20 Oca 2015 16:51 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:01

Cengiz Çandar'dan çarpıcı açıklamalar! Köşe yazarlığını bırakıyor mu?

Radikal Gazetesi’nin usta yazarı Cengiz Çandar Medyaradar’ın usta röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Çandar, son günlerin en çok merak edilen “gazeteciliği bırakıyor mu” sorusunun yanıtını da verdi. Medyanın bugünkü durumu konusunda da çarpıcı açıklamalar yaptı. İşte o bomba söyleşi…

Hiç kimse umutlanmasın… Ve hiç kimse de üzülmesin… Çünkü usta yazarın hiç niyeti yok bir yerlere gitmeye… Neden böyle başladım diye merak edenler için açıklayayım. Radikal Gazetesi köşe yazarı Cengiz Çandar geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazı ile tüm dikkatleri üzerine çekmişti.
Usta yazar, “Kendini gazetecisizleştirmek”… başlıklı yazısında, 2014 yılının gazetecilik muhasebesini yaparken, hayli karamsar bir tablo çizmişti. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi “herhalde bırakıyor” diye düşünmüştü… Ama işin aslı hiç de öyle değilmiş. Bu konu ile ilgili bütün gelişmeleri röportajımızın içerisinde okuyacaksınız…

Gelelim bu röportajın benim açımdan önemine… Bu yazıyı yazdığı günden beri peşindeydim Çandar’ın… Ama ne telefonlarımı açıyor ne de attığım mesajlara dönüyordu. Röportaj yapacağım kişiye kafayı taktığım zaman ne kadar ısrarcı olduğumu bir ben, bir Fatih Altaylı bir de Allah bilir. Ama açıkçası Usta yazara ulaşmak konusunda umudumu yitirmiştim. Ta ki Agos Gazetesi önündeki Hrant Dink’i anma törenine kadar. Çandar’ı tören alanında görür görmez bir derin oh çektim! Sonrası biraz karmaşık, biraz zor ama sonu güzeldi. Agos’un önü hınca hınç dolu bir halde tören devam ederken; bir baktım ki Çandar kayıp… Gazete binasına doğru girdiğini fark ettim, gazeteye girmeye çalıştım ama ne mümkün, içerideki yoğunluktan dolayı yukarı çıkışlar yasaklanmış. Tam o sırada imdadıma HDP’li Selahattin Demirtaş yetişti. Yukarı çıkmam için elinden geleni yaptı, Tabii ki Demirtaş’a da yardımları için teşekkürü borç biliyorum. Yukarı çıktığımda Cengiz Bey’i yakaladım ve benim açımdan zor olan bu röportaj nihayet gerçekleşti. Bir soru soracağım desem de bakmayın siz sordukça sordum… Aşağıda tören var biliyorum çok da tutmamam lazımdı, neyse merak ettiklerimi kısmen de olsa sordum ve üstat da sağ olsun kırmadı beni…
Agos’un merdivenlerinden inerken toprağı bol olsun bir yandan Hrant Dink için dua ediyor, bir yandan da bu meslekte tuttuğunu koparmanın haklı gururunu yaşıyordum. İçimde ise bir “güvercin tedirginliği” hâkimdi…
Ben sözü yine çok uzattım… Cengiz Çandar önemli şeyler anlattı… Şimdi sizi o keskin açıklamalarla baş başa bırakıyorum.
Mutlu güzel yarınlara uyanmanız dileğiyle…

Cengiz Bey, öncelikle böyle bir günde beni kırmadığınız için teşekkürü borç bilirim. Geçtiğimiz günlerde ilginç bir yazı kaleme aldınız, “Kendini ‘gazetecisizleştirmek’… O yazıyı okuyan ben dâhil herkes gazeteciliği bırakıyor mu acaba diye düşündük. Umarım yanlış düşünmüşüzdür, söz sizde?

Sanırım yanlış anladınız. O bir metafor.’gazetecisizleştirmek’ sözünü kullandığım o yazı İtalo Calvino’nun yazısından bir aktarmaydı. Dikkatle okunursa mesleği bırakmadığım net bir şekilde anlaşılır aslında.

“TÜRKİYE’DE GAZETECİLİK ÇOKTAN ÖLDÜ”
Ama o yazıyı kaleme almanız öyle bir algı yarattı. Mesela ben tüm yazarları ve yazılarını çok dikkatli okurum… Medyanın geldiği durumu düşününce galiba bırakıyor Cengiz Çandar dedim…

Bakın Türkiye’de gazetecilik uzun zaman önce zaten öldü. Öyle ki gazetecilik ciddi bir iş olmaktan da çıktı, gayri ciddi bir hal aldı. Bizim ülkemizde şu an yapılan gazetecilik; dedikodu üzerine vur-kaç şeklinde yapılıyor. O nedenle benim başka bir şey anlatmak istediğim bir yazıyı bile insanlar hatta siz bile öyle yorumlamışsınız. Yani bırakıyorum gibi. Ben orada çok başka bir şey anlatıyorum, yarın bırakıyorum demiyorum ki!

“BIRAKSAM BAZILARI ÇOK SEVİNİRDİ”
İlk kez bir şeyi yanlış anladığıma sevindim. Meslek büyüğümüzsünüz ne de olsa…

Siz üzülürdüm diyorsunuz ama emin olun bazıları çok sevinirdi. Onları sevindirmeye de hiç niyetim yok.

Kimler onlar mesela, neden sevinsinler?
İktidar ve onun çevresi son derece sevinirdi.

Neden ama?
Çok açık değil mi? Yazılarımı okuyorsanız ve görüşlerime biraz vakıfsanız bu sorunun yanıtını da zaten bilirsiniz…

“GERÇEK GAZETECİLİK YAPILMIYOR, MESLEK CAN ÇEKİŞİYOR”
Pekâlâ, öyle olsun. Az önce Türkiye’de gazeteciliğin çoktan öldüğünü söylediniz. Öldü mü sahiden yoksa yoğun bakımda mı? Demem o ki belki hala umut vardır!


Bu benim şu an ayaküstü yanıt verebileceğim konu değil. Üzerine uzun uzun saatlerce konuşulabilir. Ama gerçek anlamda gazetecilik yapılmıyor, yapmak isteyenler de yapamıyor. Meslek can çekişiyor. Bunda da en büyük nedenlerden biri siyasi iktidar, siyasal iklim diyebilirim.

“GAZETECİLER HER DAİM OMURGASIZDI”
Sadece iktidara bağlamak ne denli doğru, mesela gazeteciler omurgalı durabildi mi bu sektörde, birazda çuvaldızı batırsak kendimize?


Gazeteciler hiçbir zaman omurgalı olmadı, durmadı. Ben 28 Şubat sürecinde andıçlanmış biriydim, o dönemde zaten kendi meslektaşlarıma ve meslek ortamıma olan bütün güvenimi saygımı yitirmiştim. O günden bugüne benim Türkiye’de gazetecilere ve basın camiasına sempati ve saygım bitmişti. Bu mesleği kendi ölçülerimce namuslu bir şekilde yapmaya özen gösteriyorum. Bilgi taşıma işlevi olarak bunu yapmaya çalışıyorum, onun dışında benim gazeteci camiası ve gazeteciler denen insanlarla özel bir ilişkim yok.

“28 ŞUBAT’TA MESLEKTAŞLARIMA GÜVENİ YİTİRDİM”
Hiç mi umudunuz kalmadı pek karamsarsınız?


Yoo her şey değiştiği gibi belki bir gün medya da değişir. Dünyada siyasi parametreler değişiyor, teknoloji gelişiyor, kavramlar farklılaşıyor. Dolayısıyla bu alanda da birtakım gelişmeler olabilir. Bir de ben artık 65 yaşını geçmiş bir herifim, kendim için meslek kariyeri vs. gibi bir meselem yok. Ama yeni gelen kuşakların da gazetecilik açısından çok iyi bir profil çizdiğini söyleyemeyeceğim. Ama söylediklerim sizi ürkütmesin, hayal kırıklığı yaratmasın. Siz yine heyecanla çalışmanıza devam edin.

“ÖZGÜRLÜKLER KISITLANIYOR”

Umudunuzu yitirmeyin ey genç gazeteciler diyorsunuz yani?


Umut bittiği anda hayat biter. Ülkenin hali ortada, özgürlüklerin kısıtlandığı, boğazlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu şartlar ortadan kalkıp yeni şartlar oluştuğu vakit normalleşir medya bile.

“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KISITLANMASI GAZETECİLERİ İŞSİZ BIRAKTI”

Onlarca işsiz kalan ya da bırakılan gazetecilere ne demeli?


O da dediğim gibi siyasal ortamla ilgili bir durum. Basın özgürlüğü ve onun olmazsa olmaz alt yapısı zemini olan ifade özgürlüğünün kısıtlanması, özgürlüklerin ihlali bu kadar gazeteciyi işsiz hale getirdi.

“YA İKTİDAR KONTROLÜNDELER YA DA DİZ ÇÖKER DURUMDA”

Medyanın en büyük sorunu da şu an bu mu?


Elbette bu. Medyanın bugün yarısından çoğu iktidarın kontrolünde geri kalan yarısı da diz çökme halinde.

“MEDYA SURİYE VE İRAN İLE AYNI LİGDE”

Korku mu hâkim? Ya da bertaraf olma endişesi mi?


En büyük nedenlerin başında bu geliyor. Tabii çıkarlar var. Son derece hoyratça kullanılan bir devlet gücü var. Kendisinden olmayan medya patronlarına yönelik tehditler, vergi müfettişlerini göndermeler ve daha bir sürü baskı yöntemleri var. Dijital medyaya internet alanında yasak getiriyor. Avrupa’da ve Batı dünyasında büyük tepki uyandıran ve Türkiye’deki rejimin bir rengi ve karakteri ile ilgili koca koca ciddi raporların hazırlanmasına neden olan durum özellikle sosyal medya ve dijital medya alanına uygulanan baskılar, müdahaleler. Dünyada biz Çin, Suriye, Suudi Arabistan, İran ile aynı ligin oyuncusuyuz medya alanında. Böyle bir medya alanı olan ülkeden bahsediyoruz, kötü durumdayız. Bu ülke medya alanında bu ligde oynuyorsa demokrasiden ve özgürlüklerden artık bahsetmemiz mümkün mü?

“28 ŞUBAT’TAN BİLE DAHA KÖTÜ BİR DÖNEM”

Siz ki 28 Şubat gibi kara bir süreci yaşamış, andıçlanmış bir gazetecisiniz. O dönemle bu dönemi kıyaslamak saçmalık mı olur yoksa tam isabet mi?


Şu dönemdeki kadar kötü bir dönemi hiç görmedim. Ben 1950’li yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin idrakinde olan bir insanım. Çok siyasi bir ortamda büyüdüm, çocukluğum bile böyle geçtiği için sağımın solumun ayrımındaydım. Siyasi aktivist de oldum, sanık da, iktidar paylaşan ortamlarda da yer aldım. Oldukça renkli bir CV’m var. Ben Türkiye’nin özgürlükler açısından, baskı açısından, havadaki ışığın kararması açısından bu kadar kötü bir dönemini hiç bilmiyorum. 28 Şubat ile falan kıyaslanmaz. O dönem bu dönemin yanında hiç kalır. Ama bu bulutlar dağılabilir de dağılmaz demiyorum.

Sayın Erdoğan’ın medya üzerinde büyük bir hâkimiyetinin olduğu hep söylenir, siz ne düşünüyoruz?

Tayyip Erdoğan, çok önemli bir şahsiyet. Fakat Tayyip Erdoğan’ı üreten bir durum var bir de. Erdoğan kendisini üretmesi için bu iklimi de her türlü suni gübre ile besledi. Ama bu bir dönem ve bu da geçecek.

“İKTİDARI HİÇ DESTEKLEMEDİM”
Sizin de Erdoğan’ı ve bu iktidarı desteklediğiniz pek çok anlar ve konular oldu ama değil mi?


İktidarı desteklemedim. Ben bu iktidarın belli hedeflere doğru gidişini izledim, o hedeflere gider gözüktüğü ölçüde de “devam” dedim.

“Yetmez ama evet”çilerden biri de sizdiniz. Ve şimdi bazıları yetmez ama evet konusunda pişmanlıklarını dile getiriyorlar ya siz?

(Kızıyor bu soruma) Yetmez ama evetçiler ne demek? Yetmez ama evetçiler her kim ise ve bugün pişmanlar ise o zaman zaten onlar ne yaptığını bilmeyen kişilermiş. Pişmanlıkla ne alakası var. Yetmez ama evet lafı bir hakaretvari sıfat olarak en çok ulusalcılar tarafından kullanılıyor. Ulusalcılar konusunda ise 2000’li yılların başından itibaren hangi kanaatteysem bugün yine aynı kanaatlere sahibim. Yetmez ama evet denen olay 2010 yılında Anayasa değişikliğine gidilecek referandum ile ilgiliydi. Zaten biz orada “yetmez” dedik! “Bu Anayasa olmaz toptan değişmesi gerekiyor” dedik. Ama bazı maddeler değişiyor, bunlar yararlı dediler biz de toptan karşı çıkmadan evet ama bizim için yeterli değil diye ekledik. Yani referandumda evet oyumuzu verdik ama bizim için yetmediğini de söyledik. Burada kabahatimiz ne? Sorunu çözmemiş olabilir fakat size daha kötü bir durumdan daha iyi bir durum önerildiği vakit olumlu düşünüyorsunuz. Üstelik yapılan değişiklikler Avrupa Konseyi’nin Venedik komisyonunun onayı ile yapıldıysa ki biz o parametreleri savunuyoruz yargıya ilişkin, ne yani hayır istemeyiz mi diyecektik?

“İKTİDARLA ARAMIZDA KATOLİK NİKÂHI YOKTU”

Pişman değilim diyorsunuz yani?


Tabii ki değilim, neyden pişman olacakmışım? Şunu da söyleyeyim; yetmez ama evet de hata yapılmadı. Bizim o dönem yetmez ama evet dediğimiz iktidar ile şimdiki iktidar arasında dağlar kadar fark var. Biz iktidarı da desteklemedik, önerdiğimiz konularda özendirdik. Bu yolda da gittikleri sürece aferin dedik. Aramızda Katolik nikâhı yoktu sonuçta. Ayrıca imam hatipten de yetişmedik. Refah Partisi’nin gençlik kollarında da çalışmadık. İktidarla organik bağımız hiçbir zaman olmadı.

“BİZİM DE HATALARIMIZ, GÜNAHLARIMIZ VAR”

Cengiz Çandar olarak hiç kendinizi sorguladınız mı, benim de hatalarım oldu bu meslekte diyebilir misiniz?


Olmaz olur mu? Siz 20 yıldır haftada en az 4 gün yazı yazarsanız, ki bu insan haklarına aykırı, bu şartlarda her şeyi doğru yazmanız mümkün mü? İnsanız bizim de elbette hatalarımız, günahlarımız var. Demokrasi ve özgürlükleri savunma pozisyonunda zulmü hiçbir zaman savunmadık, zalime de zulmü tespit ettiğimiz yerde var gücümüzle karşı çıktık.

Biliyorum sizi çok sıkboğaz ettim ve bu röportaj biraz emrivaki gibi oldu, ama Fransa’daki son yılların en büyük katliamını sormak isterdim. 12 kişinin kalemini kıran terörist saldırı ile ilgili neler söylersiniz?

Siz bana sadece yazım üzerine soru soracaktınız ama işi Fransa’ya kadar götürdünüz. Bu konu üzerine ben bir sürü yazılar yazdım zaten. Ama yine de ısrarla cevaplamamı isterseniz. Tüm dünyanın karşı çıktığı ve hatta çıkması gereken bu bir tür sapıklık. Büyük bir katliam. Benim bu konuda yazdığım “İslamcı sapıklık karşısında cihat zamanı” başlıklı köşe yazıma bakabilirsiniz.

Sizi çok kızdırmayacaksam. Cumhuriyet Gazetesi’nin başına gelenleri de sormak isterim. Zira Charlie Hedbo’ya destek için yayınladıkları ekler epeyce başlarını ağrıttı, hem soruşturma açıldı, hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan gün aşırı gazeteyi topa tutuyor. Sizce Cumhuriyet’in tavrı doğru muydu?

Bu konuda da zaten tweet atmıştım. Ben Cumhuriyet’i yönetiyor olsaydım yapmazdım. Ama bu saatten sonra ben yapmazdım, o yaptı konusunu tartışmak yerine Cumhuriyet’in yaşadıklarına bakmalıyız. Cumhuriyet bunu yayınladıktan sonra gazeteye yapılan müdahale asla kabul edilemez. Cumhuriyet’e siz daha dağıtım başlamadan kapıda müdahaleye başlıyorsanız en büyük yanlışa düşersiniz. İktidar devlet gücünü kendi değerleri dışındaki tüm konularda zorbalık ve güç kullanıyorsa o zaman fişi çekip gitmek lazım. Asla yapılan müdahaleleri kabul etmiyorum. Liderlerin gazeteye yönelik kışkırtıcı açıklamaları da son derece yanlış.

Çok teşekkür ediyorum size. Daha çok soru sormak vardı ama bir soru dedim uzattıkça uzattım, fırça yemeden noktalıyayım ve Agos’u yavaş yavaş terk edeyim…Dileğim kaleminizin hiç susmaması…