nefret ve mücadele ettim” dediğiniz bir örgütün propagandasını yapmakla suçlandınız. Üstelik sadece bir kelime yüzünden... Elbette o yazılanı etik bulmuyorum ama siz de kasıt yok, hata var diyorsunuz. Peki, ne hissettiniz?

Ben 12 Eylül’ün sert yanını biraz yumuşatarak yazmış bir insanım, üzerinden yıllar geçti o ağır yılların bir de tirajı komik yanını bulup hikayeleştirdim. Bugün kendi başıma geldi hakikaten gülüyorum. Düşünüyorsunuz hiçbir suçunuz yok ama içeridesiniz ve çok garip bir şekilde suçlanıyorsunuz. Bu çok acı bir şey. Bende bir şey bulamayacaklarından o kadar eminim ki ne örgüt bulabilirler ne bağlantı bulabilirler. Çünkü o ben değilim. Yani aradıkları. Ben yıllardır tek işi gazetecilik olan bir insanım. Hayatımda tek bir örgütle toz kadar ilişkim olmadı olamaz. Hele o FETÖ denilen örgütle asla işim olmadı, olamaz. Yıllarca hep nefret ettiğim, hep mücadele ettiğim bu örgütlerdi zaten. Ama bakıyorsunuz buna rağmen bir gün pat nezarethanedesiniz. Haksızlığa, hukuksuzluğa, talimatla tetikçilik yapan ‘gazeteciliğe’ hiç kimsenin sessiz kalmaması gerekir. Artık klasik bir cümle olmuştur ama ben de söyleyeyim: Adalet bir gün herkese lazım olur. Olacak da…



“GÜLMÜŞTÜM İLK KAPIMA GELDİKLERİNDE”

Cinayet işlenir bir cezası vardır ya da hırsızlık yaparsınız, ne kadar ceza alınacağı bilinir ama siz şahsınıza yönelik hangi suçtan yargılanacak başınıza ne gelecek bilmeden beklediniz. Umudunuz var mıydı çıkacağım diye.

Polisler kapıya geldiğinde o kadar bekliyordum ki ne diye sormadım bile. Sonra giyindim. Haber vermem gerekiyor insanlara durumu ama telefonum kilitlenmiş haber veremiyorum. O arada elimi yüzümü yıkadım gittim ve neden geldiniz dedim. Suçlama nedir? Bu tweeti söylediler. Güldüm, rahatladım. Dedim ki “Suçum buysa beni 5 dakika tutamazlar” zaten polisler de geldiğinde bunun anlamsız olduğunu biliyorlardı herhalde. Böyle bir suç olur mu olmaz elbette ama onlar da görevlerini yapıyorlar. Çok da güzel görevlerini yapıyorlar yani ona da değineyim bu arada.

“DAHA KÖTÜSÜ DE OLABİLİRDİ MESELA BYLOCK YÜKLEYEBİLİRLERDİ”

Nasıl görevlerini güzel yapıyorlar, ironi mi yapıyorsunuz gerçekten mi öyle düşünüyorsunuz?

Oradaki polis görev sınırları içinde nasıl davranması gerekiyorsa öyle davrandı. En azından şunu gördüğünüzde mutlu oluyorsunuz, polis karşısındakini insan olarak görüyor. Tanık olduğum olaylara dayanarak bunu söylüyorum.

Benim rastladığım orada karşınızdakini insan olarak görüyorsunuz ve ona göre polislik görevi neyse her şartını yapıyor ama karşısındakinin insan olduğunu yani CMUK’a uygun bir şekilde bizi gözaltına alıyor, gözaltında aynı şekilde devam ediyor. Bunu bile bir ilerleme olarak görüyorsunuz Türkiye’de. Bakın polis bana suçlamayı okudu.

Sabah gazetesini de gördüm orada. Tetikçi gazetecilerin yaptığı bir haber. Biz bir haber yapmışız ve bunu sosyal medyada duyururken hatalı bir kelime yazmışız ve bunu 55 saniye içerisinde derhal kaldırmışız ama sabah bunu o 55 saniyede nasıl hemen almış da haber yapmış buna bakmak lazım. Kumpas budur. Ayrıca düzeltilen bir şeyi suç gibi veriyorlar, bırakın onu bir suç yok o cümlede. Hata var. Çok rahattım. İfadeye gideceğiz zaten dedi polisler. Güldüm çok rahattım yeter ki suçlama bu olsun diye düşündüm. Düşünsenize çok daha ağır bir iftira da atabilirlerdi. Mesela telefona Bylock yüklerlerdi. Yani bunun örneklerini daha önce yaşadık. Ahmet Şık’ların bilgisayarlarına nasıl virüs yüklendiğini gördük. Elbette benden böyle şeyler asla çıkmaz ama ya dışarıdan müdahale ile yapılsaydı. Ergenekon ve Balyoz sürecindeki haksızlıkları ne çabuk unutuyor insanlar? Tweeti duyunca rahatladım, gazeteciyim neticede gider ifademi verir dönerim diye düşünüyordum. Onun rahatlığı vardı üzerimde. Suçlama o kadar saçmaydı ki. Yeter ki bundan suçlan başka bir şeyle suçlanacağına diye düşündüm içimden. Hırsızlıkla, arsızlıkla, yolsuzlukla, örgüte üye olmakla suçlanacağına bununla suçlanmak hiçbir şey değil, devede kulak.

O rahatlıkla gittim ama sonra ifade uzadı, gözaltı süresi uzadı. Nezarethane çok kötü bir yer. Baktım gözaltı süresi 19 Mayıs’a geliyor, 19 Mayıs tatil. Sonra bir hafta daha uzar o süreç olur 14 gün. Beni orada tutar ve ardından çıkartır mahkemeye bu suçtan tutuklatır 3-4 ay iddianame hazır ve 3-4 ay sonrasına da mahkemeye gün verir beni 6-7 ay rahatlıkla içeride tutabilir. Ben kendimi buna göre hazırladım yani bu suçtan OHAL’İ bahane edip tutabileceği en fazla şey bu.

Bunu düşünüyorsunuz yani ben içeri girdim 7 aydan önce çıkamam. Diye düşünür hale geliyorsun. Suçun yok ama bunu yaşıyorsun. Aynısını birçok meslektaşım yaşadı neticede. Bakın bugün halen 12 arkadaşım içeride. Onlar bu süreci en ağır haliyle yaşıyor. 4-5 ayda çıkan iddianame 6-7 ay sonraya verilen mahkeme günü. Siz de doğal olarak direkt bunu düşünüyorsunuz ve bunu düşündüğünüzde de kendinizi ona göre hazırlıyorsunuz.



“ONLARIN YANINDA BENİM KONUŞMAM AYIP KAÇIYOR”

32 gün nasıl geçti kısaca anlatır mısınız yaşadıklarınızı? Duvarlar size siz duvarlara bakıyorsunuz elbette de koğuş arkadaşlarınız siz ne düşünüyordunuz? Kolay değildir anlatması ama dinlemek isterim…

Ben kolay anlatırım da orası çok da kolay bir yer değil. Benim oradaki hikâyem kısa sürdü ama içeride 6 aydır 8 aydır daha da uzun yatanlar var. İnsanların bakıyorsunuz çoğunun suçu yok ama içerideler, seslerini duyuramıyorlar. En acısı da bu. Mesela eskiden tanıdığım ve gazeteciliğini bildiğim Oğuz Usluer Habertürk’ün Haber Müdürü biliyorsunuz, o da yanımdaydı orada. Tahliye olmuştu, kapıdan döndürdüler tekrar alındı. Çocuk kendisine yönelik suçları işlemediğini kanıtladı. Suçta suç olsa… 17-25 Aralık günü işe erken geldi diyorlar. Çocuk her gün aynı saate gelmiş, işe geldiği gün 9’da geliyor bunlar 7’de geldi diye bir tanık ifadesine dayanarak bunu suçluyorlar. Sonra bu tanık yok ben yanılmışım diyor. Bildiğiniz deli saçması. Ardından Bylock var diyorlar ama o da çıkmıyor. Tek suçlama bu. Sonra tahliye oluyor ama hepsini torbaya doldurdukları için 29 kişiyi tahliye olmasına çocuklarına kavuşmasına ramak kalmış, 30 saniye kalmış kapıya gelmiş Silivri’de ve polis arabası önünü kesiyor toplam 30 gün nezarethane ve yeni bir suç buluyorlar ve iki kez müebbetini istiyorlar. Şimdi bu insanın yanında benim konuşmam hakikaten ayıp. Sonra Sözcü’den muhabir Gökmen Ulu geldi. 5 tane savcı aramış suç bulamamış. 6. Savcı geliyor suç buluyor. Cumhurbaşkanı’nın tatil yaptığını haber yapmak suç unsuru oluyor. 10 ay geçmiş aradan 10 aydır neredesin? Ayrıca bu haber, dünyanın her yerinde haberdir. Cumhurbaşkanının nerede tatil yaptığını haberleştirmek nasıl suç olabilir?

Şartlar nasıl peki cezaevinde?

Nezarethaneden sonra Silivri cezaevi cennet gibi geliyor. Yeni cezaevi olduğu için çok da nasıl bir yer olduğunu anlayamıyorsunuz. Silivri’de çok değişik koğuşlar varmış, ben de bilmiyorum ama tecrit edildiğiniz hücrelerde tecrit edildiğiniz için ayrı bir zulüm. Birkaç gün ben orada kaldım. İlk başta bilmiyorsunuz ne oluyor, kitap yok, gazete yok, insan yok, hiçbir şeyden haberiniz yok, neye ihtiyacınız var bilmiyorsunuz her şey dilekçeyle olduğu için bir kere veriyorsunuz. İlk gününde bilmeyince tabii bir sürü eksiğiniz oluyor ama zamanla onlar oturuyor.

Kaç kişiydiniz siz?

Ben tek başımaydım.

Silivri’de de mi tektiniz?

İlk başta tektim. Birkaç gün sonra Oğuz Usluer ve başka bir avukat vardı ayrı hücrelerde ama aynı avluya çıkıyorduk. Sabah 8.15’te açıyorlardı kapıyı akşam 20.15’te kapanıyordu. Gece tektik yani. Sabah avluya çıkıyorduk kahvaltı yapıyorduk. Orada hep beraber, gazete okuyorduk.

Kendi gazetenizi okuyabiliyor muydunuz?

Tabii Cumhuriyet'i okuyordum. Birgün, Hürriyet.



“BENİM TUTUKLANMAMIN NEDENİ O TETİKÇİLER”

Siz içerdeyken dışarıda en çok konuşulan isim Nedim Şener ve attığı o tweet oldu. Hatta bazı kesimler sizin onun attığı tweet yüzünden gözaltına alındığınızı bile iddia etti. Epeyce de sosyal medya üzerinden linç edildi. Bugün siz kendisiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Onu söylemek çok ağır olur. Ben insanları suçlayacak, itham edecek cümleler kurabilecek bir adam değilim. Karakterime de sığmaz. Ben böyle bir cümle kurmam. Benim tutuklanmamın nedeni Sabah gazetesindeki tetikçi gazeteciler.

“O KİŞİYİ KONUŞMAK İSTEMİYORUM”

Kırgın mısınız peki Nedim Şener’e?

Hiçbir şekilde kırgın değilim. Öyle hafif birine cevap bile vermem ben. Onu açık yazması kendi seviyesini gösterir. Bu konuda gerçekten konuşmak istemiyorum anlamsız benim için. Devam etsin bildiği gibi öyle. Benim için hiç önemi yok. Öyle bir polemiğe girmek istemiyorum. Bu konuyu geçelim…

“SEVİNCİM KURSAĞIMDA KALDI”

Siz serbest bırakıldığınız gün CHP’li vekil 25 yıl ceza alarak tutuklandı, ne hissettiniz?

Doğum günümdü o gün sevgili Oğuz Usluer pudingten pasta yapmıştı onu yedik kutladık. Akşam yemeğini yerken Fatih Portakal’ı izliyorduk. 4. Haberdi sanırım, o anda bir son dakika verdi, Oğuz Güven iddianamesi çıktı diye. 10 yıl hapsi isteniyor dedi, ilk başta sıcağı sıcağına Allah dedim, şahane sevindik yani bunlara seviniyoruz artık iddianamemiz çıktı diye düşünün. 10 istemiş, 20 yıl istemiş önemi yok. İşte oraya düşünce insan neye üzülüp neye sevineceğini bile bilemiyor. Gelelim tahliye olduğum güne, 13 haberlerini dinledik iddianame çıktığı için mahkemenin karar vereceğini biliyorum artık ya tahliye edecek ya bir karar verecek… 13 haberlerinden sonra 15 haberlerini dinledim bugün de çıkmadı dedim ve sonra odama kitap okumaya çekildim sonra saat 4 civarı mazgal açıldı, güzün aydın tahliye edildin dedi infaz memurları. Sevindik hemen televizyonu açtık. Televizyonu açar açmaz baktık Enis Berberoğlu tutuklandı, o sevinç kursağımızda kaldı. Benden hiç haber yoktu zaten daha gelmemişti herhalde alt yazıya bakıyorum hiç haber yok. Tabii bütün konsantremiz Enis Berberoğlu’na döndü. Enis Berberoğlu benim çok eski muhabirlikten tanıdığım arkadaşım. Hakikaten Silivri’den çıktığımda da söyledim kalbimin yarısı orada kaldı.

Adalet duygusu var mı hala içinizde inanıyor musunuz Türkiye’de adalet olduğuna?

Olmazsa hepimizin hayatı karanlık. Biz umut insanıyız bu umutla gazetecilik yapıyoruz bu umutla ifade özgürlüğünün yerleşmesi için uğraşıyoruz. Adalet hiçbir zaman kaybolmaz, sadece kaybetmek isteyenler olacaktır. İşte onunla da biz mücadele edeceğiz. Ya adalet ya adalet…



“ELBETTE ETİK DEĞİL, ART NİYET YOK, ZAMANLA YARIŞIRKEN YAPILAN BİR YOL KAZASI VAR”

Ben yine başa dönüp atılan o başlığı soracağım. Hiç özeleştiri yapma şansınız oldu mu? Etik miydi, değil mi ya da o başlıkta nasıl bir hata vardı?

Anlık bir hikâye. İşe geliyorsunuz sabah 10’da. Gelir gelmez editör arkadaşım “Denizli savcısına kamyon çarptı, yaşamını yitirdi.” Dedi. Sabah gördüm dedim haberi. Abi bu ilk FETÖ iddianamesini hazırlayan savcıymış dedi. O zaman önemli bir vurgu başına ekleyelim haberin dedim. İlk İddianameyi hazırlayan savcı kamyon kazasında yaşamını yitirdi. İlk tweet böyle atıldı zaten. Sonra tam bunu konuşurken videoya bakan arkadaşımız abi görüntü geldi dedi. Benim o sırada bilgisayarım bile daha açılmamıştı. Gittik hep beraber görüntüleri izledik. Görüntüler korkunçtu, kamyon resmen aracı biçmişti. Feci bir ölümdü. Gazeteciliğin temeli de şüphedir. Aklıma o an Susurluk kazası bile geldi. Merak işte, acaba olabilir mi? Çünkü yan yoldan geliyor olmayacak bir şekilde sizi eziyor. Susurluk geldi aklıma şüphe duyduk ve kamyon biçti aracı diyelim dedik. İlk iddianameyi hazırlayan savcı olması haberin önemli bir unsuru. Onun olması şüphe uyandırıyor. "İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti" şeklinde yaptığımız haber twitterdan duyuruluyor. Zamanla yarışılıyor ve hızlı bir şekilde atılıyor ama oradaki aracını kelimesi konulmamış ya da silinmiş ve yahut sığmamış orası net bilmiyorum ama haberi retweet yapmak için bekliyorum, haberin twitterdan duyulmasını. Atılış şeklini gördüm zaten hemen koştum sildirdim. 10 metre var aramızda editörle. Hiç art niyet yok. O görüntüleri izleyip ertesi gün hepsi Yenişafak suikast diye başlık attı. Suikast deyince tehdit etmiş olmuyor mu diğer savcıları? Yani haberin içinde böyle bir şey yok benim başlığımda böyle bir şey yok. Kaldı ki bu konuda insanlık utancı olan iğrenç tweetler atan FETÖ’cüleri ayrıca eleştirdim ve çok sert haber yaptım. Ayıptır ölen bir insanın arkasından böyle konuşulur mu diye atılan bir çok tweeti bizzat eleştirdik. Sonra küçük bir hata başımıza gelmedik şey bırakmadı.

Anladığım kadarıyla siz de zaten etik bulmayıp anında sildirmişsiniz o paylaşımı…

Böyle bir şey olabilir mi? Art niyetle yapılabilir mi böyle bir paylaşım. Bu kadar gaddarlık olabilir mi? Orada bir hata vardı ve anında düzelttik. Bir de başlık diyorlar asla ne haberin başlığı ne de içeriği böyle değildi. Tamamen acele ile atılan bir tweet ve büyük bir yol kazası. Ayrıca twitterda biliyorsunuz 140 karaktere sığdırma zorunluluğu var, bundan dolayı da bazı kelimeler atılınca böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Dediğim gibi namusu, ahlakı olan hiçbir gazeteci böyle şeyi bilinçli yapmaz. Biz mesleğimizi her zaman en ahlaklı şekilde yaptık.



“AYNAYA BAKIP KENDİSİ UTANSIN”

Bu konuya siz girmek istemiyorsunuz ama ben yine de değinmek istiyoruz az öncede belirttiğim gibi Nedim Şener’in Orhan Erinç’e seslenerek attığı tweet de epey ses getirmişti o süreçte.

Gerçekten bu konuya asla girmek istemiyorum. Ciddiyeti yok benim nezdimde, almıyorum da. Aynaya bakıp kendisi utansın. Bana söyleyecek söz kalmadı, insanlar zaten gerekeni söylemiş. Bana da haberleri geldi, hiç de bu konuya dair konuşmadım. Herkes kendi işine bakmalı, kendi gazeteciliğine. Acaba ben ne kadar işimi doğru yapıyorum. Diye

Nedim Bey aradı mı sizi?

Hayır aramadı… Bu konuyu geçelim.

“O YÜRÜYÜŞ ADALET İÇİN ÇOK ÖNEMLİ”

O halde adalet yürüyüşüne gelelim. Ana muhalefet ilk defa sokakta. İlk kez ana akım bir parti, üstelik cumhuriyetin kurucusu olan CHP, milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından yürüyor hem de Ankara’dan başlayan yürüyüş İstanbul’da son bulacak. Desteklendiği kadar eleştirilen de o “Herkes için adalet yürüyüşü”nün sizde bir anlamı var mı?

Çok değerli buluyorum, çok önemsiyorum. Bu gerekliydi. Bunun Türkiye için bir hareket yaratacağını, bazı şeyleri değiştireceğini düşünüyorum. İnsanları isyan ettirecek noktaya gelmiş bir adalet sisteminin düzelmesi şart. Yargıçların gerçekten vicdanlarını dinleyeceği, gerçek hukuk kurallarına göre hareket edeceği bir adalete hasret kaldık. O nedenle önemli ve bir ilk. Ben o yürüyüşün adalete büyük katkı sağlayacağı inancındayım.



“ONA DÖN DE DİYEMEM KAL DA DİYEMEM”

Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına kadar uzanan süreç aslında MİT TIR’ları haberi ile başladı. O haber Cumhuriyet’te yani sizin gazetenizde yayımlandı. Ama haberi yayımlayan isim, dönemin genel yayın yönetmeni Can Dündar, Almanya’da. Berberoğlu’nun ismini veren de o aslında. Haber kaynağını açıkladı. Herkes bedel öderken Dündar’ın Haberinin arkasında durmayıp orada olması tuhaf değil mi? Mesela Ahmet Hakan da köşe yazısında orada kahramanlık yapmaktan vazgeçip dönmeli diyor…

Bu Can’ın kendi kararı. Ben ne dönsün ne de dönmesin diyebilirim. Böyle bir hakkım yok. Ama şunu söyleyebilirim. Karşısında herkesin korktuğu, çekindiği, talimatlarını yerine getirdiği ve “bunu senin yanına bırakmayacağım” diyen bir insan var. Gelip de kime neyi nasıl anlatacak? Ya da kendini savunma hakkını bulabilecek mi? Nelerin yaşandığı ortada. Hepsini gördük yaşadık. Bugün Cumhuriyet Gazetesi’nden ben dahil 13 kişi hiçbir suçumuz olmamasına rağmen içeriye tıkıldık. Ben şimdi serbestim ama 12 arkadaşım hala içeride. Bunları da görmezden gelemez kimse.

“EN BÜYÜK CEZA NEDEN İÇERİDE OLDUĞUNU ÇOCUĞUNA, TORUNUNA ANLATAMAMAK”

Bu süreç sizi korkuttu mu? Mesela cezaevinden sonra düşüncelerinizde ne değişti. Şu an korkuyor musunuz bir şeylerden, kendinizden, gazetenizden?

Korkmuyorum diyen insan var mı ya da korkmamak mümkün mü? İnsanlar artık canından korkmuyor ki bunların iftiralarından, onursuzlaştırılmaktan, ailelerine gelecek zarardan endişe ediyor. Mesela yurtdışından gazeteciler geliyor, onlar da bize aynı bu soruyu soruyor. “KORKUYOR” musunuz diyorlar. Eee insanız hepimiz korkuyoruz tabii. Suçsuz yere hapse giriyorsunuz düşünsenize. İnsan bir saat bir odada kalsa tüm imkanlarına ve rahatına rağmen sıkılıp dışarı çıkmak isterken evinde, siz cezaevinde demir parmaklıklar ardından gökyüzüne hasret gün sayıyorsunuz. Böyle bir durumda yok ben çok cesurum korkmam demezsin herhalde. Bakın arkadaşım daha cezaevinde neden olduğunu çocuğuna anlatamıyor. Hapse kim girer? Hırsız girer, katil girer, yolsuzluk yapan, büyük suç işleyenler girer. Çocuğun babası hapse girmiş. Çocuk daha 8 yaşında ve şunu düşünüyor; benim babam demek ki kötü bir şey yaptı, büyük bir suç işledi ki hapse girdi. Siz şimdi bu çocuğa babasının neden içeride olduğunu nasıl anlatacaksınız. Düşünsenize hem o çocuğun hem o babanın yaşadığı psikolojiyi. En büyük acı bu, çocuğuna bile anlatamamak. Mesela ben büyük kızıma neden içeride olduğumu anlattım ya da yakınlarım anlattı ama torunuma anlatamadım. Anlayacak yaşta da değil. Ben şimdi torunuma neden içeride olduğumu nasıl anlatacağım? En büyük ceza bu. İnsana en çok bu koyuyor, bu dokunuyor. Yoksa içeride yatarsınız beş yıl 10 yıl. Bir şey yapmadan hapis yatmak o kadar acı ki, bunun tarifi yok. Mesela yeğenim 10 yaşında soruyor ablamlara, “dayım neden içeri girdi” diye. Şimdi bu çocuğa gel de anlat, nasıl anlatacaksın? O minik dünyasında, çocuk aklıyla demek ki bir şey yaptı ki içeri girdi, suçlu diye düşünüyor. En acısı bu. Suçun sadece yazmak. Ee bırakın da yazsın insanlar. Silahı eline alıp adam öldürmemiş, eylem yapmamış, sadece yazmış bunun neresi suç? Dünyanın neresinde gazetecilik yapmak suç olarak görülüyor? Kimse bu ülkenin kötülüğünü istemiyor ki, gazeteci niye istesin. Gazeteci ileri demokrasi ister. Daha iyi bir ülke ister. Şimdi sen korkarsan, ben korkarsam yazmazsan bu haksızlıkları, olanları bitenleri, her şeyi görmezden gelirsen gazetecilik denilen mesleğe ne gerek var? Biz doğruları yazmaya devam edeceğiz. Bakın şu akademisyenlerin durumuna. Ne vahim. Ayrıca insanlar işsiz, kimse iş vermiyor. 30 -40 yaşında gençliklerinin en verimli çağlarında insanlar meslekten ihraç ediliyor. Ne FETÖ ile ilgileri var ne bir şey ama hiç suçu olmayan da onlarla ilgisi olmayan da yakılıyor. Mesela bildiriye imza atanlar. Efendim barış istemek suç mu? Barış istemek suç oldu bu ülkede. Bırakın akademisyenliği, öğretmenliği bu kişiler çöpçülük bile yapamıyor. Aman ihraç edilmiş diyerek bunlara vebalı gözü ile bakıyorlar. Bunların çoluğunu çocuğunu kimse düşünmüyor. Yaşam hakları ellerinden alınıyor. Nefes alamıyor insanlar. Bunun vebali ağırdır.



“ADALET BİRGÜN HERKESE LAZIM OLACAK”

Az öncede söylediğiniz gibi 12 yazarınız halen içeride? Peki, sizce bu süreç nereye kadar gider, bir öngörünüz var mı?

Karamsar olmamak lazım. Ne olursa olsun enseyi karartmayacağız. Bakın az öncede söylediğim gibi bu adalet yürüyüşü çok önemli. Bir gün adalet herkese lazım olacak. Nitekim bunu yaşadık gördük. Zamanında insanlara kumpas kuranlar bugün adalet arar oldu. Nerede oldukları ortada. Şimdi bu adaletsizliğe neden olanlar zannediyor ki adalet onlara hiç lazım olmayacak. Ama herkese lazım oluyor. Tarih de tüm bu yaşananları yazacak. Tarihe baktığımızda geçtiğimiz tüm bu baskı günleri geride kalıyor ama tarih bunları yazıyor. Adalet için mücadele edenler tarih sayfalarında kahramanlaşırken adaletsizliği yapanlar lanetleniyor. O yüzden çocuklarınıza, torunlarınıza bir ad bırakacaksanız bu mücadelenizde adaletten yana mısın, vicdanın var mı buna bakacak. Buna göre tarih Değerlendirecek. Kimler vicdanlı, kimler adaletten, iyilikten, dürüstlükten yana olmuş. Tarih bunu değerlendirecek. Hiçbir şekilde kötülük ömür boyu sürmez. Mutlaka her şey değiştir. Bıçak kemiğe dayandığı vakit insanlar ya nereye gidiyoruz diyecektir. İşte bugün o sorunun sorulduğu gün. İnsanlar bu kadar adaletsizlik karşısında nereye gidiyoruz diyor. Benim yaşadıklarımı birçok insan gördü. Kendi yandaşları bile buna isyan etmişler. Bakın bakın bir insan haksızlığa uğruyorsa kim olursa olsun insanlar ırk, din, mezhep ayrımı yapmadan haksızlığa uğrayan kişinin yanında olmalı. Haksızlıklara da karşı durmalı. Biz böyle gördük, böyle öğrendik. Düşmanım bile haksızlığa uğruyorsa ben onun yanındayım. Sayfalarımızda ona açık. Cumhuriyet bugün bunu yaptığı için bu haksızlığa uğruyor. Kimse “aman efendim” demediği için cezalandırılıyor. Ben hakime de vicdanınıza yakın karar verin dedim, o da vicdanına artık ne kadar yakın karar verdiyse beni tutuklattı. Ama bu ülkede vicdanlı hakimler de hala çok fazla ve her zaman var. Adaletten yana hakimler de hala çok fazla. Birçoğu haksızca işten atıldı, zor durumda bırakıldı ama haklı her zaman kazanacak. Sorun bizde değil adalet sisteminde. O neden Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşüne herkes destek vermeli, çünkü adalet herkese lazım olacak. Bu kumpasları hazırlayanlara, talimatla iş yapanlara da…