Cengiz Çandar, Başbakan'ı eleştirdi; Yokuş aşağı koşar adım!
Radikal Gazetesi yazarı Cengiz Çandar bugünkü yazısında Başbakan Erdoğan'ı sert şekilde eleştirdi.
Türkiye'nin bir yıl içinde gündeminin çok değiştiğini hatırlatan
Çandar liberal çevrelerin Erdoğan ile ilgili eleştirilerini de
sıraladı. Çandar yazısını "Bakarsınız, 30 Mart sonrasında da şimdi
yazılıp konuşulanlardan çok farklı şeyler yazmaya ve konuşmaya
başlarız. Ne de olsa, Tayyip Erdoğan 'yokuş aşağı' koşar adım
yürüyüşünde hızla yol alıyor…" sözleri ile bitirdi.
İşte Çandar'ın tartışma yaratacak o yazısı;
Bakarsınız, 30 Mart sonrasında da şimdi yazılıp konuşulanlardan çok
farklı şeyler yazmaya ve konuşmaya başlarız.
Geçen yıl bu zamanları aklınızdan bir geçirin. 21 Mart’a iki gün
kalmış; Türkiye, Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da 1 milyonu aşkın
kişi önünde iki milletvekili tarafından Kürtçe ve Türkçe okunacağı
bildirilen 'Nevruz Mesajı'na odaklanmıştı.
Öcalan’ın 'silahlı mücadeleye son verildiği'ni açıklaması ve
PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye sınırlarının dışına çıkarılma
talimatı vermesi bekleniyordu. Nevruz ya da Kürtçe yazılışı ile
Newroz ile birlikte, Türkiye’nin önüne gerçekten 'yeni bir sayfa'
açılması umutları doğmuştu. Gelecek, 'pespembe' görünüyordu.
Öylesine bir 'pespembe gelecek'te, 2014 yılında yapılacak
seçimlerde Türkiye tarihinin halk tarafından seçilecek ilk
cumhurbaşkanının Tayyip Erdoğan olması, bir ihtimal değil, tartışma
bile götürmez bir kesinlik halindeydi.
Merak, daha ziyade, Tayyip Erdoğan ile birlikte nasıl bir
'başkanlık sistemi'ne geçileceğine dair idi. ABD tipi mi –ki, buna
hiç ihtimal verilmiyordu, çünkü Tayyip Erdoğan öyle olmasını
istemiyordu- Fransa tipi 'yarı-başkanlık' sistemi mi, yoksa Güney
Amerika’daki 'Başkan tipleri'ne uygun olan cinsten mi?
Aradan bir yıl geçti. Önce haziranın ilk iki haftasına sığan ve
İstanbul Taksim Gezi ile simgelenen ama Türkiye’nin her yanına
yayılan olaylar sonucu, Tayyip Erdoğan’ın 'altın yaldızlar'ı
döküldü. Bir başka deyişle Tayyip Erdoğan’ın 'pulları' döküldü.
17 Aralık’ta ise Tayyip Erdoğan, ağır bir 'yolsuzluk yarası' aldı.
Siyaseten 'ölümcül' bir yara bu. Uzun süre taşınamaz cinsten.
Bu yılın Nevruz arefesinde, aradan geçen bir yıldan sonra,
kamuoyunda artık hiç konuşulmaz olan şeyler var. Bunların başında
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı geliyor.
Gezi, Tayyip Erdoğan’ın anayasayı değiştirerek cumhurbaşkanı
olabilme ihtimalini kararttı. 17 Aralık ise Tayyip Erdoğan’ın
cumhurbaşkanlığı hülyasını gömdü.
Bugünden bir yıl önce, iki dönem (5+5 ile), 2024’e dek Türkiye’nin
görünebilir geleceğine damgasını 'güçlü başkan' olarak vurması
beklenen, 'Türkiye 2023' hedefine doğru ülkeyi yönetecek olması
tartışılmaz haldeki kişi; şimdi artık 'kaybetmiş' ve 'siyaset
sahnesini ne zaman ve nasıl terk edeceği' tartışılan bir kişiye
dönüşmüş durumda.
30 Mart seçim sonuçları, esas olarak, bu sorunun cevabını bulmaya
yarayacak. Zira, seçim sonuçları ne olursa olsun, Tayyip Erdoğan’ın
Türkiye’yi yönetme yeteneğinin yok olacağı yönünde pek bir tereddüt
yok.
Seçimlerden sonrasına dair, akıllara 'kötü şeyler'in gelmesi, zaten
bundan, yani 30 Mart seçimlerinde hangi oranda oy alırsa alsın,
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye yönetme yeteneğinin kalmayacağının
öngörülmesinden kaynaklanıyor.
Örneğin, Şahin Alpay, 'olağanüstü hal ilanı' ihtimalini düşünüyor.
Şöyle yazdı:
"Bu Başbakan, AKP 30 Mart’ta birinci parti olarak çıkacak olursa
aklanmış olacağını söylüyor. Ne var ki oyların yüzde 90’ını alsa da
hakkındaki dosyalar ortadan kalkmayacak. Gerçek şu ki bu
Başbakan'la hiçbirimiz güvende değiliz. Bu Başbakan'ın
yargılanmaktan kurtulmak için her şeyi göze almasından korkuluyor.
Seçimlere hile karıştıracağı kaygısı yayıldı. Protestoları
bastırmak için olağanüstü hal ilan edebileceğinden endişe
duyuluyor. Uluslararası bir krizden yararlanarak demokrasiyi askıya
alabileceği dahi akıllara geliyor."
Ahmet İnsel’in şu satırları da üzerinde özellikle durulmaya
değer:
"Türkiye tarihinde yakın veya uzak geçmişte ortaya atılmış
yolsuzluk iddiaları veya yargılanan yolsuzluklara nazaran şimdi
karşı karşıya olduğumuz manzara bir ilktir. Hükümetin başının fiili
olağanüstü hal uygulamaya başlaması da ülkemizin kısıtlı demokrasi
tarihinde bir ilktir. Bu, sadece tüm demokratik kurumları lağveden
bir darbe hükümetinin cüret edebileceği bir tavırdır. Başbakan’ın
artık geldiği noktada kendini ve çevresini savunmak için ortalığı
yangın yerine çevirmekten başka çaresi kalmamışa benziyor."
Farkındaysanız, seçimlerin aritmetik sonuçlarının ötesine geçen
daha önemli konuların irdelenmesi şimdiden başlamış durumda.
Benim için Tayyip Erdoğan Gezi’de bitmişti. Zira, orada, onda
olmadığına inanmış bulunduğum ve bir liderde görmeye tahammül
edemeyeceğim bir özelliğinin farkına varmıştım: Zalimlik.
Bir başka deyişle kendisinden daha zayıf konumdaki insanlara
zulmedebilecek dürtüyü içinde taşıması.
Bu özelliğini Gezi vesilesiyle öğrenmiş olsam da 'zalimlikte
sınırsızlığı'nı ve 'gaddarlık ölçüsü'nü tahmin edememiştim. Berkin
Elvan’ın ölümünden sonra o yanını da hayret ve üzüntü ile öğrenmiş
bulunuyorum.
Bunu, 14 yaşındaki 'sabi'sini toprağa vereli 24 saat olmuş bir
anneyi, oğlunun mezarına onun çok sevdiği misketleri bırakmış
olduğu için şuursuz kitlelere yuhalattığı vakit öğrendim.
Televizyonda, Berkin Elvan’ın ölümünden 'borsayı etkilemeyeceği'
kayıtsızlığıyla söz ettiği vakit öğrendim.
Zalimlik kadar bir liderde hiç kabullenilmemesi gereken başka bir
özellik de siyasi söyleminde göz göre göre 'yalan'a başvurmasıdır.
Kabataş ve Dolmabahçe Camii konuları, Gezi olayları sırasında
ortaya dökülen 'yalancılık hali'nin rahatsız edici
örnekleridir.
Hiçbir Müslüman, 'zulüm' ve 'yalan' ile siyaset oluşturmuş bulunan,
üstüne üstlük 'dünya malına tamah ederek' yoldan çıkan ve
'yolsuzluk' şaibesi altına giren türden bir 'profil' çizen bir
'emir el-müminin'i kabul edemez.
'Müslümanlık' şayet 'vicdan' ise Türkiye’deki iktidar sahiplerinin
geldiği ve Türkiye’yi getirdiği nokta, vicdan sahibi bir kimsenin
kabul edebileceği bir nokta değildir.
'Müslümanlık' her şeyden önce bir 'ahlak' konusu ise
'Müslümanlar'ın hem vicdanı hem de ahlakı, 17 Aralık’la birlikte
yaralanmıştır. Her gün ortaya saçılan 'iktidar sahiplerine ait'
yeni bilgiler, 'ahlak yarası'ndan oluk oluk kan gelmesine yol
açıyor.
Mazlum-Der’in eski başkanı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun
olan-biteni 'dindar Müslüman gözünden' anlamaya imkân verecek çok
değerli bir söyleşisi önceki gün Taraf’ta yayımlandı. Gergerlioğlu,
'yolsuzluk soruşturması'nı örtbas etmenin, tüm dindarlar için
oluşturduğu 'tehlike'ye de değiniyor:
"Yolsuzluk olduğuna inananlar, sadece AK Parti’ye değil dindarlara
da büyük bir tepki göstermeye başladı. Dindarlara ‘Hırsızsınız siz’
diyorlar. Sen ne yapıyorsun? Hırsızlığı kabul eden bir dindarlar
topluluğu mu oluşturmaya çalışıyorsun?"
Söyleşisinin tümü ve her bölümü önemli olan Ömer Faruk
Gergerlioğlu’nun bu sözlerini, 'dindar Müslümanlar'a yönelik "Gücün
ve paranın bozduğu bu iktidara karşı tavır alın" çağrısı olarak
yorumlamak mümkündür.
Yani, demokratlar nezdinde çoktan 'bitmiş olan' Tayyip Erdoğan,
'dindar kitleler'in vicdanında ve gözünde bittiği gün, Türkiye,
tekrardan umutlu ufuklara doğru yol almaya başlar.
Bir yıl önce bugün neleri konuşuyorduk, neler umuyorduk; şimdi
neler konuşuyor, neler yazıyoruz?
Bakarsınız, 30 Mart sonrasında da şimdi yazılıp konuşulanlardan çok
farklı şeyler yazmaya ve konuşmaya başlarız.
Ne de olsa, Tayyip Erdoğan 'yokuş aşağı' koşar adım yürüyüşünde
hızla yol alıyor…