Cengiz Çandar'dan çarpıcı açıklamalar! Köşe yazarlığını bırakıyor mu?
Radikal Gazetesi’nin usta yazarı Cengiz Çandar Medyaradar’ın usta röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Çandar, son günlerin en çok merak edilen “gazeteciliği bırakıyor mu” sorusunun yanıtını da verdi. Medyanın bugünkü durumu konusunda da çarpıcı açıklamalar yaptı. İşte o bomba söyleşi…
Hiç kimse umutlanmasın… Ve hiç kimse de üzülmesin… Çünkü usta
yazarın hiç niyeti yok bir yerlere gitmeye… Neden böyle başladım
diye merak edenler için açıklayayım. Radikal Gazetesi köşe yazarı
Cengiz Çandar geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir yazı ile tüm
dikkatleri üzerine çekmişti.
Usta yazar, “Kendini gazetecisizleştirmek”…
başlıklı yazısında, 2014 yılının gazetecilik muhasebesini yaparken,
hayli karamsar bir tablo çizmişti. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi
“herhalde bırakıyor” diye düşünmüştü… Ama işin aslı hiç de öyle
değilmiş. Bu konu ile ilgili bütün gelişmeleri röportajımızın
içerisinde okuyacaksınız…
Gelelim bu röportajın benim açımdan önemine… Bu yazıyı yazdığı
günden beri peşindeydim Çandar’ın… Ama ne telefonlarımı açıyor ne
de attığım mesajlara dönüyordu. Röportaj yapacağım kişiye kafayı
taktığım zaman ne kadar ısrarcı olduğumu bir ben, bir Fatih Altaylı
bir de Allah bilir. Ama açıkçası Usta yazara ulaşmak
konusunda umudumu yitirmiştim. Ta ki Agos Gazetesi önündeki Hrant
Dink’i anma törenine kadar. Çandar’ı tören alanında görür görmez
bir derin oh çektim! Sonrası biraz karmaşık, biraz zor ama sonu
güzeldi. Agos’un önü hınca hınç dolu bir halde tören devam ederken;
bir baktım ki Çandar kayıp… Gazete binasına doğru girdiğini fark
ettim, gazeteye girmeye çalıştım ama ne mümkün, içerideki
yoğunluktan dolayı yukarı çıkışlar yasaklanmış. Tam o sırada
imdadıma HDP’li Selahattin Demirtaş yetişti. Yukarı çıkmam için
elinden geleni yaptı, Tabii ki Demirtaş’a da yardımları için
teşekkürü borç biliyorum. Yukarı çıktığımda Cengiz Bey’i yakaladım
ve benim açımdan zor olan bu röportaj nihayet gerçekleşti. Bir soru
soracağım desem de bakmayın siz sordukça sordum… Aşağıda tören var
biliyorum çok da tutmamam lazımdı, neyse merak ettiklerimi kısmen
de olsa sordum ve üstat da sağ olsun kırmadı beni…
Agos’un merdivenlerinden inerken toprağı bol olsun bir yandan Hrant
Dink için dua ediyor, bir yandan da bu meslekte tuttuğunu
koparmanın haklı gururunu yaşıyordum. İçimde ise bir “güvercin
tedirginliği” hâkimdi…
Ben sözü yine çok uzattım… Cengiz Çandar önemli şeyler anlattı…
Şimdi sizi o keskin açıklamalarla baş başa bırakıyorum.
Mutlu güzel yarınlara uyanmanız dileğiyle…
Cengiz Bey, öncelikle böyle bir günde beni kırmadığınız
için teşekkürü borç bilirim. Geçtiğimiz günlerde ilginç bir yazı
kaleme aldınız, “Kendini ‘gazetecisizleştirmek’… O yazıyı okuyan
ben dâhil herkes gazeteciliği bırakıyor mu acaba diye düşündük.
Umarım yanlış düşünmüşüzdür, söz sizde?
Sanırım yanlış anladınız. O bir metafor.’gazetecisizleştirmek’
sözünü kullandığım o yazı İtalo Calvino’nun yazısından bir
aktarmaydı. Dikkatle okunursa mesleği bırakmadığım net bir şekilde
anlaşılır aslında.
“TÜRKİYE’DE GAZETECİLİK ÇOKTAN ÖLDÜ”
Ama o yazıyı kaleme almanız öyle bir algı yarattı. Mesela ben tüm
yazarları ve yazılarını çok dikkatli okurum… Medyanın geldiği
durumu düşününce galiba bırakıyor Cengiz Çandar dedim…
Bakın Türkiye’de gazetecilik uzun zaman önce zaten öldü. Öyle ki
gazetecilik ciddi bir iş olmaktan da çıktı, gayri ciddi bir hal
aldı. Bizim ülkemizde şu an yapılan gazetecilik; dedikodu üzerine
vur-kaç şeklinde yapılıyor. O nedenle benim başka bir şey anlatmak
istediğim bir yazıyı bile insanlar hatta siz bile öyle
yorumlamışsınız. Yani bırakıyorum gibi. Ben orada çok başka bir şey
anlatıyorum, yarın bırakıyorum demiyorum ki!
“BIRAKSAM BAZILARI ÇOK SEVİNİRDİ”
İlk kez bir şeyi yanlış anladığıma sevindim. Meslek büyüğümüzsünüz
ne de olsa…
Siz üzülürdüm diyorsunuz ama emin olun bazıları çok sevinirdi.
Onları sevindirmeye de hiç niyetim yok.
Kimler onlar mesela, neden sevinsinler?
İktidar ve onun çevresi son derece sevinirdi.
Neden ama?
Çok açık değil mi? Yazılarımı okuyorsanız ve görüşlerime biraz
vakıfsanız bu sorunun yanıtını da zaten bilirsiniz…
“GERÇEK GAZETECİLİK YAPILMIYOR, MESLEK CAN ÇEKİŞİYOR”
Pekâlâ, öyle olsun. Az önce Türkiye’de gazeteciliğin çoktan
öldüğünü söylediniz. Öldü mü sahiden yoksa yoğun bakımda mı? Demem
o ki belki hala umut vardır!
Bu benim şu an ayaküstü yanıt verebileceğim konu değil. Üzerine
uzun uzun saatlerce konuşulabilir. Ama gerçek anlamda gazetecilik
yapılmıyor, yapmak isteyenler de yapamıyor. Meslek can çekişiyor.
Bunda da en büyük nedenlerden biri siyasi iktidar, siyasal iklim
diyebilirim.
“GAZETECİLER HER DAİM OMURGASIZDI”
Sadece iktidara bağlamak ne denli doğru, mesela gazeteciler
omurgalı durabildi mi bu sektörde, birazda çuvaldızı batırsak
kendimize?
Gazeteciler hiçbir zaman omurgalı olmadı, durmadı. Ben 28 Şubat
sürecinde andıçlanmış biriydim, o dönemde zaten kendi
meslektaşlarıma ve meslek ortamıma olan bütün güvenimi saygımı
yitirmiştim. O günden bugüne benim Türkiye’de gazetecilere ve basın
camiasına sempati ve saygım bitmişti. Bu mesleği kendi ölçülerimce
namuslu bir şekilde yapmaya özen gösteriyorum. Bilgi taşıma işlevi
olarak bunu yapmaya çalışıyorum, onun dışında benim gazeteci
camiası ve gazeteciler denen insanlarla özel bir ilişkim yok.
“28 ŞUBAT’TA MESLEKTAŞLARIMA GÜVENİ YİTİRDİM”
Hiç mi umudunuz kalmadı pek karamsarsınız?
Yoo her şey değiştiği gibi belki bir gün medya da değişir. Dünyada
siyasi parametreler değişiyor, teknoloji gelişiyor, kavramlar
farklılaşıyor. Dolayısıyla bu alanda da birtakım gelişmeler
olabilir. Bir de ben artık 65 yaşını geçmiş bir herifim, kendim
için meslek kariyeri vs. gibi bir meselem yok. Ama yeni gelen
kuşakların da gazetecilik açısından çok iyi bir profil çizdiğini
söyleyemeyeceğim. Ama söylediklerim sizi ürkütmesin, hayal
kırıklığı yaratmasın. Siz yine heyecanla çalışmanıza devam
edin.
“ÖZGÜRLÜKLER KISITLANIYOR”
Umudunuzu yitirmeyin ey genç gazeteciler diyorsunuz
yani?
Umut bittiği anda hayat biter. Ülkenin hali ortada, özgürlüklerin
kısıtlandığı, boğazlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu şartlar
ortadan kalkıp yeni şartlar oluştuğu vakit normalleşir medya
bile.
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KISITLANMASI GAZETECİLERİ İŞSİZ
BIRAKTI”
Onlarca işsiz kalan ya da bırakılan gazetecilere ne
demeli?
O da dediğim gibi siyasal ortamla ilgili bir durum. Basın özgürlüğü
ve onun olmazsa olmaz alt yapısı zemini olan ifade özgürlüğünün
kısıtlanması, özgürlüklerin ihlali bu kadar gazeteciyi işsiz hale
getirdi.
“YA İKTİDAR KONTROLÜNDELER YA DA DİZ ÇÖKER DURUMDA”
Medyanın en büyük sorunu da şu an bu mu?
Elbette bu. Medyanın bugün yarısından çoğu iktidarın kontrolünde
geri kalan yarısı da diz çökme halinde.
“MEDYA SURİYE VE İRAN İLE AYNI LİGDE”
Korku mu hâkim? Ya da bertaraf olma endişesi mi?
En büyük nedenlerin başında bu geliyor. Tabii çıkarlar var. Son
derece hoyratça kullanılan bir devlet gücü var. Kendisinden olmayan
medya patronlarına yönelik tehditler, vergi müfettişlerini
göndermeler ve daha bir sürü baskı yöntemleri var. Dijital medyaya
internet alanında yasak getiriyor. Avrupa’da ve Batı dünyasında
büyük tepki uyandıran ve Türkiye’deki rejimin bir rengi ve
karakteri ile ilgili koca koca ciddi raporların hazırlanmasına
neden olan durum özellikle sosyal medya ve dijital medya alanına
uygulanan baskılar, müdahaleler. Dünyada biz Çin, Suriye, Suudi
Arabistan, İran ile aynı ligin oyuncusuyuz medya alanında. Böyle
bir medya alanı olan ülkeden bahsediyoruz, kötü durumdayız. Bu ülke
medya alanında bu ligde oynuyorsa demokrasiden ve özgürlüklerden
artık bahsetmemiz mümkün mü?
“28 ŞUBAT’TAN BİLE DAHA KÖTÜ BİR DÖNEM”
Siz ki 28 Şubat gibi kara bir süreci yaşamış, andıçlanmış bir
gazetecisiniz. O dönemle bu dönemi kıyaslamak saçmalık mı olur
yoksa tam isabet mi?
Şu dönemdeki kadar kötü bir dönemi hiç görmedim. Ben 1950’li
yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin idrakinde olan bir
insanım. Çok siyasi bir ortamda büyüdüm, çocukluğum bile böyle
geçtiği için sağımın solumun ayrımındaydım. Siyasi aktivist
de oldum, sanık da, iktidar paylaşan ortamlarda da yer aldım.
Oldukça renkli bir CV’m var. Ben Türkiye’nin özgürlükler açısından,
baskı açısından, havadaki ışığın kararması açısından bu kadar kötü
bir dönemini hiç bilmiyorum. 28 Şubat ile falan kıyaslanmaz. O
dönem bu dönemin yanında hiç kalır. Ama bu bulutlar dağılabilir de
dağılmaz demiyorum.
Sayın Erdoğan’ın medya üzerinde büyük bir hâkimiyetinin
olduğu hep söylenir, siz ne düşünüyoruz?
Tayyip Erdoğan, çok önemli bir şahsiyet. Fakat Tayyip Erdoğan’ı
üreten bir durum var bir de. Erdoğan kendisini üretmesi için bu
iklimi de her türlü suni gübre ile besledi. Ama bu bir dönem ve bu
da geçecek.
“İKTİDARI HİÇ DESTEKLEMEDİM”
Sizin de Erdoğan’ı ve bu iktidarı desteklediğiniz pek çok anlar ve
konular oldu ama değil mi?
İktidarı desteklemedim. Ben bu iktidarın belli hedeflere doğru
gidişini izledim, o hedeflere gider gözüktüğü ölçüde de “devam”
dedim.
“Yetmez ama evet”çilerden biri de sizdiniz. Ve şimdi
bazıları yetmez ama evet konusunda pişmanlıklarını dile
getiriyorlar ya siz?
(Kızıyor bu soruma) Yetmez ama evetçiler ne demek? Yetmez ama
evetçiler her kim ise ve bugün pişmanlar ise o zaman zaten onlar ne
yaptığını bilmeyen kişilermiş. Pişmanlıkla ne alakası var. Yetmez
ama evet lafı bir hakaretvari sıfat olarak en çok ulusalcılar
tarafından kullanılıyor. Ulusalcılar konusunda ise 2000’li yılların
başından itibaren hangi kanaatteysem bugün yine aynı kanaatlere
sahibim. Yetmez ama evet denen olay 2010 yılında Anayasa
değişikliğine gidilecek referandum ile ilgiliydi. Zaten biz orada
“yetmez” dedik! “Bu Anayasa olmaz toptan değişmesi gerekiyor”
dedik. Ama bazı maddeler değişiyor, bunlar yararlı dediler biz de
toptan karşı çıkmadan evet ama bizim için yeterli değil diye
ekledik. Yani referandumda evet oyumuzu verdik ama bizim için
yetmediğini de söyledik. Burada kabahatimiz ne? Sorunu çözmemiş
olabilir fakat size daha kötü bir durumdan daha iyi bir durum
önerildiği vakit olumlu düşünüyorsunuz. Üstelik yapılan
değişiklikler Avrupa Konseyi’nin Venedik komisyonunun onayı ile
yapıldıysa ki biz o parametreleri savunuyoruz yargıya ilişkin, ne
yani hayır istemeyiz mi diyecektik?
“İKTİDARLA ARAMIZDA KATOLİK NİKÂHI YOKTU”
Pişman değilim diyorsunuz yani?
Tabii ki değilim, neyden pişman olacakmışım? Şunu da söyleyeyim;
yetmez ama evet de hata yapılmadı. Bizim o dönem yetmez ama evet
dediğimiz iktidar ile şimdiki iktidar arasında dağlar kadar fark
var. Biz iktidarı da desteklemedik, önerdiğimiz konularda
özendirdik. Bu yolda da gittikleri sürece aferin dedik. Aramızda
Katolik nikâhı yoktu sonuçta. Ayrıca imam hatipten de yetişmedik.
Refah Partisi’nin gençlik kollarında da çalışmadık. İktidarla
organik bağımız hiçbir zaman olmadı.
“BİZİM DE HATALARIMIZ, GÜNAHLARIMIZ VAR”
Cengiz Çandar olarak hiç kendinizi sorguladınız mı, benim de
hatalarım oldu bu meslekte diyebilir misiniz?
Olmaz olur mu? Siz 20 yıldır haftada en az 4 gün yazı yazarsanız,
ki bu insan haklarına aykırı, bu şartlarda her şeyi doğru yazmanız
mümkün mü? İnsanız bizim de elbette hatalarımız, günahlarımız var.
Demokrasi ve özgürlükleri savunma pozisyonunda zulmü hiçbir zaman
savunmadık, zalime de zulmü tespit ettiğimiz yerde var gücümüzle
karşı çıktık.
Biliyorum sizi çok sıkboğaz ettim ve bu röportaj biraz
emrivaki gibi oldu, ama Fransa’daki son yılların en büyük
katliamını sormak isterdim. 12 kişinin kalemini kıran terörist
saldırı ile ilgili neler söylersiniz?
Siz bana sadece yazım üzerine soru soracaktınız ama işi Fransa’ya
kadar götürdünüz. Bu konu üzerine ben bir sürü yazılar yazdım
zaten. Ama yine de ısrarla cevaplamamı isterseniz. Tüm dünyanın
karşı çıktığı ve hatta çıkması gereken bu bir tür sapıklık. Büyük
bir katliam. Benim bu konuda yazdığım “İslamcı sapıklık
karşısında cihat zamanı” başlıklı köşe yazıma
bakabilirsiniz.
Sizi çok kızdırmayacaksam. Cumhuriyet Gazetesi’nin başına
gelenleri de sormak isterim. Zira Charlie Hedbo’ya destek için
yayınladıkları ekler epeyce başlarını ağrıttı, hem soruşturma
açıldı, hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan gün aşırı gazeteyi topa
tutuyor. Sizce Cumhuriyet’in tavrı doğru muydu?
Bu konuda da zaten tweet atmıştım. Ben Cumhuriyet’i yönetiyor
olsaydım yapmazdım. Ama bu saatten sonra ben yapmazdım, o yaptı
konusunu tartışmak yerine Cumhuriyet’in yaşadıklarına bakmalıyız.
Cumhuriyet bunu yayınladıktan sonra gazeteye yapılan müdahale asla
kabul edilemez. Cumhuriyet’e siz daha dağıtım başlamadan kapıda
müdahaleye başlıyorsanız en büyük yanlışa düşersiniz. İktidar
devlet gücünü kendi değerleri dışındaki tüm konularda zorbalık ve
güç kullanıyorsa o zaman fişi çekip gitmek lazım. Asla yapılan
müdahaleleri kabul etmiyorum. Liderlerin gazeteye yönelik
kışkırtıcı açıklamaları da son derece yanlış.
Çok teşekkür ediyorum size. Daha çok soru sormak vardı ama
bir soru dedim uzattıkça uzattım, fırça yemeden noktalıyayım ve
Agos’u yavaş yavaş terk edeyim…Dileğim kaleminizin hiç
susmaması…