CENGİZ ÇANDAR'IN YAZISINI ERDAL ŞAFAK YAYINLAMADI! DİNÇ BİLGİN'DEN ANDIÇ İTİRAFI!
28 Şubat sürecinde Sabah Gazetesinin sahibi olan Dinç Bilgin ilginç itiraflarda bulundu.
Dinç Bilgin, “Basın, Genelkurmay’ı, yarı ilahi bir makam gibi
görüyordu. Medya, 4. güç olmanın ötesine geçti.” diyor. 28 Şubat’ın
sivil ayaklarına dikkat çekerek “Yine darbe yapabilirler.”
uyarısında bulunuyor.
Ünlü medya patronlarından Dinç Bilgin, televizyon ve gazetesini
kaybetti, yargılanıyor. Adliyeden ayağının tozu ile geldiği
Sarıyer’deki (kızına ait) Boğaz manzaralı bir villada, sadece 28
Şubat sürecini değil, yakın siyasi tarihimizde medya-iktidar ve
özellikle de asker-medya ilişkilerini konuştuk. Canı yanmış ancak
çok da can yakmış bir medya patronu olarak sorularımıza mümkün
olduğunca açık cevaplar vermeye çalışıyor. Bazı cevapları ‘off the
record’ oluyor. Bilgin, “Basın, Genelkurmay’ı, yarı ilahi bir makam
gibi görüyordu. Medya dördüncü güç olmanın ötesine geçti.” diyor.
28 Şubat’ın sivil ayaklarına dikkat çekip “Ellerinden gelse yine
darbe yaparlar.” uyarısında bulunmayı ihmal etmiyor. Fethullah
Gülen’i hedef alan kaset olayında, ATV’nin kritik noktalarının ele
geçirildiği itirafında bulunuyor.
1940 doğumlu Bilgin’in İzmir’de Yeni Asır’da başlayan gazeteciliği,
İstanbul’da Sabah’la zirveye ulaşıp 28 Şubat 1997 sürecinde
noktalanıyor. Yarım asrı geçen meslek hayatında olağanüstü
dönemlerin hem tanığı hem de içinde olan Bilgin, 28 Şubat’ın basın
aktörlerinden de biriydi. Turgut Özal’la Sedat Simavi’nin büyük
kavgasının canlı tanığı oldu. İşte Bilgin’in ağzından bir dönem
içinde olduğu Türk basınının demokrasi sicili…
-Türkiye’de basın kaçıncı kuvvet? Erol Simavi, Turgut
Özal’a mektup yazıyor. ‘Basın birinci kuvvet’ diyor?
Gazeteyi satmaya karar vermiş. Öyle farz ediyor kendisini.
-Farz ediyor mu, öyle mi?
İnsafla bakıp söyleyeyim size. Nasıl Sovyetler Birliği’nde troyka,
yani rejimin üç ayağı Kızılordu, KGB ve partidir. Türkiye’de de
işte asker, yargı var, üçüncü ayak olmaya da basın heveslendi.
-Siz de heveslendiniz mi?
Benim öyle hiç meraklarım olmadı. Ankara’ya hiç gitmedim. Hiçbir
bakanla konuşmadım, hiçbir bürokratla temasım olmadı. Ama gazete
çalışanları için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Onlar merak
saldılar. Tansu Hanım (Çiller) telefon açıyor Zafer’e (Mutlu),
Zafer mest veya Mesut Yılmaz telefon açıyor Ertuğrul’a (Özkök),
Ertuğrul mest. Özel haber alıyor ama önemli insan olmak hikâyesi
var ya… Medya, dördüncü güç olmanın ötesine geçti, çok sorumsuz
hâle geldi gazeteciler. Her şeyin ayarı kaçtı, basın da laçka oldu,
laçkalığa yardım etti. Enerji şirketleri özelleştirilecek,
bakıyorsun, bütün medya patronları ihaleleri aldılar. Sanki Türkiye
paylaşılıyor ve kendilerine güç vehmeden medya patronları da ondan
pay alıyorlar ama pay almakta da kendilerini bir yerde haklı
görüyorlar. Böyle garip bir Türkiye oldu.
-Kendinizi hiç sorguluyor musunuz 28 Şubat süreciyle ilgili
olarak?
Evet, gerektiği kadar demokrat olamadık. Rekabet dönemi vardı.
Onların partisi, bunların partisi… O işten hiç hoşnut değildim.
Yılmaz’a ulaşmaya çalıştım ama yapamadım. Bizdeki politikacılar da
politikacı değil. 28 Şubat öncesi üçlü bir sonuç çıktı. O tarihte
gazetecilerin genetiğinde de Refah radikal bir unsur, tu kaka! İşte
hükümet kurabilecek partiler Refah dışındakiler. İşlemiş kafalara
bu.
-Askere neden boyun eğiliyor kolayca?
Mesela, Adnan Bey’in (Menderes) yanında gezdirdiği evlatlığı Etem
Menderes, adama ihanet edebiliyor. Çünkü korkuyor, askerler var,
‘Onlar daha güçlü’ diyor. Güce tapınma hikâyesi. Rahmetli Adnan
Bey’in akrabasını asmışlar İstiklal Mahkemelerinde. Kan var işin
içinde, silah var.
-Sadece baskı ile açıklanabilir mi?
Politikacı olmak için bir yerde askerle veya cuntacı ile temasın
olması gerekiyor. Gücün yanında yer aldığın zaman bir adım öne
çıkıyorsun. Türkiye’deki fenalık o. Bazı gazeteciler için genel
geçer bir durum bu. Bir devir de tamamı için geçerli.
-Sabah da aynı genel geçer durum içinde miydi?
Biz gazeteciliği daha profesyonel olarak ele aldık. Zafer (Mutlu),
“Biz buraya dükkân kurduk, para kazanmaya çalışıyoruz.” dedi.
Doğruydu ama başına iş açtı. Öbür türlüsü ne? Biz para kazanmaya
bakmıyoruz, hükümet kurmaya, düşürmeye bakacağız. Gazete çıkarma
işi profesyonel bir iş. Bunu iş almazsan çok tehlikelidir. Şimdiki
Türkiye’nin hâli… Bunu iş olarak ele alan çok az. Sistem kendi
içinde fon oluşturmadığı için başkalarının eline bakıyorlar. Sabah,
ilk çıkışında çok güçlüydü. Banka işine bulaştım, birden devlet
benim başıma bulaştı. Gazeteyi yapan adamlar başka iş
yapmayacaklar, tek işleri gazetecilik olacak.
-Bu işlere karışan askerler tutuklanıyor.
Onlarınki ayrı konu, onların üzerine gidilmesi lazım. Çünkü
ellerinde silah var. Sizle ben konuşuyoruz ama burada tabancam olsa
benimle rahat konuşamazsınız. Milletin verdiği silahı gözünü
kırpmadan millete çevirecek adamların mutlaka cezalandırılması
lazım. Ne derseniz deyin, ibret için cezalandırılması lazım.
-Kasetler çıkıyor, bazı rütbeliler “Cezaevinden çıkar
çıkmaz çocuklarına kadar hesap soracağız.” diyor. Bunları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İmkân olsa Türkiye’de darbe yaparlar. Ama öyle bir ortam yok,
yaparlarsa başlarına kötü şeyler geleceğini gördükleri için
yapmazlar zannediyorum. Bundan sonra cinayet işlenmeyecek mi?
İşlenecek ama cinayete, cinayet diyeceğiz artık. 27 Mayıs bir
cinayet değil mi? Cinayet ama bunu söyleyemiyorduk, eskiden bayram
diye kutluyorduk yav! Nereden nereye geldik?
-Ya gazeteciler…
Eskiden askerle gazetelerin ilişkisi Ankara büroları üzerinden
kurulurdu. Bazı gazeteciler bu işten hoşlanıyordu ve palavrasını da
yapıyordu. Bir temsilci, Ankara’da lokantada kafa çekiyor. Patronu
“Neredesin? Sana ulaşamadım.” deyince “Şimdi Genelkurmay’dan
çıktım.” diyor.
-Siz Genelkurmay’a gitmediniz mi?
Bir kere... Çevik Bir yemeğe çağırdı. Kapılarda karşılandık. Erol
Özkasnak’la Çevik Bir geldi. Yazarlardan şikâyet ettiler. Çetin
Altan’ın yazılarıydı konu. Ben de “Çetin Altan, Türkiye’deki az
sayıdaki entelektüelden biridir.” dedim. Sinirlendiler. Dosyalar
getirildi. Hürriyet Grubu… Yazar yazmış… Altında Genelkurmay’ın
notu. Dinç Grubu demiş, işte not düşmüş. “Bu nedir?” dedim.
Özkasnak, “Bunu kor ve üstü generallere servis yaparız.” dedi.
“Bizim ordunun kor ve orgeneralleri böyle mi okur gazeteyi?” diye
tepki gösterdim. “Nasıl okusunlar?” dedi. “Gazeteyi böyle alırsın
(eliyle gösteriyor), açarsın, keyifle okursun. Bizim orgeneraller
okuduklarını anlamaktan aciz adamlar mı ki arkasına yazıyorsunuz?”
dedim. Onun üzerine Çevik Bir, “Türk ordusu, Türk milletini,
devletini kuran ordu falan…” diye söze girdi. Yemek için salona
geçtik. Allah’tan Erol Özkasnak gelmedi. Yemekte de Kürt meselesi
konuşuldu. Kürtler şımartılırsa iyi olmayacağını söyledi Bir.
-Genelkurmay’da kavga ediyorsunuz ama kendi
meslektaşlarınız olan Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ı
andıçladınız.
Doğrusunu anlatayım. Birand televizyon programı yapıyor, Sabah’a da
arada sırada yazıyordu. Bizim kadrolu elemanımız değildi. Çandar’ın
işine andıç yüzünden son verdiğimiz doğru değil. Andıca inanmadık.
Birkaç gün yazısını kestik, sonra devam etti. Çandar’a tehditler
gelmeye başladı. Akın Birdal’ı da vurdular. Onun üzerine Çandar’ı
Amerika’ya gönderdik, bir sene baktık. Cengiz’in Sabah’tan
ayrılışı, hapse düştüğüm sırada oldu. Nazlı Ilıcak andıç
belgelerine ulaştı. Çandar da bir yazı yazmak istemiş, o yazıyı
koymamışlar. Yazıyı koymayan bizim Erdal Şafak, işin ironik yanı da
bu.
-Andıcın yayımlanması Türk medyası için bir facia değil
mi?
Facia tabii. Biz yurtdışındaydık, Fransa’da tatilde. Zafer Mutlu da
benim yanımda. Telefonla bildirdiler, sürekli telefonlar gelmeye
başladı. Zafer’e “Aç Ertuğrul’a söyle, böyle bir şeyi
yayımlamasınlar.” dedim. Zafer açtı Ertuğrul’a “Yayımlamayın.”
dedi. O da “Tamam.” dedi. Öğle saatleri, yine dünyevi
dertlerimizden uzak, yemekteyiz. Arkasından Zafer’e bir
telefon; Ertuğrul, “Biz yayımlayacağız.” dedi. Ben “Aydın Doğan’ı
bağlatın.” dedim, bağlatmadılar.
-İlk defa Kanal D’de yayımlıyor.
Türkiye garip bir ülke. Gazeteci milletinin en aşağılık şantajcısı,
dürüstlük sembolü olarak görülüyor. Bazı gazeteciler bütün hayatı
boyunca haber yapmama parası aldı ondan bundan. Haber yapma değil,
yapmama parası! Böyle bir ülke Türkiye. Sonra başyazarları
“Hainleri tanıyalım” diye yazı yazdı ve Cumhuriyet Halk
Partisi’nden milletvekili oldu, gitti.
-Siz söylüyorsunuz üç ayak var: Asker, yargı ve medya...
Askere soruluyor, diğer ayaklara da soruşturma uzanmalı
mı?
En önemlisi yargı ayağı. Gazetecilere bulaştırmadan,
meslektaşlarımı yine koruyayım, yargı ayağına da bakmak lazım.
Davaları açan savcı Savaş Vural, 367 sersemliğini çıkaran Sabih
Kanadoğlu, bunlardan hesap sorulmalı.
-Bazıları ‘Cadı avı olmasın’ diyor. 28 Şubat bir cadı avı
değil miydi?
Her devirde olmuş bu iş. Düşünün Türkiye’nin en önemli hukuk
profesörü, genetik olarak faşist, askerci. Zavallı Menderes,
Demirel ne yapacak bunlara? Şapkasını aldı, gitti.
-Ama 28 Nisan’da 27 Nisan’a cevap verildi.
Evet, bir öğle yemeğindeydim. Cemil Çiçek konuşurken, “Bu adam ne
diyor?” diye sesler yükseldi. Böyle bir şeyi doğal
görmüyorlardı.
-28 Şubat’ta bu işin karşılığı ne oldu, medya
açısından?
Maddi tarafı için bir şey diyemem ama gücün yanında olmazsan fena
olur ha! O tehdit olmuştur. Bir de samimiyetimle söyleyeyim,
Refah’la Tansu Hanım’ın koalisyon yapması büyük bir hayal kırıklığı
oluşturdu. Bütün dünyada da bu böyleydi. Zamanın ruhu farklıydı.
Batı’da da soru işareti vardı. Tansu Hanım bizi kandırdı.
Bilderberg toplantısındaydım o dönemde. 1996 veya 97... Konu
Türkiye idi. Bütün önemli adamlar orada. Hillary Clinton, başkanın
temsilcisi, Hollanda Kraliçesi… Türkiye nereye gidiyor? Kaygılar
dile getirildi. Clinton’la oturduk. Selahattin Beyazıt, Clinton’a
birden “Tansu senin arkadaşın.” dedi. Clinton döndü, “Benim
arkadaşım değil.” dedi, aldatılmış havasında.
-Refah-Yol’un ekonomi politikaları iş dünyasını rahatsız
etti mi?
Onlar abuk sabuk şeylerdi.
-Ama en azından yürüyen bir çarka çomak sokmadı
mı?
Yürüyen devasa bir çarka soktuğu bir çıta. Ama öngörülmeyen biri
olmanın riskleri var Türkiye’de. Onları ülkeye taşıttırıyorlardı.
Bunun sonucu postmodern darbe mi olmalıydı? Asla olmamalıydı.
Askerler işin dışında kalmalıydı. Askerî müdahaleyle değil, seçimle
gitseydi muhteşem bir ülke olurduk.
-‘Türk basınının genlerinde darbecilik vardır’ sözünü siz
nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne zaman bu genlerle
oynandı?
Darbecilik değil de güçlünün yanında olma işi. Yani gerçek güç
askerde zannediliyor, askerî ve sivil bürokraside... Bizim
ülkemizde atanmışlar hep önde seçilmişlere göre. En büyük gürültü
milletvekili maaşlarında çıkar, yüksek bürokrasinin maaşları ile
kimse uğraşmaz. Öyle bir refleks mevcut. Ama bu yavaş yavaş geçiyor
Türkiye’de…
-İstanbul’a geldiğinizde ‘Hep sol görüşte gazetecilerle
çalışmak zorunda kaldım’ diyorsunuz. Bu, Sabah’ın çizgisini nasıl
etkiledi?
Seçme şansım yoktu. Hepsi 68 kuşağı, çok zordu tabii. O tarihte
ülkenin az sayıdaki okumuşu kendini milletten daha önde ve daha
imtiyazlı sayıyordu. Cumhuriyet’in meşhur “Halk sahile hücum edince
vatandaş denize giremedi.” dediği durum vardı. 27 Mayıs’tan bu yana
bu çizgi var ve devam ediyor.
-Yalan haberler nasıl kolayca
yayımlanabiliyor?
Dejenformasyon var ama gazeteci milletinin özensizliği ve drama
peşinde koşması da söz konusu. O tarihte haber kanalları fazla
değil. Gazeteciler inanmak istediğine inanıyor, şimdi de öyle ya,
ideolojik olarak taraf. Bir de DP’ye vurmanın riski sıfır. Asıl
korkunçluğu orada işte.
-‘Kıyma makinaları’ yalanı, Millî Birlik Komitesi (MBK)
bildirisinde yer alıyor.
Evet, tam öyle… O tarihteki gelenek uzun seneler sürdü maalesef.
Bunlar bir tür dezenformasyon yaparak toplumu manipüle ederek
insanların kafalarına bir fon çekmeyi bir metot, askerî bir metot
olarak gördüler. KGB’nin yalan haber verme servisi var ya, bizde de
aynısını yapma merakı.
-Ben bir gazeteciye sordum: “Siz iyi bir gazetecisiniz.
Önünüze gelen bu haberi nasıl yayımladınız? Çifte kontrol neden
yapmadınız? Hani cesetlerin fotoğrafı?” Aynı soruyu Uğur Dündar’a
da andıçla ilgili sordular? Cevapları aynı: “Genelkurmay’dan geldi,
yayımladık.”
Yarı ilahi bir makam olarak görülüyordu Genelkurmay. Maalesef öyle.
Sonra daha korkunç şeyler oldu. Menderes ve arkadaşlarını idam
ettiler, sonra idam fotoğraflarını sattılar. Hürriyet, en büyük
parayı verdi ve bastı o fotoğrafları utanmadan. Böyle bir şeyi
düşünebiliyor musunuz?
-Peki, bunu sorgulamak gerekmiyor mu? Adnan Menderes’in
idamı bir cinayet. Bunda gazetecilerin sorumluluğu yok
mu?
Askerlerin sorumluluğu derseniz daha doğru, şimdi basın da
sorgulanıyor. İşte sorguluyoruz. Tarihe bakın, bir sürü haksızlık,
yalan, hep böyle olmuş. Hürriyet’e Erol Simavi, Millî Birlikçi
Orhan Erkanlı’yı genel müdür tayin ediyor. Kendisini güçlü farz
ediyor onun yanında. Erkanlı, Yassıada komutanının hatıratını
yayımlamaya başladı, reklam yapıp. Basın tarihinin bana göre en yüz
kızartıcı olayıydı. Hürriyet’in satışı 200 bine düştü, yarı yarıya.
Yani müthiş bir tepki aldı. Simavi onun üzerine gazeteyi teslim
etmek zorunda kaldı abisine, o da geldi Erkanlı’yı kovdu. Bu tür
rezaletler hep oldu. Türk demokrasisinin şanlı bayraktarlığını
basın falan yapmadı doğrusunu söylemek gerekirse.
-Bu darbeci damar devam ediyor.
O, huyla ilgili. Halk Partili ise o huy çıkmıyor. Halk Partisi de
iflah olmuyor maalesef.
-27 Mayıs sonrası nasıl planlandı?
27 Mayıs’tan sonraki müesseselerle ve seçimle iktidar olmaktan
umudunu kesen Halk Partisi vasıtası ile inanılmaz bir askerî-sivil
bürokrasi hâkimiyeti kurdular. 27 Mayıs anayasası onu getirdi. Her
darbe teşebbüsü bu yapıyı daha da perçinledi.
-Erol Simavi, Oktay Ekşi, Orhan Birgit ve Altan Öymen gibi
bazı isimler askerliğini hep Ankara’da, Genelkurmay’da yapıyorlar.
Tesadüf mü?
Ülkenin kreması denilen takım, rahat askerlik yapmak için
Genelkurmay’la yakın olma merakındalar. 55-60 arasındaki dünyaya
baktığınız zaman da SSCB’deki yazarlar, gazeteciler hepsi hain
miydi, değildi. Rejimle işbirliği içinde olma mecburiyetinde
hissettiler kendilerini. Olmasalar da hapishaneye atılacaklardı. O
faşist rejim insanları o şekilde eviriyor. Diktatörlüklerde bütün
gazeteler diktatörün, bütün gazeteler onun için çalışıyor.
Türkiye’de de öyleydi iş.
-Hürriyet’e neden devletin gazetesi deniyor?
Öyle görünmekten hoşlanıyorlar. Devletten özel haberleri ilk alan
gazete hep o olurdu.
ATV’de kritik noktalar
tutulmuştu
-Fethullah Gülen’i yargısız infaz eden
kasetler ilk defa ATV’de yayımlandı. Ali Kırca “Düğmeye ben
bastım.” dedi. Medya grubunun başında siz vardınız. Sistem nasıl
işliyordu?
ATV’de ve diğer televizyonlarda yayımlandı. O tip kasetler veya
ordudan bir bildiri geldiği zaman Ali Kırca’nın böyle sesi değişir,
ekranda yazılar geçer, ben ona illet olduğum için gürültü patırtı
ederdim. Ancak gürültü patırtı edebilirdim. Haberin başında o zaman
Ayşenur Aslan vardı. Belli, kilit noktaları tutmuş vaziyetteler.
Kasetler geliyordu. Yalan falan olduğunu fark etmedim onların.
Gerçek olduğuna inandım.
-Rahatsız olduysanız neden engellemediniz
peki?
Kasetlerden yayımlanınca haberim oldu. Patronluğumun şekli
değişmişti. Gazeteler endüstri kuruluşu hâline geldiler. Zamanımın
yarısını yurtdışında geçiriyordum. Haber toplantısına falan
girdiğim yoktu.
-Sizden sonra kimdi bir numara?
Gazetede Zafer Mutlu, televizyonda Ayşenur Arslan’dı.
-Hiç sormadınız mı bunlar nereden geliyor? Çünkü karşıda da
yargısız infaz yapılan bir kişi var.
Bakın şimdi, bugün Suriye’de Beşşar Esed ile ilgili haberlerde
aşırı şeyler de olsa ‘Acaba’ deme içgüdüsü var mı? Yok! Çünkü o ‘tu
kaka’ edilebilir kişi. O günlerde Refah için durum böyleydi.
-Gülen için…
Evet, onun için de öyleydi.
-Sabah’ta bir manşet hatırlıyorum: “Öcalan’dan sonra
İmralı’ya Gülen gidecek.” Nasıl atılıyordu manşetler?
O günler işin zıvanadan çıktığı günlerdi. Genel teamül öyleydi.
ATV, Show, Hürriyet, Sabah hepsinde çıkıyordu.
-Neden siz dur demediniz?
Demokrat olamadık, yapamadık, beceremedik işte.
-BÇG (Batı Çalışma Grubu) ismini ne zaman
duydunuz?
Valla son senelere kadar farkında değildim.
-Dezenformasyonun kaynağını merak etmediniz
mi?
İşi yapanlar aleni yapmadılar. Kimse, ‘Size uydurma haber
gönderiyoruz, güzel güzel gösterin, kullanın’ demedi. Zaman zaman
oluyor, “F -16’lar falan dağı bombaladılar” diye haber geliyor,
herkes kullanıyor. Kimsenin bu haberleri irdeleme gücü var mı? Aynı
şeyi bugün de yapıyoruz
AKSİYON
Yatırım Değeri 61 Milyon Tl! Referans Bakırköy’de Metrekaresi5 Bin
Tl!
Bu KanunTaşları Yerinden Oynatacak!
Bu Proje YüzdeYüz Kazandırıyor!
TokiSulukule Konutları Danıştayda!
Gyoder Kentsel Dönüşümün Rant Olarak Görülmemesini
Düşünüyor!
TokiTurkuaz Polsan’da 650 Tl Taksitle!
Toki’den 20 BinLiraya DükkanYabancılar Mülk Alırken Turizm
Bölgelerine İlgi Gösterdi!
‘Tırtıl’ Türkiye’de Milyar Dolarlık Yatırım PeşindeElde Avuçta
NeVarsa Sa-Tı-Yor!
AkbankKonut Kredisi 1491 Tl Taksitle!
Sulukule’den Sonra Fener-Balat-Ayvansaray Projesi İptalEdildi!
Cellini Dream Wave Yuvarlak Yatakla Uykunun Tadına
Varın!
Osram Led Işık Koçtaş Mağazaları’nda Alıcıların
BeğenisineSunuluyor!
Mamak’a 5400 Konut Yapılacak! Ahmet Haluk Karabel KentselDönüşümü
Başlattı!
Emlaktasondakika.Com Sektörün Kurumsal İletişimKoordinatörlerini
Bir Araya Getirdi