23 Haz 2010 16:11 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:24

ÇETİN ALTAN'IN DOĞUM GÜNÜ! USTA GAZETECİ KAÇ YAŞINA GİRDİ?

Milliyet gazetesi yazarı Çetin Altan bugün yaş gününü kutluyor. İşte o ilginç yazısı.

84...

Sanki her bebek, kaç basamaktan ibaret olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceği, görünmez bir ömür merdiveniyle doğuyor.
* * *
Bendenizin 30’undayken, aklıma mı gelirdi 83’ünü de bitirip 84’üne basacağım.
45’ine bastığımda da öyle bir olanağım yoktu, 70’ine bastığımda da...
85’ine basıp basamayacağımı, bilme olanağım da yok bugün...
* * *
Orta yaşlardaki kibar dostlar:
- Daha nice nice yıllara, diyorlar; sizi çok iyi gördüm, diyorlar.
Azrail’in tırpanının üstüme doğru kalkmış olduğunu, unutturmak istiyorlar bendenize.
* * *
Şayet ömür merdiveninin son basmağındaysam ve “85...” başlığını hiçbir zaman yazamayacaksam, çok doğal karşılayacaklardır bunu da:
- Zaten 80’ini çoktan aşmıştı, diyecekler...
* * *
Ünlü halk deyimlerini de unutmamak gerekir:
- Yaş yetmiş, iş bitmiş... Ahı gitmiş, vahı kalmış... Bir ayağı çukurda...
* * *
Eskiden bendenize kimse:
- Sizi çok iyi gördüm maşallah, demiyordu.
Şimdi ise günde en az birkaç kez duyuyorum böyle bir saptamayı.
* * *
Orta yaşlardaki dostlar da ne desinler yani:
- Amma da moruklaşmışsın, amma da çökmüşsün mü, desinler?
* * *
Cahit Sıtkı, daha 35’indeyken yazdığı şiirde:

Yaş otuz beş, yolun yarısı eder;
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Diyordu.
* * *
Cahit, 47’sinde söndü gitti. 35’indeyken sadece 12 basamağı kalmıştı görünmeyen ömür merdiveninde.
* * *
Ahmet Haşim de, görünmeyen o ömür merdiveninin şiirini yazmıştı:

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak...
* * *
Ne Victor Hugo alabildi kendini 82’sinde, artık çok yorulduğunu ve başka basamak çıkmak istemediğini yazmaktan; ne Yahya Kemal, vazgeçebildi:

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç...
Demekten.
* * *
“Küçük Asya” yarımadasının, özellikle son yüzyılında; angutçasına çektirilmedik acı bırakılmadı şairlere, yazı adamlarına, sahne sanatçılarına, ressamlara, hatta Ruhi Su gibi müzisyenlere ve birçok akademisyene...
* * *
Büyükannelerinin yaş günlerinde, büyükbabalarının kendilerine bir gül dahi sunmadığı torunlar; özellikle Hazine’den geçinmeli bir “mevki sahibi” olduklarında; kendilerini ve uydurdukları hamasi sloganları yüceltmeye zorunlu, bir propaganda borazancısı olarak görüyorlar sanatçılarla, akademisyenleri...
* * *
Yoksa onları “hain” ilan ediyor ve ezmeye kalkıyorlar başlarını.
Tam bir barbarizm, üstelik de “uygarmış” imajlı.
* * *
Sanat ve bilim ise; yerelin toprağı, güneşi ve yağmuruyla yetişmiş, İNSANLIĞIN ortak bahçelerine ait değişik bir çiçekler tarhıdır.
* * *
Ayakları bakımsız milyonlarca kadının yaşadığı diyarlarda; sanatla bilimin değerini algılayacak siyasetçi kafası, çok zor çıkar.
* * *
Her şeyin bir bedeli var.
84’üne bastığında, tek ayağın üstünde öteki ayağını 90 derece öne kaldıramıyorsun.
* * *
Şimdi bir de kadınlarının ayakları bakımlı dünyalarda; adam başına düşen yıllık “ulusal gelir” birimlerine bakalım:
1- Lüksemburg, 77 bin dolar.
2- Norveç, 66 bin dolar.
3- İsviçre, 50 bin dolar.
4- ABD, 45 bin dolar.
5- İsveç, 40 bin dolar.
6- İngiltere, 37 bin dolar.
7- Fransa, 34 bin dolar.
8- Almanya, 34 bin dolar.
9- Yunanistan, 21 bin dolar.
10- İsrail, 18 bin dolar.
* * *
Ya Türkiye?
7 bin doları henüz aşmakta ve “ulusal gelir dağılımı” açısından da; İstanbul’la, Ardahan arasında yüzde 1300 bir fark bulunmakta.
* * *
Her şeyin bir bedeli var.
Uzun yaşadığında, ağzındaki protezlerle elmayı ısıra ısıra yiyemezsin; kaldırımın ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini her zaman göremezsin; hızlı ve geniş adımlarla yürüyemez, koşamazsın; v.s...
* * *
“Onlar-biz” ayrımıyla, kendi tek çanaklık sefertasın içinde; “Türk’e Türk propagandası” yapa yapa, daha küçücük yaşlarda beyinleri dondurmaya kalktığında da; değişen, küreselleşen ve şeffaflaşan “uzay çağı”nın sabah esintileri önünde, çalkantılardan kurtulamazsın...
* * *
Günlük yaşam bir balıkçı lokantası...
Taze balıklar vitrinde, bayatlar çöp tenekesinde...
* * *
“Yazı”ya layık olma özeniyle hayatı hak etmeye çalışmış bir kalem; ona sevdalanmış eli de, taze tutmaya uğraşıyor ama; ona da Doğa, ömür merdiveninin basamakları bittiğinde:
- Yeter, bu kadar; diyor.
* * *
Ve hergele bir mizahçı da:
- Bir yazar, gelmek istediği yere geldiğinde; artık gitme zamanıdır, demekte...

Çetin Altan/Milliyet